Çoğumuz Kürtçe doğup, Türkçe, Farsça, Arapça büyümüş bir neslin çocuklarıyız… Arsanın paylaşılmasının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen, zihniyette ve pratikte çok ciddi bir değişimin yaşandığı belirtilemez
Zeynep Altınkaynak
Son günlerde oldukça olumlu bir şekilde gündem olan “Kürtçe Seçmeli Ders” vesilesiyle Ape Musa epeyce sık anılır oldu. Zira Kürt de yok, Kürdistan da yok tartışmalarından, Kürdün varlığının kabul edilir hale gelmesinin, varlığının “Türk” varlığına armağan edildiği okullarda anadilinin “seçmeli” ders olarak kabul edilmesi oldukça zorlu mücadele yolları ve yıllarının ardından gerçekleşti. Kürtçe ıslık çalmaktan tutalım da, Kürt gibi durmaya kadar bu mevzunun kendi deyimiyle ve kendi döneminde “55 yıllık girdisinin çıktısının yeminli, canlı tanığı” Ape Musa ne de güzel söylemişti bir savunmasında; “Eğer benim anadilim senin devletinin temellerini sarsıyorsa, demek ki devletini benim arsama yapmışsın.”
Aslında 16 Mayıs 1916’dan beri o temellerinden sarsılma korkusuyla yaşayan devletler, Kürtlerin arsasında. Sykes-Picot anlaşmasıyla 4 parçaya bölünen Kürdistan gerçeği ve hafızasından, kültüründen hedeflenip parçalanan Kürtlerin varlık dinamikleri, bu devletlerin kabusu haline gelmiş durumda. Anlaşmayla beraber, Kürdistan toprakları farklı ülkelerin sınırlarına dahil edildi ve Ortadoğu’da Kürtler, 100 yılı aşkın bir süredir devam eden savaşların ortasında kaldı. Köyler, aşiretler, aileler ortadan ikiye bölündü fakat bölünme salt coğrafik değildi. Ortadoğu’nun tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar en dinamik halklarından biri olan Kürt halkı, kültürel bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Bir halkın varlığının ortadan kaldırılmasının ilk koşullarından biri anadilinin hedeflenmesidir. Nitekim bu durum dünyada sayısı bilinmeyecek kadar çok halk için tezahür etmiştir. Bir anadilin ortadan kalkması aynı zamanda toplumsal hafızanın, dolayısıyla bir halkın ortadan kalkmasıyla eşdeğer. Tarihten günümüze dünya üzerinde konuşulan 30 bin dilin 25 bini yok olmuş durumda. Bir hafızasızlaştırma ve asimilasyon eylemi olarak anadilin hedeflenmesinin Kürt gerçeğindeki yansıması çok daha acımasız olmuştur.
Kürt varlığı ve Kürtçe tek bir dile, tek bir kimliğe entegre edilmemiş, çoklu bölünmeye tabi tutulmuştur. Suriye ve Irak’ta Araplaştırma politikalarıyla mücadele ederken, İran’da Farsların küçük kardeşi olmadıklarını ispatlamış, Türkiye’de ise Türkleştirme politikalarına karşı direnmişlerdir. Burada esas olan arsa işgalcileri değil, mücadele ve direniştir. 100 yılı aşkın bir süredir güç ve paylaşım savaşlarının göbeğinde kalan Kürtler için varlık ve anadil mücadelesi pek çok yöntemle süregelmiştir. Dayatılan dillere karşı en doğal mücadeleyi ise kadınlar yürütmüştür. Kürt anaları açısından kendi anadili dışındaki dillere karşı gösterilen direnç, esasta tahakküme, asimilasyona, faşizme gösterilen dirençtir. Anaların ısrarla ve inatla Türkçe, Arapça, Farsça öğrenmemesinin dilin kendisiyle pek bir ilgisi yoktur, hatta pek çoğu bilir ama bilinçli bir tercih olarak konuşmaz. Bu direnç dile karşı değil işgalci zihniyete karşı verilen bir mücadele olarak okunabilir.
Dört parça Kürdistan’da Kürt çocuklarını birleştiren çok temel bir nokta vardır. Çoğumuz Kürtçe doğup, Türkçe, Farsça, Arapça büyümüş bir neslin çocuklarıyız. Maalesef bugün hızla aşılan bu kültür, Kürdistan’da hepimizin yakından bildiği bir gerçektir. Hikâyesi, filmlere konu olmuşluğu, acısı, trajedisi hatta yer yer komedisi çoktur. Ama bu gerçek Kürt kadının, Kürt geleneğinin direniş kültürüdür. Kürt halkını ve mücadelesi vesilesiyle Kürt kadınlarını Ortadoğu’nun en dinamik halklarından biri haline getiren gerçek de budur. Kıskacında çok kıvrandığı kültürel soykırıma teslim olmamak…
Arsanın paylaşılmasının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen, zihniyette ve pratikte çok ciddi bir değişimin yaşandığı belirtilemez maalesef. Direnilerek, bedeller ödenerek kazanılan kısmi haklar olsa da bu hakların uygulamaya konması konusunda ciddi bir direnç devam etmektedir. Kürt yokturdan, Kürt vardır ama ile başlayan yeni fakat özünde pek de farklı olmayan bir yaklaşıma geçilmiş durumda…
Geçtiğimiz günlerde İran’da Kürtçe öğretmeni Zara Muhammedi, çocuklara gönüllü Kürtçe öğrettiği için 5 yıl hapis cezası aldı ve tutuklandı. İran Anayasasında anadil hakkı tanınmasına ve Kürdistan Eyaleti tanınmasına rağmen, Kürtçe öğrenmek ve öğretmek yasak. Resmi yasalar neredeyse 1979’dan beri uygulamadan kaldırılmış durumda. Bu sebeple gönüllü öğretmenler bağışlarla Kürtçe dersi veriyor ve çoğunlukla ağır cezalarla yüz yüze kalıyor.
Zara Muhammedi genç bir Kürt kadını… 10 yıldır Sanandaj ve çevre köylerinde gönüllü Kürtçe öğretiyor. Zindana girmeden önce yaptığı konuşma ise bu hususta tarihe bir not düşer nitelikte; “İnanın ki zindanda her dakikayı mücadeleyle ve düşmanın üzerine yürüyerek geçireceğim. Gözaltına alınmam ve tutuklanmam beni yaptıklarımın doğru olduğuna bir kere daha inandırdı. Başka ülkelerde anadil hakkı için savaşmak komik karşılanıyor fakat biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki hâlâ anadil hakkı için mücadele ediyoruz. Umuyorum ki bugün bizim verdiğimiz mücadele gelecek nesillerin anadilleriyle büyümesine vesile olur. Mücadelemiz geleceğin mirası olacaktır.”
Zara’nın sözü de, eylemi de bir geleneğin dile gelişi, bir direnişin süregelimi, dört parça Kürdistan’da yaşananların özeti adeta. Temellerinden sarsılan devletlerin, teklik hayallerinin yıkılması, yeşeren umudun çoğalması… Fazla söze gerek yok, yüzyıldır yok sayılan, ötekileştirilen, varlık-yokluk ikilemiyle sınananların artık kimsenin uzantısı, küçük kardeşi, eti-tırnağı olmaya tahammülü yok.
Ape Musa bir kere daha ışık tutuyor konuya;
“Karabasan gecelerin sabahlarında
Direnmek kalırdı Kürde
Yaşamanın bir başka adı direnmekti”
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan diğer yazıları okumak için tıklayınız