Eskiden cumhuriyet bayramı deyince aklımıza bando, resmi geçit, askerler ve nutuklar gelirdi. AKP’nin gerçekleştirdiği ‘sivilleşme’ 99. yıl kutlamalarına yansıdı. Önce önümüzdeki asır, ‘Türk yüzyılı’ ilan edildi. Nutuklar atıldı. Ardından 29 Ekim günü TOGG arabasının kim bilir kaçıncı tanıtımı yine Cumhurbaşkanı tarafından yapıldı. Belli ki sivilleşme, geçmiş bayramlardan günümüze içeriği pek değişmeyen nutukların yadigâr kalmasına engel değil; üstelik bir de ‘sivil’ araba projesiyle taçlanmış bulunuyor.
Fabrika açılışı denilen törende fabrikanın bir siyah perdeyle izleyicilerden saklanmış olması ve sonrasında sosyal medyaya düşen boş hangar görüntüleri, akıllara kaçınılmaz olarak Fadıl Akgündüz’ü (Jet Fadıl) getiriyor. Yerli ve milli ‘İmza’ otomobili vizyonuna sahip olan Fadıl bey, Siirt’te bir arsayı fabrika inşaat alanı olarak göstermiş, İngiltere’de yaptırdığı bir numuneyi Cenevre otomobil fuarında sergilemişti. İmza vizyonuyla halktan, özellikle de Almancılardan büyük paralar toplamayı başaran Jet Fadıl, bugünlerde “Türkiye’nin ilk fabrikasız yerli otomobili İmza’dır” şeklinde bir açıklama yaparsa kimse şaşırmayacak.
Ama Türkiye’nin ilk yerli otomobili Fadıl beyin fabrikasız arabası değildi. Fatih Altaylı’nın altını çizdiği gibi 1960’lı yılların sonunda ‘Anadol’ markası, kendi fabrikasında olabildiğince yerli teknoloji kullanılarak 1990’a kadar seri üretim yapmış ve iç pazarda oldukça başarılı olmuştu. İthal ikameci dönemin sembolü olarak tarihe karışması belli ki kaçınılmazdı. Küresel rekabete açılan Türkiye ekonomisi içinde bir yerli markayı sürdürmek çok zordu. Anadol böylece bitti.
Ama fabrika açılış merasiminde Anadol değil ‘Devrim’ projesi referans alındı. Bu referans, Tolga Örnek’in ‘Devrim Arabaları’ filmini izlemiş olanları gülümsetmiş olmalı. 29 Ekim 1961 günü General Cemal Gürsel huzurunda ilk deneme sürüşünü yapacak olan ‘Devrim’, deposunda benzin olmadığı için yarı yolda tekler ve proje iptal edilir. 61 yıl sonra TOGG, günümüzde o generalin makamında bulunan Erdoğan tarafından bizzat sürülür. Bu kez araba teklemez fakat fabrika yoktur!
Bu yönleriyle TOGG, Anadol’dan çok ‘İmza’ ve ‘Devrim’ çağrışımları arasında bir orta noktada bulunuyor. Araba önden gelecek, üretim bandı yolda düzülecek. Yeni araba projesinin Anadol’dan bir başka farkı da sivil görünümüne rağmen gerek kamu kaynaklarına dayanması gerekse de projenin ‘beş babayiğit’ yatırımcı yerine bizzat Cumhurbaşkanı tarafından sahiplenip tanıtılması hasebiyle ‘devlet otomobili’, hatta ‘AKP arabası’ profiline daha uygun olduğunu göstermesidir.
Devlet, parti ve otomobil deyince akıllara Volkswagen deneyiminin gelmesi kaçınılmaz. Onun da 1937’deki ilk test sürüşü büyük merasimle yapılmış, Führer bizzat arabayı kullanmasa da ön koltukta oturmuş ve direksiyondaki şahsa talimatlar vermişti. Volkswagen, Nazi Partisi’nin seferber ettiği kamu kaynakları kullanılarak bir devlet projesi olarak hayata geçti. Hitler’in ‘Alman yüzyılı’ tahayyülü içinde önemli bir yeri vardı. Her Alman aileyi bir binek otomobil sahibi yapmak Hitler için ‘güç ve keyif’ olarak sloganlaştırdığı bir idealin temel taşıydı. Ömrü vefa etmedi ama onun kurdurduğu Volkswagen fabrikası 1950’li yıllardan itibaren dünya otomotiv üretiminin dev tesislerinden biri olarak tarihe eklendi.
Diktatörlük ve otomobil, ‘güç ve keyif’ sloganı kapsamında doğru anlamlarını buluyor. Bir yanı, orta sınıf ailelerin genişleyerek toplumun çoğunluğunu oluşturduğu bir sosyolojik tahayyülü körüklüyor. Belki bir başka yönüyle de Türk masküler ideolojisinin anakronik binek atı saplantısı üzerine oynuyor. Ama bize özgü yönlerine bakıldığında Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘Araba Sevdası’ romanını anmadan geçmek olmaz.
‘Araba Sevdası’nın anti-kahramanı Bihruz Bey, Batı hayranlığının, köksüzlüğün ve ‘medeni’ davranayım derken içine düşülen görgüsüzlüğün sembolüdür. Ama Şerif Mardin’e göre araba sevdası bütünüyle olumsuz bir tutku değildir. ‘Bihruz Bey sendromu’ Tanzimat sonrası fikir akımları içinde belirleyici bir etkiye sahip olmuştur. Günümüzün araba sevdası da belki çağımıza uygun başka hayırlara vesile olabilir. Şerif Mardin’le bitirelim: “Bihruz Bey sendromunun olumlu yönleri olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye milli bağımsızlığını ona dayanarak elde etmiştir.”