40 yıldır devam eden savaşta kuşkusuz ki en büyük bedeli Kürt anneleri ödedi, ödemeye de devam ediyor. Kürde düşman zihniyet somut düşmanlığını bulduğu her fırsatta Kürt annelerine karşı gösteriyor. Ne de olsa bundan yıllar önce buyurulmuştu “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır” fermanı.
Vücuduna 10 kurşun sıkılarak katledilen ve cenazesi yedi gün evlatlarının gözleri önünde sokakta bekletilen Taybet anaya karşı gereği yapıldı.
Çatışmada hayatını kaybeden oğlu Agit İpek’in kemiklerini adli emanetten, bir kutu içerisinde alan ve daha sonra bir itirafçının ifadeleri sonucu tutuklanmasına rağmen “Bunlara boyun eğmeyin” diyen Halise anaya karşı da gereği yapıldı.
Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle her hafta Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri işkenceyle ters kelepçelenip göz altına alındığında gereği yapılıyor.
“Size asla boyun eğmeyeceğiz. Barış istiyoruz” diyen barış anneleri başta olmak üzere daha nice anneye karşı da gereği yapılıyor.
Türkiye’de barışa ve özgürlüğe sevdalı Kürt annesi denince akla hemen direniş geliyor ancak zulme ve zalime karşı geldiğinde başına neler gelmiyor ki. İşte o annelerden birinin yaşamını yitirdiği haberini büyük bir acıyla aldık.
Geçtiğimiz günlerde Mêrdîn’in Qoser ilçesinden, Elezîz T Tipi Hapishanesi’nde tutulan oğlunun ziyaretine giden Garibe Aslan, hapishane dönüşünde meydana gelen kazada hayatını kaybetti.
Evlat hasretiyle yanıp tutuşan acılı bir anne kilometrelerce uzakta derdest edilen mahpus oğlunu ziyaret etmek için yollara düşmüştü. Acısı bir saatliğine de olsa dinmiş, özlemi kavuşmakla kavrulmuştu. Kim bilir kaç zamandır görüşememişlerdi. Özlemle, hasretle, eylemle sarılmıştı evladına bir daha sımsıkı.
Hiçbir ana göğsüne sardığı yavrusunun kolları arasından alınarak nemli soğuk gri duvarlara götürülmesini sindiremezdi. Görüş odasından çıkarken bir daha bir daha bakmıştı evladına hüzün dolu gururla. Gözleriyle sarıp sarmalamıştı onu ve yoldaşlarını.
Hapishanenin kapıları yüreğini kanatırcasına bir bir kapanırken öfke ile bakmıştı mahpus edilen evladını ondan alanlara. Ciğerlerine doldurduğu evlat kokusuyla tekrardan yollara düşmüştü. Her ne kadar ayakları onu hapishaneden uzaklaştırsa da yüreği evladıyla tutuştuğu koğuşa yürümüştü.
Ne yazık ki Garibe ana evladını görmek için düştüğü yollardan evine tekrardan geri dönemedi.
Oğlunun hapishanede tutulduğu süre içerisinde on binlerce km yol kat eden Garibe annenin başına gelen bu olaya kaza mı yoksa cinayet mi demek gerekiyor?
Peki Garibe ana neden Mêrdîn’den uzak bir hapishanede derdest edilen oğlunu görmek için yollara düşmüştü? Hemen yanı başında binlerce kişinin tutsak alındığı Mêrdîn Hapishanesi’nde oğlu için yer yok muydu?
Bu sorunun cevabı hepimizin bildiği gibi sürgün politikasında gizli. Peki neden sistematik olarak sürgün ediliyor tutsaklar? Bunun nedenlerinden biri içeri ve dışarının bağlantısını kesip siyasi tutsakları tecrit etmek. İmralı Ada Hapishanesi’nde Sayın Öcalan’a karşı uygulanan tecrit politikası inceltilerek tüm hapishanelere yayılmakta. İşin esası tecrit edilen sadece içerdekiler değil tüm toplum oluyor. Özgür bir yarın için mücadele eden herkes birbirinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Yani tecrit her yerde.
Şu net bir şekilde görülüyor ki tutsakların uzak illere sürgün edilmesi bir cezalandırma politikasıdır. Böyle yapılarak sadece tutsaklar değil aileleri de cezalandırılmış oluyor. Amed’de tutuklanıp orada yargılanan bir tutsak Silivri’ye gönderilirken, İstanbul’da tutuklanıp burada yargılanan başka bir tutsak Wan’a sürgün ediliyor. Bir ay içerisinde üç farklı hapishaneye sürgün edilen mahpuslar var.
Düşünsenize bir, aynı aileden hapiste olanlar var. Sürgünlerden en çok da paylarına düşeni bu aileler alıyor. Her bir aile üyesi başka bir hapishaneye sürgün ediliyor. Agiri’de yaşayan bir aileyi düşünelim. Tutsak alınan çocuklarından biri Edirne’ye, diğeri Êlih’e gönderiliyor. Tek mahpusun görüşüne gitmek bile maddi açıdan, zaman açısından zorken, dışarıdaki aile üyeleri, kimin görüşüne, nasıl gidebilir ki?
Yani büyük zorluklarla boğuşarak geçinen aileler evlatlarının görüşüne gitse maddi olarak, gitmezse manevi olarak sistematik bir biçimde yıpratılıyor. Bu yolculukların getirdiği maddi külfet de her ailenin kaldırabileceği bir yük değil.
Sürgün politikası kendi dili, kimliği ve kültürü için mücadele eden siyasi tutsaklara karşı bilinçli bir şekilde intikam hırsıyla yürütülüyor. Sırf istedikleri gibi sürgün edebilmek, içeri ve dışarının bağını koparabilmek için SEGBİS sistemi getirildi.
Her sürgün aynı zamanda “çıplak arama” demek. Her tutsak gidilen yeni hapishanede çıplak arama dayatmasıyla karşı karşıya kalıyor. İnsanlık onuru ile bağdaşmayan bu uygulamaya karşı tutsaklar direndiklerinde ise fiziksel şiddete uğruyor.
Sonuç olarak; tutsak alınan ve inceltilmiş tecrit politikalarına maruz bırakılan mahpuslar sürgün edilmeseydi bugün Garibe ana yaşıyor olacaktı. Eğer bugün aramızda değilse bunun sorumlusu Kürt çocuklarını keyfi gerekçelerle tutsak alıp yaşadıkları coğrafyadan uzaklara sürgün edenlerdir.
Yaşanan bu olaya bir de tutsakların gözüyle bakıp onlarla empati yapabilmek gerekiyor. Kendisini ziyaret için yollara düşen annesinin eve dönüşte bu şekilde hayatını kaybettiğini duyduğunda bir tutsak ne hisseder sizce?