2012’den beri mektuplaştığım, 2013 yılında yayınlanan “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi…” adlı kitabımda yer verdiğim (bir dönem benim gibi Fransa’da sürgün yaşayan sonra ülkeye dönüp tutuklanan ve müebbet hapse mahkum edilen) Mehmet Gök, 13 Şubat 2019’da Tarsus hapishanesinde kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Ölüm haberini bugün aldım. Hüzünlendim ve öfkelendim. Mehmet, Fransa’da kalan çocuklarına hasret öldü.
Benden onları bulmamı; sağlık haberlerini ve son hallerinin fotoğraflarını almam için ricada bulunmuştu. Paris’e politik tutsaklarla birlikte hazırladığımız sergiyi açmak için gittiğimde araştırdım. Ama ne yazık ki tüm çabalarıma rağmen isteğini yerine getiremedim. Arayışlarım sonuç vermedi. Ve bu gün de Mehmet Gök’ün ölüm haberi geldi.
Dün de www.gorulmustur.org adlı web sitemizde yine bir hapishanede ölüm olayını duyurmuştuk: Felçli olmasına, hapishanede kalamaz raporlarına rağmen tahliye edilmeyen Ali Haydar Yılmaz da Mehmet Gök’ten iki gün önce Metris hapishanesinde hayatını kaybetti. Mehmet Gök sevgi dolu bir insandı.
Özgürlük ve eşitlik için yani daha güzel, adil bir dünya için mücadele ederken esir düşen diğer tutsaklar gibi. Ancak Mehmet Gök arkadaşları arasında fazla duygusal olarak bilinir, tanınırdı. Örneğin bana yolladığı bir mektupta şunları yazmıştı: “Değerli dost, Ben doğam gereği fazla duygusalım. En ufak duygusal bir olay karşısında gözlerim sulanır. Ben en son çocuklarımı gördüğümde (Mehmet Gök ülkeye döndüğünde çocukları Fransa’da anneleriyle kalmış b.n.) küçük oğlum Şiyar 3, büyük olan Cumali 6 yaşındaydı. Aradan 26 yıl geçti.
Bu 26 yıl boyunca onları hiç göremedim ama hiç aklımdan, hayalimden çıkmadılar. Bir anekdot aktarayım: Geçen yıl aramıza genç bir arkadaş geldi. Onun için dilekçe yazmak gerekiyordu. Kalemi, kâğıdı alıp başladım yazmaya. Arkadaşın doğum tarihine gelince kalem elimden düştü, neye uğradığımı anlayamadım.
Duygularımı bastırmak için havalandırmaya çıktım. Arkadaşlar da arkamdan geldiler. Ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Ben de bir yandan dilekçesini yazdığım gencin boyuna posuna bakıyordum. Dayanamadım ve arkadaşlara bu gencin doğum tarihinin, gün, ay, yıl olarak benim küçük oğlumla aynı olduğunu söyledim. O zaman beni anladılar. Bazen ziyarete çıktığımda ya da bazı arkadaşların çocukları ve torunlarıyla fotoğraflarını gördüğümde duygulanırım. Herkes ziyarete gider, çocuklarıyla hasret giderirken ben sabır ve metanetle beklerim. Belki ileride sorun hallolur, ben de onları görürüm diye kendimi kandırmaya çalışıyorum. Gerçek bu, çoğu zaman uykularımı kaçırıyor bu sorun. Bu konuyu ileride yazmayı düşünüyorum. (…)
Mehmet Gök” “Vedalaşma ve huzurlu ölüm hakkı” bile verilmiyor Tüm uyarılara, hapishanede kalamaz raporlarına, hasta tutsaklar için yapılan eylemlere, Meclis’te verilen önergelere rağmen Adalet Bakanlığı kör, sağır, dilsiz. Artık yeter. 20-30 yıldır hapishanede olan bu insanlar “Vedalaşma ve Huzurlu Ölüm” hakkını bile yaşayamıyor. Hastaneye ambulans yerine ring aracıyla götürülüp işkence çektiriliyorlar. Kimi doktorlar Hipokrat yeminine ihanet ederek kelepçeli muayene dayatıyor. Ya da jandarmaların kelepçe çıkarmayız dayatmalarına göz yumuyor. Hasta mahpuslar sevdiklerine hasret birer birer hayatlarını kaybediyorlar.
Oysa “Avrupa Hapis Cezası Kuralları” ve yine Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş olan “Mahpusların Islahı İçin Asgarî Standart Kuralları ve İşkenceyi Önleme Sözleşmesi” infaz hukukunun en önemli evrensel kaynaklarıdır. “İşledikleri ileri sürülen ya da gerçekten işlemiş oldukları suç ne kadar korkunç olursa olsun, tutuklanan ya da hapsedilen kimseler insan olmaya devam ederler. Kendileriyle ilgilenen mahkeme ya da adlî makam, bu kimselerin ellerinden insanlıklarının değil, yalnızca özgürlüklerinin alınmasına karar vermiştir. Cezaevlerinde sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve hükümlüler devletin sağlık güvencesi altındadırlar. Devlet onların her türlü sağlık ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur.”
BM’nin Mahpusların Islahı İçin Asgarî Standart Kuralları’nın 57. maddesine göre, “Hapsedilmek suretiyle özgürlüğün kısıtlanması doğası gereği sıkıntı verici olduğundan, daha da kötüleştirilmemesi gerekir. Bu nedenle, mahpusların yaşam hakkı ve sağlık standartlarını güvenceye almak, etkili tıbbî bakım ve tedavi koşullarını sağlamak devletin sorumluluğu altındadır. İyileştirme ihtimali olmayan, ağır derecede hasta mahpuslar salıverilmek suretiyle dışarıdaki bir kurumda ya da ailelerinin yanında bakımları sağlanmalıdır”. Ayrıca 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 2’nci maddesinde, “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kuralların, hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî ve sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanacağı” belirtilmiştir.[ i]
Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerindeki ağır hasta tutukluların durumuna dikkatimizi çekmek için uzun zamandır çırpınıyor. TİHV Başkanı ve eski Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fincancı, cezaevlerindeki ağırlaşan tecrit koşullarının ölüme davetiye çıkardığını söylüyor. Fincancı, hâlâ sürmekte olan işkence uygulamalarının cezasız geçiştirilmesine isyan ediyor: “Kamu görevlileri soruşturma izni verilmeyerek korunuyor. Yargı da bu kişiler için bir daha suç işlemeyeceği gerekçesiyle takipsizlik kararı veriyor.
Cezasızlık olunca ister istemez işkence de sürüyor. Çünkü işkencenin yapılması gerektiği gibi bir algı yaratılıyor.’”[ ii] Devlet hayatın birçok alanında olduğu gibi hapishanelerde de yasalara uymuyor. Kendi yasalarını bile uygulamıyor. Devlet sabıkalı. Devlet ceberut. Devleti yönetenlerin ve onların emir erlerinin yaptıkları, tutsaklara reva gördükleri en hafif ifadeyle ahlaksızca ve hukuksal olarak da yasa dışı. SON SÖZ: Daha önce de yazmıştım. Tekrar edeyim: Peki hasta tutsaklar için neler yapılabilir? Ülkenin başındaki ceberut hükümetin kara propagandası ve yandaş medyanın yarattığı sanal alem, halkın büyük çoğunluğunu kör-sağır-dilsiz eylemiş. Ama bizim ödevimiz bıkmadan, usanmadan bu insanların seslerini duyurmaya çalışmaktır. Sesimizi bu insanların sesine katmaktır.
İlk yapılacak iş tüm hasta tutsakların “devlet” şemsiyesi altında görev icra etmeye çalışan kurumlardan (ATK) değil, bağımsız hastanelerden- kurumlardan alacakları raporla tahliye edilmelerini sağlamaktır. İkinci adım da yasal düzenleme olmalıdır. Evrensel hukuk ve normlar ülkemize taşınmalıdır. Zira -var olan hasta tutsaklar çıksa bile- bu hapishaneler yeniden hastalık ve ölüm üretecektir.
Kaynakça:
Adil Okay, “Ben Çıkana Kadar Büyüme
e mi…”, NotaBene Yayınları, Ankara, Ocak
2013.
[i] https://www.istabip.org.tr/1219-
gueler-zereye-vedalama-ve-huzur-hakkiverlmeldr-.
html
[ii]Temel Demirer, Hapishane(ler):
“(C)eza” içinde “(C)eza, Newroz, no: 192, 10
kasım 2011…
*Yazar