Karl Marks’a simsiyah saçları ve esmer teni nedeniyle dostları tarafından “mağribî” lakabı takıldığını biliyoruz. Çünkü Marks’ın yaşadığı çağda böylesi bir esmerlik, Kuzey Afrika’nın batısında kalan ve mağrip denilen coğrafyada yaşayan mağribliler için kullanılıyormuş. Benzer yakıştırmalar işçi sınıfının ve ezilen hakların bütün önderleri için kullanılmıştır. Örneğin Etiyopya halkı onları kendi beden renklerinde duvarlara nakşetmiştir. Mağribi Marks’ın yanında siyahi Engels ve Lenin vardır!
Bu anlaşılır bir sahiplenmedir. Çünkü sömürülen işçi sınıfı ve ezilen halklar kurtuluş özlemlerinin birer simgesi olarak kendilerinde bu önderleri görmüşler ve yeniden yaratmışlardır. Tıpkı, 21 Ocak 1924’te ölümsüzleşen 1917 Ekim Devrimi’nin önderi Lenin’in yüz yıl önce Anadolu’nun emperyalist işgal altındayken ulemadan hocalar tarafından sahiplenilmesi gibi. Bu yıllar, Anadolu halkının emperyalist işgalden kurtulmak için Lenin’e ve onun partisine derin bir sempati beslediği yıllardı. Nitekim bu sempati nedeniyle bir Osmanlı paşası olan M. Kemal, bir yandan İngiliz emperyalizmiyle anlaşmaya çalışırken diğer yandan ise Lenin’e “yoldaş” hitaplı mektuplar gönderiyordu.
Kuşkusuz Lenin, bir dehaydı. Kendisinden önce insanlığın sınıflı toplumu yadsıması, işçi sınıfının sömürüden kurtuluşu, ezilen uluslara özgürlüğün kazanılmasının yolunu gösterenlerin tezlerini geliştirdi ve yeni bir aşamaya ulaştırdı. Dahası insanlığa, işçi sınıfına ve ezilen uluslara kendi iktidarlarını kurabileceklerini, özgür ve bağımsız olabileceklerini somut olarak gösterdi. Bu anlamıyla Lenin, dünyanın dört bir yanındaki işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin kendileri oldu!
Ölümünden yüz yıl sonra Lenin’in yaşamı ve eserlerinin günümüz dünyasında yaşananları anlamamızda halen bir başvuru kaynağı olması, onun insanlığın on binlerce, sınıflı toplum gerçeğinin binlerce yıllık tarihinde önemi yeterince kanıtlıyor. Emperyalist bir paylaşım savaşı içinde gelişen ve savaş içinde test edilen tezleri, aradan yüz yıl geçtikten sonra yeni bir emperyalist paylaşım savaşının işaretlerinin giderek belirginleştiği günümüzde yol göstermeyi sürdürüyor.
Bir yanda ABD-AB diğer yanda Rusya ve Çin emperyalistleri yeni bir paylaşım savaşına hazırlanıyorlar. Emperyalist tekeller arasında artan rekabet yer yer örneğini Rusya’nın Ukrayna işgalinde tanık olduğumuz gibi askeri çatışmalara bırakıyor. Her türden gericilik ve faşizm bir kez daha “kurtarıcı olarak” göreve çağrılıyor. Bir zamanlar Lenin’in izini takip eden ve kardeşçe birlikte yaşayan uluslar, emperyalist çıkarlar uğruna birbirleriyle çatıştırılıyor. Sovyetler Birliği’nde Lenin ve Stalin önderliğinde birlikte yaşayan Kafkasya ulusları, kapitalizmin “özgürlüğü”yle birbirine saldırtılıyor. Artsakh’ta Ermeniler yüz yıl sonra bu kez modern bir tehcirle yüz yüze bırakılıyor. Batılı emperyalistlerin Ortadoğu’da TC rejiminden sonra ikinci karakolu olarak kurdurtulan siyonist İsrail, Filistin halkını soykırıma tabi tutuyor. Durumdan vazife çıkaran TC devleti, yüz yıllık gerici faşist saldırganlığını Irak Kürdistanı’nda, Rojava’da kimyasal gazlarla, havadan bombalamalarla katliam saldırıları gerçekleştirerek sürdürüyor. Coğrafyamız bir kez daha halklar için kan gölüne dönüştürülüyor.
Bütün bu gelişmeler, emperyalist tekeller arasında artan rekabetten ve derinleşen çelişkiden kendi çıkarları için pay kapmaya çalışan bölge gerici rejimlerinin iktidar mücadelesinden bağımsız değil. Yeni bir paylaşım savaşının işaretlerinin giderek belirginleştiği günümüzde, herkes saflarını belirliyor. Bu saflaşmada Lenin’in ortaya koyduğu tezler ise kimin işçi sınıfından ve ezilen uluslardan yana; kimin burjuvazi ve gerici iktidarlardan yana olduğunu netleştirmemizi sağlıyor.
Bütün ömrünü işçi sınıfının ve ezilen halkların kurtuluşuna adayan Lenin, ölümünden yüz yıl sonra ezilen ulusların Özgürce Ayrılma Hakkı yani kelimenin tam anlamıyla ayrı bir devlet kurma hakkının tavizsiz bir şekilde savunulması gerektiği teziyle çakma komünistlerle gerçek komünistleri ayırt etmemizi sağlıyor.
Dün Kürt ulusunun mücadelesinin arkasında İngiliz parmağı arayanlar bugün ABD emperyalizmi buluyorlar. Dün ABD emperyalizmi ortada yokken Kürt isyanlarına “feodal gericilik” diyenler ve ısrarla bu mücadeleden uzak duranlar, bugün ABD’nin kendi çıkarları için Rojava’da bulunmasına “Kürtlerin emperyalizmle işbirliği” diyerek bir ulusun Özgürce Ayrılma Hakkı’nı gasp ediyorlar. Özgürce Ayrılma Hakkı’nın bir ilke meselesi, diğerinin ise politik ve elbette eleştirilebilir olduğu gerçeğini bilinçli olarak çarpıtıp hakim ulus şovenizmine dümen kırıyorlar. Konforlu alanlarında “komünistlik” adına, ABD emperyalizmi başta olmak üzere bütün emperyalistlerle iş tutan, NATO aracılığıyla Türkiye halkına ve bölge halklarına kan kusturan faşist ordunun işgal ettiği Irak Kürdistanı’nda darbe yemesi üzerine birbiri ardına faşist TC rejiminin ardına diziliyorlar. Ezilen ulusun mücadelesini “Kürtçülük” olarak propaganda edip “devlet güvenliği”nden dem vuruyorlar. Devleti yıkma yerine “Allah’ını seven defansa gelsin” çağrısı yapıyorlar. Kürd’ün yanında birlikte mücadele edip eleştirilerini dillendireceklerine karşısına geçip Türk hakim sınıflarıyla aynı safta yer almaktan gocunmuyorlar. Gocunmadıkları gibi utanmıyorlar da.
Kürdistan’da ezilen Kürt ulusunun yanında olmayan, Kürt ulusunun; ezen ulus imtiyazlarına, ulusal baskı, inkar ve imha siyasetine karşı mücadelesinin karşısında olan herkes bırakalım komünist olmayı demokrat dahi olamaz.
Bugün Lenin Artsakh’ta Ermeni, Zap’ta Kürt, Gazze’de Filistinlidir. Antep’te tekstil, İzmir’de tarım işçisi kadındır. Ölümsüzlüğünün yüzüncü yıl dönümünde Lenin, enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının kendisi olmaya devam ediyor ve gökyüzüne fethe çıkanlara ilham olmayı sürdürüyor.