Olaylar bir ara dönemde olduğumuzu gösteriyor. Ara dönemi Devlet Bahçeli’nin Öcalan’la ilgili şok yaratan açıklaması ile en son Dersim ve Ovacık’ta yaşanan kayyım darbesi bize net biçimde anlatıyor. Kimileri “bir elde sopa bir elde havuç” tutuluyor sansa da, bu yöntem eski yöntem. Şimdi “ya sopa ya havuç” ikileminden birinin seçileceği aşamada bulunuyoruz. Erdoğan-Bahçeli iktidarı hem içte hem de dışta karşı karşıya olduğu tahmini bile zor olan gelişmeleri şu anda kullandığı yöntemlerle göğüsleyemez.
İktidar ya karşı karşıya olduğu “beka” sorununu muhalefetsiz diktatörlüğe dönüştürecek ya da sözünü ettiği “iç cephede” barış ilan edecek. Üçüncü Dünya Savaşı’nın bu aşamasında ya ister ABD ve İsrail’le birlikte İran’a karşı, ister Rusya ve İran ile ABD ve İsrail’e karşı olsun yeni bir Enver Paşa serüvenine sürüklenecek ya da Öcalan’la müzakere sürecine razı olacak, KCK’yle savaşa son verip dört parça Kürdistan’ın desteği ile sınırlarını güvenceye alacak. Başka bir yol görünmüyor.
İnsanlar “Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasındayız, Türkiye’yi büyük tehlikeler bekliyor” dediğimizde tehlikeleri gözünün önüne getiremiyor. Ya biz anlatamıyoruz ya da psikolojik savaş aygıtı anlamayı imkansız kılıyor.
Bir kere daha anlatmaya çalışalım.
İsrail’in Hamas’a ve Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaş, gerçekte İran’a karşı savaşın ilk aşamasıdır. İsrail’in arkasında ABD ve NATO var. Bunun da anlamı NATO’nun Rusya’ya karşı savaş hazırlığında olması. Rusya’ya karşı savaş ise Çin Halk Cumhuriyeti’ni hedef almak oluyor. Sonuç insanlığın tümünü ilgilendiriyor. Biden yönetimi giderayak Ukrayna’ya sattığı “balistik füzelerin” Zelenski tarafından Rusya içlerini vuracak şekilde kullanılmasına izin verdi. Putin ve Lavrov ardı ardına bunu NATO’nun Rusya’ya savaş ilanı anlamına geleceğini belirterek, “nükleer silah kullanma programını” onayladı.
Böyle küresel devletlerin tümünü içine çekecek olan savaşta Türkiye’nin bugünkü haliyle mesela İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi savaş dışında kalması imkansızdır. Çünkü şimdiki savaş Avrupa, Kuzey Afrika ve Pasifik’te değil Ortadoğu’da sürüyor. Türkiye Arap Baharı’ndan beri Suriye devletiyle, onun topraklarını işgal ettiği için fiilen savaş halindedir. Aynı zamanda Rojava’da, Başur ve Bakur Kürdistanı’nda KCK-PKK sistemiyle de savaşmaktadır. Irak topraklarında hegemonya peşinde koşan Türkiye ve İran rekabet halindedir. ABD ve İsrail İran’a karşı eğer kara harekatına karar verirlerse, ilk darbeyi Türkiye ve Azerbaycan topraklarından indirmek için Türk devletine baskı yapacaklar. Azerbaycan zaten İsrail’le müttefiktir. Şu haliyle ve NATO üyesi olduğu için Türk devleti de bu baskılara karşı koyamaz. Bu ihtimale karşı Rusya, Suriye ve İran da Türkiye’ye vargüçleriyle baskı yapacaktır. Şu anda Türk devleti bu iki baskı arasında kalmıştır bile. Bu baskıların Türkiye’nin içine yansımaması düşünülemez. Daha şimdiden devletin ve siyasi yapının içinde ciddi ayrışmalar ortaya çıkmıştır. Türkiye’de aralarında cihatçıların da bulunduğu on milyon mültecinin varlığını da hesap edersek Türkiye’nin barut fıçısı üstünde oturduğunu söyleyebiliriz.
Bu senaryo gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi, bilemeyiz. Ama büyük bir ihtimaldir. Ve bu ihtimal işte bugün Türkiye’yi bir yol kavşağına getirmiştir. Bu yol kavşağı Rusya-Çin eksenine mi yoksa NATO-İsrail eksenine mi girme kavşağı değildir: Bu eksenlerden hangisiyle olursa olsun bu defa Türkiye’nin bölünmesi ve küçülmesiyle sonuçlanacak daha büyük bir savaşa girmekle, Öcalan’la ve KCK-PKK’yle barışa yönelme arasındaki kavşaktır. Şu anda Türk devleti bir elinde sopa ve diğerinde havuçla bu kavşakta bekliyor. Kavşaktaki birinci yola girdiği anda havucu fırlatıp atacak ve Türkiye seçimsiz ve muhalefetsiz faşizme, ikinci yola girdiğinde elindeki sopayı bırakacak ve barışa ve demokrasiye yönelecek.
Kürt özgürlük hareketi böyle bir durumda “nasılsa böyle bir süreçte en küçük bir etkim olmaz, iyisi mi devrimcilik oynayayım” diyen esamisi okunmayan bir güç değildir. Türkiye’yi kavşaktaki ikinci yola, barışa ve demokrasiye yöneltmekte tıpkı Rusya ve ABD gibi sonucu belirleyecek güçlerden biridir.Türkiye iki eksenden hangisiyle birlikte maceraya sürüklenirse sürüklensin Kürt özgürlük hareketi böyle bir maceranın sonunda dört ülkeden hiç birinin Kürdistan parçalarını elinde tutamayacağını bildiği halde, bu “fırsatı” kullanmak yerine dört devleti de savaş yerine barışa çağırmakta, özellikle Türk devletinin Kürt halkını ürkek tavşan sanırcasına “havuç” tutan elini “barış, demokrasi ve çözüm” tutan bir el haline getirmeye teşvik ediyor.
Bitirirken söylemeliyim: Bu savaş iki küresel eksen arasında Birinci Dünya Savaşı’nda Syces-Picot anlaşmasıyla çizilen Ortadoğu haritasını değiştirmek, Kürdistan’ın dört parçasında “vekaleten” hegemonya yerine Kürdistan’a, petrolüne, gazına ve suyuna doğrudan el koymak için yapılıyor. Bunu başaran küresel eksen, diğerine üstünlük sağlayacak, ama sömürgeci dört devlet ise büyük ihtimalle harabeye dönecektir.
Sanıyorum, bir kısmınız öngörülen bu resmi yine de gözünüzün önüne getiremeyecek. O zaman sizlere resim çizildikten sonra da uzun ömürler dilemekten başka elimden bir şey gelmeyecek. Çünkü bu gibiler A’raf’ta bekletilenlerdir. Onlara Kur’an’ın üç ayetini hatırlatayım:
“İki (taraf) arasında (surdan) bir perde ve A’râf üzerinde de, (Cennetlik ve Cehennemliklerin) her birini simalarıyla tanıyacak adamlar vardır ki onlar henüz oraya (Cennete) girmemiş, fakat onlar girmeyi şiddetle arzu eder olarak Cennet yârânına: “Selâmün Aleyküm ” diye nidâ ederler…
Gözleri ehl-i Cehennem tarafına çevrildiği zaman da “Ey Rabbimiz bizi zalimler gürûhu ile beraber bulundurma” derler.
(Yine) A’râf yaranı (kâfirlerden) simalarıyla tanıdıkları (elebaşı) bir takım adamlara şöyle nidâ ederek derler: “Ne çokluğunuz (yahut topladığınız mallar), ne de (hakka karşı) yeltenmekte devam ettiğiniz o kibr (ve azamet) size hiç bir fayda vermedi. ” (el-A’râf, 7/46-48).
A’raf’ta bekletilenlerden olmayın, doğru yoldan ayrılmayın. Vesselam.