27 Mayıs gecesi Taksim Dayanışma’dan arkadaşlarımızın, parka gelen iş makinesini görmesinden sonra, hepimiz hızla alana çağrı yaptık. 28 Mayıs sabahı iş makinesinin karşısındaydık.
Sonrası hepimizin belleklerinde, Taksim Meydanı’nda gece gündüz yaşadığımız, her geçen gün dayanışma ile büyüyen bu müthiş direniş, tüm canlılığı ile devrimin hiç geçmeyecek esintisi, umudu olarak yerini aldı. Biber gazına, TOMA’ya, yaralılara yardıma değil, saldırıda kullanılacak kimyasalları taşımaya çalışan ambulanslara, polisin, valinin, siyasi iktidarın saldırı emrini yerine getirmesine, saldırganlığına rağmen vazgeçmeden sürdü. Yaratıcılığı ile gücünü, etkisini arttıran, Onur Yürüyüşleri ile buluştu, öz yönetim deneyimlerini öğretti. Umudun ve özgürlüğün soluğu evrenselleşerek dünya halklarını besledi, mücadelenin ruhu bulaşarak zamanı aşıp günümüze kadar ulaştı, ulus devletlerin sınırlarını yıktı, pek çok devrimci direnişi tetikledi, etkiledi.
Taksim Parkı; öğrencilerin, gençlerin, işçilerin, mahallelinin buluştuğu, dinlendiği, evsizlerin, sokak çocuklarının, hayvanların barındığı yaşam alanıydı. Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi ise 1 Mayıs işçi-emekçi devrimci mücadelesi ile bütünleşen, halkların, emekçilerin, kadınların, siyasi örgütlerin, partilerin mücadelelerini toplumsallaştırdığı, eylem alanı olarak tarihsel kimliği ile sermayeden, siyasi iktidarın saldırısına karşı yaşamı korunmaya çalışılan Gezi Parkı’nı sarmalıyordu. Birkaç ağaçla sembolleşen direniş yaşam ve özgürlük alanımızı, siyaset ve düşünce özgürlüğünü yaşadığımız meydanında, düşünce ve siyaset yapma özgürlüğünün de korunması için verildi.
28 Mayıs sabahı hepimizi alanda toplayan, o güne kadar siyasi iktidarın sürdürdüğü ve her geçen gün şiddetini arttırdığı saldırıların karşısında halkların, ekoloji ve kent örgütlerinin verdiği özgürlük mücadelelerinin birbirine eklemlenerek buluşmasıydı. 2008’den itibaren suları tutuklayan, sermaye birikimine aktaran şirketlere, HES’ler ile suları ticarileştiren siyasi iktidarın dayatmalarına karşı her derenin kenarında yaşamı koruyan halkların, tarım alanlarının, ormanların, maden işletmeleri tarafından gasp edilmesine karşı, dağları RES’lerle ele geçiren şirketlere, kalekollarla özgürlüğe göz koyan devlete karşı verilen ekoloji mücadelelesinden, kadın özgürlük mücadelesinin 8 Martlarda, işçilerin, emekçilerin 1 Mayıslarda, şantiyelerde emeği korumak için verdiği örgütlü mücadeleden, alanlarda, meydanlarda barış için yan yana gelen halkların gücünden, cesaretinden birikenler, halkların eşit ve özgür yaşam için verdiği kararlı tutumu, newrozların rengini arkasına alarak Taksim Meydanı’nda güçlü bir sinerjiye dönüşüverdi. Mücadele boyunca Taksim’de duvarlara yazılanlar, gece gündüz atılan sloganlar faşizme, kapitalizme karşı isyanın izleriydi, özgürlüğe, devrime giden yaşamın özlemi ve örgüsüydü.
Bizler bunu ne kadar güçlü yaşıyorsak siyasi iktidar da o denli korku ve dehşetle yaşıyor. Gezi’nin hayaleti faşizmi yapılandıran, kapitalizmi sistemleştiren egemenlerin, siyasi iktidarın, faşizmi ve kapitalizmi içererek yeniden yapısallaşan devletin de kabusu. Bu nedenle Taksim Dayanışma’ya emek veren, yürütücülüğünü yapan arkadaşlarımız cezaevinde tutsak. Tıpkı diğer özgürlük mücadelesi veren kadınlar, siyasetçiler, basın ve hukuk emekçileri gibi.
Türkiye, Ortadoğu, dünya halkları Gezi Parkı isyanını, Taksim direnişini unutmadı, unutmayacak da. Umudun, özgürlüğün, birlikte barış ve eşit yaşamın deneyimi bir kez gerçekleşti, bu kor yüreklerimizde hiç sönmeyecek. Yarınlarımıza enerji vermeye devam edecek. Bizler bu politik kararlılıkla yaşamı örmeye devam edeceğiz, bu şüphesiz. Ancak, nedense Gezi Direnişi’ni, ondan politik deneyimler çıkarmak, kazanımın nasıl sönümlendiğini analiz etmek yerine unutulmayanların arasına koyduk hep birlikte.
Ekoloji örgütleri olarak Gezi Direnişi sırasında (31 Mayıs 2013’de Çevre. Müh. Odası) İstanbul şubesi tarafından alınan kararın her gün sisteme karşı yaşama geçirilmesi gibi, HES’e karşı ekoloji mücadelesini, Hopa’da, Karadeniz’de yürütenlerden Metin Lokumcu’nun dönemin başbakanı, bugünün AKP başkanı Erdoğan’ın yapacağı miting öncesinde açtıkları pankart nedeniyle polisin saldırısı sonucunda 31 Mayıs 2011’de öldürülmesine atfedilen 31 Mayıs-5 Haziran dönemi Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası’nı, kapitalist sistemin tanımladığı 5 Haziran Dünya Çevre Günü kutlamalarına inat kadar politik kararlar almamıza rağmen.
Bugün, tüm bu yapamadıklarımız, mücadelelerin büyük bir kısmında politik olarak örgütlenemeyişimiz, seçimin ardında, hepimizi özgürlük mücadelesinin politik, örgütlü ve kararlılıkla sürmesi gerektiği gerçeği ile yüz yüze getirdi. Bu topraklarda geçinmeye, barınmaya, yaşamaya çalışan halklar, yaşam alanlarını sistemin baskılarından, yıkımından, kırımından, yok edişine karşı mücadele edenler, hayalleri, gelecekleri ellerinden alınan, yarınından endişe eden gençler, çalışırken özgür olmayı, emeğinin sömürülmemesini isteyen işçiler, emekçiler, patriyarkanın zulmüne son verme mücadelesi veren kadınlar, seçim akşamı zulümlere karşı politik mücadeleyi sürdürmeleri gerçeği ile bir kez daha karşılaştılar.
Seçimin ardından; faşist ve kapitalist rejimi sürdüren, demokrasiyi yok eden, yaşamı savaşa, enkaza, cinayete, şiddete çeviren tek adam rejiminin süreceği gerçeği, özgürlük mücadelesinin de ekoloji mücadelesinin de patriyarkal sisteme karşı yürütülmesine vazgeçilmeden devam edilmesi gerçeği ile bir kez daha hepimizi yüzleştirdi.
Apolitik mücadeleler, sistem içinden çözüm arayışları bizleri kapitalist sisteme mahkûm edecektir ve bu mahkûmiyetten kurtulmanın seçime endeksli umutlardan geçmeyeceği artık açık. Rehavete kapıldığımızda, sistem içi düşünerek politikalar ürettiğimizde faşizmin etki alanını genişleterek sistemin egemenliğini sürdürecektir. Bugün mücadele alanlarında en önemli sınavımız unutamadığımız, güç aldığımız deneyimlerimizi politik mücadeleye yılmadan dönüştürmemiz gerektiği bizi birlikte tartışmaya, politik kararlar almaya davet ediyor.