Geçtiğimiz cumartesi akşamı, Yeni Yaşam gazetesinin düzenlediği “Musa Anter Gazetecilik Ödülleri” dağıtım törenindeyiz. Şişli Belediyesi’nin Cemil Candaş Kültür Merkezi’nin fuayesinde devasa bir pano, üzerinde muhalif gazetecilik yapma yolunda öldürülen genç insanların fotoğrafları dizili. Kimi muhabir, kimi fotoğrafçı, kimi çizer, kimi ise gazete dağıtıcısı. Üç değil, beş değil, on değil, yirmi değil. Bir kısmı simgeleşmiş, çok daha fazlası ise, katledildiği günde haber olmuş, ardından unutulmuş genç basın emekçileri. Onlar ancak böylesi anmalarda, ödül törenlerinde hatırlanıyorlar. Metin Göktepe haber peşindeyken polisin acımasız dayağı ile ayrılmıştı aramızdan. Hrant Dink devletin illegal yapılanmalarının, legal unsurlarının himayesinde tertipledikleri kalleş bir suikastla, Musa Anter ise yine devletin legal ve illegal unsurlarının içi içe geçtiği, rütbelilerle itirafçıların, devletin sözde sahipleri ve ayakçılarının ortaklaşa kurguladıkları bir JİTEM komplosuyla.
Barkovizyon gösteriminde Türkiye tarihinin bir kesitine tanıklık ediyoruz. Ağar’lar, Çiller’ler anılıyor bolca. Onlar konu ettiğimiz zaman diliminin en önemli failleri. Ancak zamanın ve coğrafyanın merceğini geniş açıya aldığımızda, anlatının ülkenin bütün zamanlarına yayıldığı, gazeteci cinayetlerinin Türkiye basın tarihine paralel bir geçmişe sahip olduğu da kolayca görülüyor.
Her ne hikmet ise, gece boyunca Tahir Elçi’nin anısı sürekli olarak zihnime takıldı. Bu törende onun da yeri var. Sonuçta bugün andığımız özgür gazeteciler, yaptıkları haberlerden, aktardıkları görüşlerden ötürü hedef haline getirilip, ardından da büyük çoğunluğu faili meçhul cinayetlere kurban edildiler.
Tahir Elçi katıldığı bir televizyon programında “Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile PKK, silahlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, çok ciddi bir desteği olan bir siyasal harekettir” demişti. Nitekim kitlesel katılımlı protesto eylemlerinde binlerce ağızdan tekrarlanan ‘PKK halktır, halk burada’ sloganı da söz konusu desteğin bir anlamda kanıtı gibi duruyor orta yerde. Sonuçta Türkiye’nin siyasi ortamı, Tahir Elçi’nin bu son derece ciddi savını tartışmaya hazır değildi. AKP iktidarını pekiştirmek için iki şeytana birden sahipti; PKK ve Fetö. Her türlü muhalif söylem bu iki şeytandan biri ile ilişkilendirilerek tasfiye ediliyor. Bu konuda kantarın topuzu o denli kaçıyor ki, ömrü boyunca Fethullahçı yapılanma karşısında tutum almış insanlar Fetöcü diye yaftalanıyorlar. Üstelik bunun için somut organik bir bağ tespit etmeye de gerek yok. Varlığı şaibeli bir gizli tanığın ifadesi tutukluluk için yeterli sayılıyor. ‘Üye olmamakla beraber…’ diye başlayan cümle en masum ifadeleri dahi ‘terör örgütü propagandası’ suçlaması yöneltmek ve hayatları karartmak için yeterli sayılıyor. İşte bu şartlar altında savcılık televizyon programındaki sözleriyle ilgili soruşturma başlatarak Elçi hakkında, yakalama kararı çıkarılmasını talep etmişti. Bu talebi değerlendiren Bakırköy 2. Sulh Ceza Hâkimliği, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan yakalama kararı çıkarılmasına hükmetti.
Türkiye’de derin veya yüzeysel, devletin işleyiş mekanizmalarını bilenler için sürecin nasıl bir seyir izleyeceğini öngörmek fazla zor olmamıştır. Bu açıdan bakılınca deneyimli insan hakları savunucusunun hazırlanan tertiple kör bir kurşunun hedefi olması kimseyi şaşırtmamıştı. Bir anlamda bu infaz, o sözlerin söylendiği andan itibaren beklenen bir sonuçtu.
İşin ilginç tarafı ise, Tahir Elçi’nin iddialarının ölümünden sonra kendisi ile beraber gündemden düşmüş olması. Belli ki mevzu halen ‘beka meselesi’ özelliğini koruyor. Belki de bu yüzden Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması yönünde ısrarla adalet talep eden Diyarbekir barosundan dahi bu savlara dair tek bir anımsatma, tek bir sorgulamaya rastlamıyoruz. ‘Unutmadık, unutturmayacağız’ sloganı Elçi’nin sözlerinin arkasında durmadıkça şablon bir söylem olmanın ötesine geçemeyecektir.