Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye’nin en iyi manzaralarından birine ve akademik olarak en nitelikli mirasına sahip üniversitesi olarak AKP elitinin iştahını öteden beri kabartıyor. Yani, AKP, Boğaziçi fütuhatını (zaferini) gerçekleştirebilirse, öncelikle Tayyip Erdoğan’ın mütemadiyen yakındığı kültürel sermaye meselesini bir şekilde çözeceğini ve öte yandan da Türkiye’nin en kıymetli arsalarından birisine çökeceğini düşünüyor.
Bu bakımdan, seçimsiz ama direkt Cumhurbaşkanı tarafından ataması gerçekleştirilen rektör ataması, ilk olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne 2016 yılında AKP’li bir vekilin kardeşi Mehmet Özkan’ın atanmasıyla başlatılmıştı. Mehmet Özkan’ın içerideki dengeleri gözetmesi, kimi solcu hocaları yönetime katması ve Boğaziçi kültürü denilen habitusa sahip olması, olayların büyümesini engellemişti. Ne var ki, bu yılbaşında Melih Bulu’nun okula rektör olarak atanmasıyla, okulun başına liyakatsiz, intihalci ve ‘dışarıdan’ birisinin atanması gerçekleşmiş oldu. Bir önceki rektör döneminde rejime, okulun kültürüne dokunulmamasına karşılık açılmış olan kredi de tükenmiş oldu ve rejimin kendi renginden başka bir renge kendi fikrinden başka bir fikre asla tahammül edemeyeceği, saygı duymayacağı son derece net bir şekilde görülmüş oldu.
Melih Bulu’nun atandığı günden bu yana geçen yaklaşık 6.5 aylık sürede, okulun tüm bileşenleri, hocalar, öğrenciler, çalışanlar, mezunlar ve kamuoyu (popçu Gülşen dâhil) Melih Bulu üzerinden, tek adam rejimine karşı büyük bir direniş sergilediler. Dahası, direnişin temposu ve kararlılığı hiç düşmediği gibi, kamuoyunun da direnişe ilgisi ve desteği de neredeyse hiç azalmadı.
Sonuçta, okulun (ve İstanbul’un) boşaldığı, 15 Temmuz ve Kurban Bayramı’nın arka arkaya geldiği uzun bir resmi tatilin başlangıcında, Melih Bulu’ya haber bile verilmeden görevden ‘affedildi.’
Melih Bulu’nun görevden alınmasının hemen ardından, sosyal medyalarda ve TV programlarında konu temelde Boğaziçi bileşenlerinin direnişinin bir sonucu olarak değil de AB/ABD, dolar-faiz, Melih Bulu’nun beceriksizliği, AKP’nin seçim hazırlıkları vb. üzerinden tartışılmaya başlandı. Bilinen pek çok TV yorumcusu ve Nagehan Alçı gibi havuz yazarları, Tayyip Erdoğan’ın “bu daha iyi günleriniz” repliğine gönderme yaparak, Melih Bulu’nun beceriksiz ve yumuşak olduğu için görevden alındığını yerine gelen kişinin okulu ezip geçeceğini iddia ettiler.
Gelen gideni aratacak korosunun sesinin giderek gürleşmesinin ardından, Bulu’nun yerine vekâleten atanan, fizik profesörü (ve elbette dengelere oynayan) Naci İnci; tek adam rejimine, pelikanlara, AKİT türevi trollere ellerini ve ruhunu kirletmeye hazır olduğu mesajını vermek için, Boğaziçi direnişinin ve LGBTQ+ çalışmalarının okuldaki önemli isimlerinden Can Candan’ın görevine son verdi.
Boğaziçi Üniversitesi’nde özellikle fen edebiyat fakültesinde sol bir damar hep vardı ama okulun asıl rengi, plazalara beyaz yakalı yetiştiren demokrat liberalizm çerçevesinde inşa edildi. Boğaziçi’ni kendi siyasi potansiyelinin epey üzerinde bir mevziye konumlandıran elbette AKP ve tek adam rejiminin, kendisini memleketin her biçimde her şeyin sahibi olarak görmesidir. Boğaziçi örneğinde, ister hoca ister öğrenci olsun, bu büyük emeklerle bir yere gelmiş olan insanların, hayatlarını verdikleri yalnızca geçmişleri değil, bugünleri ve gelecekleri AKP’nin rant ve sosyal sermaye hırsına tahvil edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla, Boğaziçi güney meydanının duvarlarının o çok sevilen sloganında denildiği gibi “İktidar hayatı hedef aldığında, hayatın kendisi direniş olur, iktidar neredeyse direniş oradadır…”