Olmuyor, dayatılan, bir anlamda günlük yaşamımızı da derinden etkileyen salgın dışında herhangi bir konuya yoğunlaşmak mümkün olmuyor. Oysa öte yanda yaşam gürül gürül akmakta. Hem de doğruları ve yanlışları, iyilikleri ve kötülükleri ile. Kimileri sokak hayvanlarını beslemek için deliyor karantina kurallarını, kimileri de alelacele düzenlenen kamu ihalelerinden pay kapmak için. Daha hatırlı olanlar için ise ihale külfeti de gerekmiyor. Onlar eski havaalanı yakınında kurulacak olan 1000 yataklı hastane inşaatı işini kucaklarında buluyorlar.
Troller de çalışıyor bu arada. Kurumuna yapılan tıbbi malzeme yardımı için teşekkür eden sağlıkçıya soruşturma açan savcılar da. Dayanışma gönüllülerinin sayısında müthiş bir artıştan bahsediliyor örneğin.
Tüm bu iç içe geçmişliğin ara yerinde, 10 Nisan gecesi ansızın ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla o ana değin korunmaya çalışılan izolasyon ve fiziki mesafe kuralı hoyratça ihlal edildi. İnsanlar içgüdüsel bir tepkiyle açık buldukları bakkallara, fırınlara, içki ve sigara satılan tekel büfelerine koşarak yasak başlamadan alışveriş yapma çılgınlığına düştü. Skandal görüntülerin ardından, sadece iki saat kala böyle bir kararın açıklanması sosyal medyada en çok eleştirilen konu oldu. Üstelik görünüşe bakılırsa Sağlık Bakanı başta olmak üzere, Bilim Kurulu Üyeleri de bu kararı vatandaşla birlikte medyadan duyuyordu. Bu durumda tüm eleştiri okları, zaten yaptığı açıklamalarla muhalefet açısından adeta örgütlü kötülüğün simgesi haline gelen İçişleri Bakanı’na çevrildi. Herkes iktidarın bu salgını yönetemediğinden bahsetmeye başlamıştı. Üstelik şimdi kimi AKP çevreleri de bu kanıyı paylaşıyordu. Sokağa çıkma yasağının bitmesine 2,5 saat kala Süleyman Soylu, istifa haberini Twitter’da yaptığı paylaşımla duyurdu. Ancak kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı’nın bu istifayı kabul etmediği açıklaması ile yeni bir şok yaşandı. Bu istifa girişimi iki hafta önce Ulaştırma Bakanı’nın yine bir gece yarısı operasyonla görevden alınması ile ilişkilendirilerek kabinede bir çözülme olarak da değerlendirildi kimi çevrelerce.
İlginç bir mesai de kin kusma refleksi için harcanıyor. Ermenistan Cumhuriyeti’nin Türkiye’den tıbbi yardım istediği yalanını ortaya atan bir sosyal paylaşıma gelen yorumlar, Ermeni nefretinin boyutları hakkında da fikir verecek düzeyde. Eğer böyle bir yardım yapılacaksa, bunun 24 Nisan tarihine denk getirilmesi veya ‘Talat Paşa’ adlı bir uçakla yollanması gibi veciz öneriler gırla gidiyor yapılan yorumlarda.
Covid-19 salgını, birçok ülke gibi Ermenistan’da da halk sağlığını tehdit eden bir tehlike olarak gündemin ön sıralarında. Orada da kamu imkânları tıpkı ABD, Fransa, İngiltere, İtalya veya Türkiye gibi, oluşan ani ihtiyacı karşılama konusunda yetersiz. Üstelik orada da ‘bize bir şey olmaz’ ahmaklığına düşenler var. Özellikle yaşlılar arasında, maske takmanın erkekliğine halel getireceğine inanan, yaşadığı dört ayrı girişi, her girişte de 60 dairesi olan apartmanın avlusunda olmanın sokağa çıkma anlamına gelmediğini düşünen, ‘Biz temiz milletiz, virüs bize bulaşmaz’ diyebilen insanların bulunduğu bir ülke Ermenistan. Yani şişirilmiş bir özgüven konusunda ortalama Türkiye insanından fazlası var eksiği yok Ermenistan’ın. Aradaki en önemli fark, Ermenistan’da pandemi belası ile baş ederken halkın sağlığını önceleyen bir iktidarın varlığı. Malum, bizde öncelik parti çıkarı üzerine kurulu. O yüzden de rakip olarak görülen diğer partilerin halka yönelik yardım girişimleri rol çalma çabası olarak değerlendirilip engellenebiliyor.
Dahası, dünyanın farklı ülkelerinden Ermenistan’a tıbbi malzeme yardımları yapılıyor. Bunlar arasında Çin Halk Cumhuriyeti’nin yardımı, kolilerin üzerindeki mesajla hem Ermenistan’da, hem de Türkiye’de ayrıca ilgi çekti. Çinliler “Dostluğumuz Ararat dağından daha yüksek, Yang-çe nehrinden daha uzundur” yazmışlar kolilerin üzerine.
Çin’den Ermenistan’a yönelik bu sıcak mesaj, Türkiye’de iktidar borazanının en zırt sesini çıkaran deliği olarak bilinen ‘a-Haber’e dert olmuş. Bu ibarenin yapılan yardıma gölge düşürdüğünü söylüyorlar. Esas dertleri ise Ermenilerin Ararat’ı sahiplenmeleri. Sıradan Türkiye insanı için hiçbir manevi değeri olmayan bu dağ kütlesi, bulunduğu siyasi sınırlardan bağımsız olarak Ermeniler için ulusal bir simge. Bu gerçekliği tartışma konusu etmek de kimsenin harcı değil.