Veli Saçılık
AKP-MHP-CHP vb. düzen partilerinin kendilerini “antiemperyalist” olarak tanımladığı, dinci, nasyonal-sosyalist (milliyetçi) grupların kendilerini meşrulaştırmak için ağızlarında sakız ettikleri bir kavrama dönüştü anti-emperyalizm. “Anamız amale sınıfı, yurdumuz bütün cihandır bizim” diskuruyla tarih sahnesine çıkan enternasyonal sosyalist fikri taşımakta zorlanan, freni patlamış küçük burjuva milliyetçi akımlar için en garantili kaçış rampası “antiemperyalizm” lafzı olmaya devam ediyor. F. Engels, K. Marx’a yazdığı mektupta “benim dışımda burada herkes sosyalist, Almanya barlarında sosyalizm moda olmuş” diyerek sosyalist fikirden uzak “sosyalistler”den nüktedan şekilde bahseder. Engels’in sözlerine benzer biçimde Türkiye’de de herkes antiemperyalist! Hatta, sağcılar, ulusalcılar, borsacılar, mafyacılar o kadar anti-emperyalistler ki, enternasyonalistleri “emperyalizmin maşası” olmakla itham ediyorlar.
Emperyalizm olgusunun, “kapitalizmin en yüksek aşaması” ve finans kapitalin ekonomik-siyasal hâkimiyeti olduğunu unuttuğumuz, “milli çıkarlar” ve “kahraman ordu” retoriğine kapılmamak işten bile değil tabii ki. ABD karşıtlığı, antiemperyalist olmanın nerdeyse tek şartı olarak kabul ediliyor. Dünya üzerinde kendi halkına zulmeden, otokrat, faşist iktidarlar ABD ile itilafa düştükleri anda antiemperyalist payesini kazanıyorlar. Halepçe ve birçok katliama imza atan Saddam Hüseyin İran-Irak savaşı günlerinde ABD desteğiyle ayakta kalmayı başarmışken, 1991 Kuveyt kriziyle birlikte “emperyalizme kafa tutan lider” payesini kazanıvermişti. Keza, özgürlük düşmanı, idam devleti İran Molla Rejimi benzer gerekçeler nedeniyle antiemperyalist sayılıyor. “ABD’nin düşmanı benim dostumdur” düz kontak yaklaşımı tıpkı Perinçek’in vardığı yer gibi IŞİD, Taliban sempatizanlığına kadar götürebiliyor insanı.
Emperyalizmin bir devlet egemenliği olmaktan ziyade, irili-ufaklı bütün kapitalist devletlerin iştirak ettiği küresel bir sistem olduğunu inkâr etmek kendi kapitalist devletini kutsamak açısından epey işlevsel bir davranış. 1923 İzmir İktisat Kongresi’yle kapitalist esasları amentü belleyen, “komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir” demiş olmaktan öte TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katleden, ezilen halklar-inançlar üzerinde “Tek millet, Tek dil, Tek din” esasına göre asimilasyona uğratan egemen sisteme “ilerici-antiemperyalist” tanımlaması yapmak çarpık siyasal bilincin sonucu. NATO’nun ikinci büyük ordusunda “ilericilik” görmek, Avrupa halklarının yüzyıllar boyu verdiği mücadeleler sonucunda kazanılan insan hakları ve özgürlük kazanımlarını “emperyalist dayatma” gerekçesiyle reddetmek ama diğer yandan Avrupa devletlerinin neo-liberal politikalarını davul-zurnayla uygulamak, örneğin MAİ-MİGA-Tahkim, aynı ikiyüzlülüğün tezahürü.
Türkiye sağ-sol siyasetinde antiemperyalizm kavramı küresel kapitalizm üzerinden değil, Kürt sorunu üzerinden konuşulur. ABD-AB, Kürt sorunuyla ilgili hak temelli bir söz ettiğinde “emperyalistler iç işlerimize karışamaz” naraları yükselir. Diğer yandan ABD ile “stratejik ortak” olmakla, istihbarat paylaşımı yapmakla övünülür. Sol cenahta yer alan kimileri de, NATO ve ABD üslerini sorun ettiğini söylemekle birlikte, NATO’nun doğal parçası haline gelmiş olan TSK’ya toz kondurmamak, general adayı kurmay subayların neden NATO koordinasyonu ile eğitildiğine kafa yormamak ya da susarak geçiştirmek eğilimindedir. Kendi devletini emperyalist sistemin önemli bir parçası olarak görmeyip, “emperyalizm tarafından sömürülen mazlum devlet” hikâyesine inanmak, bizim literatürde oldukça tatsız çağrışımlarla hatırlanan 2. Enternasyonalcilik olarak bilinir.
Bugün kendini sosyalist olarak tanımlayan ama hızla Perinçek’in boşalttığı ulu-solcu kulvara iltica etmekte olan TKP-Sol Parti vb. siyasetler “laiklik ve antiemperyalizm” lafzı üzerinden sistem sınırlarını savunur hale geliyorlar. ABD’nin izni, Rusya’nın desteği ve cihatçı çetelerin katılımıyla Efrîn halkına yaşatılanlara sessiz kalmak bir nevi suç ortaklığıdır. Kadın erkek eşitliğinin en ileri düzeyde yaşandığı Efrîn’e cihatçıların sokulması, insanların sürgün edilip mallarının talan edilmesini milli bir mesele ve anti-emperyalizm kapsamında değerlendirmek, siyasi değil ahlaki bir sorundur.
Sonuç olarak, 1. Dünya Savaşı biraz da 2. Enternasyonal partilerinin anayurt savunması yüzünden bu kadar büyümüş ama Bolşevikler ve Spartakistlerin, emperyalist savaşa hayır, barış, bütün iktidar Sovyetlere politikalarıyla yenilmiş ve savaş devrimci duruma dönüşmüştür.