Günümüz Kürt coğrafyasında Kürt aydın ve siyasetçilerinin önde gelen simalarından Kürt halkı ve aydınları yakınlıkların belirtmek için farklı siyasi düşüncelerde olsalar da “ap, mam, kek” gibi akrabalık belirten sıfatlarla bahsederler. Örneğin PKK’ye sempati duymasa bile Abdullah Öcalan’a Kürtler “serok” der.
Celâl Talabani “Mam Celal”, Mesut Barzani “Kek Mesut” diye anılır. Başur’da merhum Mustafa Barzani’ye herkes “Nemir Berzani/Ölümsüz Barzani” der.
Ülkemizde de Kürt halkı, sevip saydığı, önem verdiği aydın ve kanaat önderlerini bu tür sıfatlarla anar. Mesela Tarık Ziya Ekinci her Kürdün dilinde “Tarık Abi”dir. Bunun gibi rahmetli Melik Fırat “Kek Melik”, Şerafettin Elçi “Şerafettin Bey”di. Aynı şekilde artık resmi yazışma ve konuşmalar dışında pek az Kürt Selahattin Demirtaş adını olduğu gibi kullanıyor. Kürtlerin dilinde o artık “Selo” veya “Selocan”dır.
Yirmi altı yıl önce en verimli çağında bir faşistin kalleşçe arkadan ensesine sıktığı kurşunla aramızdan bedeniyle ayrılıp kalplerimize gömülen Musa Anter de Kürtlerin Apê Musa’sıdır, yani Musa Amcası.
Musa Anter ve Edip Karahan’la 1962 yılında bir üniversite öğrencisiyken tanıştım. O zaman 1961 Anayasası’nın tanıdığı görece özgürlükten yararlanarak Dicle-Fırat adında bir gazete/dergi çıkarmaya başladılar ve ilk sayısından itibaren alıp okumaya başladık. O dönem İstanbul’daki Kürt genç ve aydınları daha çok Sirkeci Dördüncü Vakıf Han’da bulunan merhum Avukat Ziya Şerefhanoğlu’nun bürosuna giderdik. Melik Fırat’ı orada tanımıştım ve tadına doyum olmaz dostluğumuz ölünceye kadar devam etti.
Musa Anter, benim aramızdaki hitabımla Musa Ağabey, çok yönlü bir aydın, aynı zamanda tam bir “halk filozofu” idi. Zaman zaman küfürlü konuştuğu da olurdu. Küfür denince sakın kaba saba, galiz ve rahatsız edici küfür anlaşılmasın. Birçok kişinin günlük konuşma hayatının vazgeçilmezi saydığı ve çoğu zaman Kürtçe iğnelemeler, kınamalar ve benzeri şeylerdi. Her küfrün sonu kahkahalara neden olurdu.
Dicle-Fırat’ta da yayınlandığını sandığım ve uzun müddet dilimizden düşmeyen Qımıl adındaki türkü/şiiri ondan dinlemiştim ilk kez. Tarlaları kımıl hışmına uğrayan birinin gurbetten dönen amcasına başlarına gelen kımıl felaketini ve o yıl mahsul alamadıklarını dile getiren bir türküydü.
“Qımıl hati lo apo
Bi rafaye rebino,
Xwar genimi lo apo,
Hişti kaye rebeno.”
Kımıl geldi ey amca, raflar ile zavallım,
Yedi buğdayları ey amca, samanı bıraktı zavallım.
Musa Ağabeyle sık sık karşılaşırdık. Toplantılarda, o zamanlar üyesi olduğu Türkiye İşçi Partisi’nde, bazen de orda burda. Her karşılaşmamız hafızalarımızda uzun süre kalır, şakalarını, esprilerini hatırlar gülerdik.
Ben o sıralar ulusal soruna sınıf penceresinden bakardım. Musa Anter ise bir sosyalist olmasına karşın onun Kürt yanının çok daha ağır bastığını düşünürdüm. Bunu kendisi de yadsımaz, ancak Kürtlerin içinde bulunduğu durum nedeniyle o zamanlar pek bilmediğimiz ve kullanılmayan bir pozitif ayrımcılıktan yararlanmaları geriktiği düşüncesindeydi hep. Tabii siyasi literatürde yer almayan “pozitif ayrımcılık” deyimini kullanmadan.
Daha sonraları daha çok Diyarbekir’de yaşadığı için çok sık görüşemedik.
Musa Anter’in birçok kitabı da yayınlandı. Bunlardan Qimil/Kımıl, yukarıda anlattığım felaketi anlatır. Birina Reş/Kara Yara, Çinara Min/Çınarım, Hatıralarım-1 sevilen kitaplarıdır. Ayrıca gerek Dicle-Fırat’ta gerek diğer dergilerde yayınlanan birçok makalesi var.
Apê Musa’yı, 20 Eylül 1992’de bir faşistin kurşunu aramızdan ayırdı. O cinayet de sayıları yirmi bine yaklaşan faili meçhul dosyalar arasında tozlu raflarda yerini aldı.
Bu cinayetleri devletin ortaya çıkarmaması Türkiye’de Kürtlere, sola ve emeğe bakışın sonucudur. Bu cinayetlerin hemen hemen tamamına yakını birer yargısız infazdır. En çok da Kürt halkının payına düşmektedir.
Sevgili Musa Ağabeyi, Apê Musa’yı rahmetle, özlemle anıyoruz.