Başı var, sonu devam eden bir kâbusun içinde, iplerin üstünde herkes yalnız başına yürüyor. Bir rüzgâr böyle bir fal gösteriyor. Dünyaya bakan, inanır. Cennet yokmuş, cehennem her yeri sarmış. Dünya bu, böyle bir fal da baktırır; devam eden her şeyin sonu yakındır.
Üzgün baharlar yaşıyor herkes. Kasıp kavuran soğuklar, bunaltan sıcaklar peş peşe geliyor. Gün kendi içinde mevsimleri saklıyor, sonra buhar oluyor, bulutlar görünüyor. Bazen insan tek başına yürürken bunları hem görüyor hem de yaşıyor ıslanarak. Şaşırmak rafa kalktığından beri herkes her şeyin tembeli.
Sıkılan insan, sıkıntısına alışamayan insan, yaban bir sıkıntı insan. Birden kendini ipe dizen, bir de kendini tesbih tanesi gibi dağıtan insan. Ne çok kaybetti de zaferleri anımsıyor sadece. Sırra kadem basanlar basamağı, lakabına sığınanların acısı, parçasını kaybeden bir aynanın yası; hepsi birden bir günün içinde, gelir ve gelebilir.
Sıradan günler, mühim günler, kutlu günler, bayramlı günler. Tarih sayfaları ve takvim sayfaları birbirini itham ediyor her gün. İnsanın kalbi var, kimi zaman yerini unutur. İnsanın sabrı var, bazen hiç yokmuş gibi hayata sızar. İnsan yaşamamaktan yaralı bir hayvan, bir gün elbette sızlar. İnsanın çok şeyi var, içinde kaybolur.
Vicdan krizi, susma buhranı, evvel zaman nostaljisi tüm çarelere kelepçe oluyor. İnsanın duvarları var ve insan onların arasında kendini hem arıyor hem de üzüyor. Kaygılar, kavgalar, kırılmalar insanın kapısını kapatıyor ve insan bir daha kendi evine dönemiyor. Küstah bir döngü, herkesi davet ediyor kendine, böyle başlıyor düşüşler.
Gittikçe çoraklaşan yeryüzü herkesin önüne bir kuyu bir de uçurum çıkarır. Birinde yaşadıkça bağırma ferahlığı, diğerinde ölene kadar düşme şansı. Oysa insan bir çukurdur, ve bir de çöl. Her şeyin sonu var zaten; bizden önce ve bizden sonra diye başlar hep. Bu yüzden devam etmek yok, devretmek var ve devrilmek.
Biz bu çağın içinde doğduk, dışında öleceğiz diye bir hüsran dolaşıyor uğultuyla. Bezginler diyarı, benzerler kaosu, bitmeyen koro herkese sataşıyor; diyor beti benzi atmış bu zamanlarda yaşamak bir başkasının rüyasıdır, birilerinin de kabusudur ve hep başkaları uyanır. Zaman geçen değil, geçirmeyen bir çemberdir.
İnsan ağaç olmak istiyor, kuş ve taş. Bütün beklentilerin kanatları kırık, geleceğin gözü kör. Sırları dökülen ve gizemleri çözülen o kadar çok şey var ki, hiçbiri anımsanmıyor artık. Yıllardır söylenir ve duyulur herkesin yanı başında; yaşamak eskidendi, yaşlanmak bir şans ve uzun sürer.
Herkesin bir aynası var, bir de aynısı. Baktıkça uzaklaşan silüetler ve manzaralar görülüyor. Ömür denilir, yaşayarak yazılır ve ölerek silinir. Bıktıran, tökezleten, sersemleten gerçeklerin karşısına çıkmak ya da karşısına almak, bir almanak, hem de kimsenin dönüp hatırlamadığı. Suya yazılar, suyla beraber akar.
Ne sağalıyor ne de seyreliyor acılar ve günler bir metamorfoz kapanı. Sayıklayanlar var, sanılanları tekrar eder. Karşılaşmak vardı eskiden, bir efsane gibi anlatılır ve artık karışmak var; kaçmaktan beter eden kahırları da var. Yokluğu sınayan bu varlar dünyası hepimiz için bir abluka.
Eskilere sığınırız, eskimesine alışmayız. Nereye gidersek gidelim hep bizimle çünkü bizimle var. Birileri yazdı, birileri de yaşadı. Dünya bir emsal duvarı; bir defa olan yine olmaya aday. Denilmiştir, biz de tekrar ediyoruz: Ne biz eğildik ne de gerçeklerimiz; dönüyor dünya, bitmiyor bela, sürüyor kavga. Ve değişecek en sonunda.
Haftanın kitap önerisi: Colson Whitehead, Harlem Ritmi / Çeviren: Begüm Kovulmaz, Siren Yayınları