Bugün, Çocuk Hakları Günü. Uzmanlar, çocuk haklarını değerlendirdi. Avukat Fırat Çiçek: ‘196 devletin koşulsuz imzaladığı bir sözleşmeye Türkiye anadilde eğitim olacak diye BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne çekince koydu
Yadigar Aygün/İstanbul
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş, 27 Ocak 1995 tarihinde de Türkiye’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin kabulüyle birlikte çocuğun haklarının korunması, Türkiye için bir yükümlülük haline gelmiştir fakat baktığımızda Türkiye’de çocuklar en temel haklarından bile yararlanamıyor. Bugün, 20 Kasım Çocuk Hakları Günü. Dünya’nın ve Türkiye’nin savaş politikaları sonucunda yüzlerce çocuk savaş yurdundan ediliyor. Yoksul çocuklar eğitim hakkından mahrum kalıyor. Kürt illerinde çocuklar hala anadilinde eğitim hakkından yararlanamıyor. AKP, çocuğa yönelik cinsel istismara, tecavüze, şiddete ceza vermemek için “tecavüzcülere af” yasasını dönem dönem hayata geçirmeye çalışıyor. Çocuğu ve kadını koruyan İstanbul Sözleşmesini kaldırmak için elinden geleni yapıyor. Erken yaşta çocuk evliliklerin önü açılıyor. Milyonlarca çocuk işçinin emeği sömürülmeye devam ediyor. 20 Kasım Çocuk Hakları Günü’nde İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Üyesi Avukat Fırat Çiçek, Eğitim-Sen Başkanı Feray Aytekin, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü gazetemize konuştu.
‘Çocuk birey görülmüyor’
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Üyesi Avukat Fırat Çiçek, Türkiye’de çocukların hala bir birey olarak görülmediğine dikkat çekerek çocukların haklarına erişemediğinin altını çizdi. Çiçek, “Çocuk kavramının Türkiye’de öncelikli olma durumu söz konusu değildir. Hatta Çocuk Koruma Kanununun hazırlanma sürecine baktığımızda siyasi reformlarda çocuklar bir aygıt olarak kullanıyor. Hem BM Çocuk Hakları Sözleşmesi hem de Çocuk Koruma Kanunu çocukların haklarını gözeten ve taraf devletlere yükümlülük yükleyen en kapsamlı normlardır. Çocukların bu yazılı normlarda bulunan haklara erişememesi kamu otoritesi ve toplum tarafından çocuk kavramına bakış açısıyla alakalıdır. Türkiye’de çocukları bir birey olarak görmüyoruz. Ve bununla birlikte “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesinin Türkiye’de kabul görmemesi çocukların bu haklara erişmesine engel teşkil ediyor” dedi.
‘Anadil hakkı kullanılamıyor’
Çiçek, Kürt çocukların anadilde eğitim hakkından yararlanamadığını belirterek Kürt illerindeki çocukların ayrımcılığa, ırkçılığa ve ötekileştirmeye maruz kaldığını söyledi. Anadilde eğitim hakkına dikkat çeken Çiçek, “Türkiye’de çocukları birey olarak görmediğimizin ve çocuğun üstün yararı ilkesinin ihlal edildiğinin en tipik örneği diyebiliriz. Açıkçası çocuğu bırakın birey olarak görmeyi onları siyasi manevraların ve ideolojik çalışmaların bir parçası haline getiriyoruz. Çocuklar politika ve partiler üstü bir kavramdır. Türkiye BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığında sözleşmenin 20. Maddesine çekince koydu. Bu madde kapsamında taraf devlet ‘Çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir’ ifadesi yer alıyor. Dünya üzerinde 196 devletin (Birleşmiş Milletlere kayıtlı devlet sayısından fazla) koşulsuz imzaladığı bir sözleşmeye Türkiye anadilde eğitime olanak sağlayacak diye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne çekince koymuştur. Evrensel değerleri özümsemiş bilimsel ve demokratik bir eğitim sistemi için çocukların anadilde eğitim görmesi ana unsurlardan biridir. Türkiye’de eğitim sisteminin ideal bir noktaya gelmemesinin en önemli nedenlerinden biri anadilde eğitim hakkının tanınmamasıdır. Buna bağlı olarak Kürt illerinde bulunan çocuklara yönelik eğitimde fırsat eşitsizliğine yol açıyor. Bununla birlikte anadilin eğitim dili olarak verilmemesi, çocukların zihinsel ve duygusal gelişimini adeta parçalayarak eğitim süreçlerinden kopmalarına neden oluyor” diye konuştu.
‘Yeni düzenleme yapılmalı’
Türkiye’de en çok görmezden gelinen ve hakları en az konuşulan çocukların suça sürüklenen çocuklar olduğunu söyleyen Çiçek, çocuklar için yeni hukuki düzenleme yapılması gerektiğinin altını çizdi. Avukat Çiçek, “Toplum olarak onlara çocuk olarak bakmıyoruz. Suç kavramı ile yan yana geldiği için onlara yetişkin gözüyle bakıyoruz. Eğer bir çocuk suç kavramı ile anılıyor ise aslında burada en büyük suçlu devlet ve toplumdur. Elbette çocuk koruma kanununda bulunan tedbirler suça sürüklenen çocukları da kapsıyor. Fakat adli sistemdeki yargı erkleri bunları işletmiyor. En önemli hukuki çözüm olarak bunu söyleyebiliriz. Hakim ve savcılar Çocuk Koruma Kanunu’nda bulunan tedbirleri suça sürüklenen çocuklar için de uygulamalıdır. Bununla birlikte çocuklar için tutuklama kararı veren Sulh Ceza Hakimliklerine ilişkin düzenleme yapılmalıdır. Çünkü tutuklama kararı veren Sulh Ceza Hakimlerinin çocuk hukukuna ilişkin bir uzmanlığı bulunmuyor. Ve karşısına gelen bir çocuğa yetişkin gözüyle bakıp rahat bir şekilde tutuklama kararı verebiliyor. Hatta çocukların çocuk cezaevlerinde ıslah olacağı düşüncesiyle bir yetişkine nazaran tutuklama kararı verme ihtimali daha yüksektir. Fakat bilinmelidir ki çocuk cezaevlerinin kapalı yetişkin cezaevlerinden bir farkı yoktur. Bu sebepten tutuklama kararı veren merciinin Çocuk Hakimliğine verilmesi yönünde bir düzenleme yapılmalıdır” dedi.
‘Çocuk cezaevleri kapatılmalı’
Çocukların cezaevlerinde işkence, şiddet ve darba maruz kaldığının altını çizen Çiçek, çocuk cezaevlerinin kapatılması gerektiğini belirtti. Çiçek, “Yılmaz Güney’in 1983 yılında çekmiş olduğu Duvar filmini 2020 Türkiye’sinde maalesef yaşıyoruz. Çocuk cezaevlerinde o yıllarda olduğu gibi şimdiki zamanda da şiddet ve kötü muamele durumlarını görüyoruz. Çünkü infaz memuru bir yetişkine karşı oluşturamadığı tahakkümü çocuk üzerinde rahat bir şekilde kurabiliyor. Ve bu tabi ki işkence gibi ağır ihlallerden birini ortaya çıkarıyor. Bu noktada alternatif modeller konuşulup çocuk cezaevleri kapatılmalıdır” şeklinde konuştu.
Eğitim alınıp satılamaz
Eğitim-Sen Başkanı Feray Aytekin, eğitimde yaşama geçirilen ne-oliberal politikalar sonucunda eğitimin hak değil, ayrıcalık haline getirildiğini vurguladı. Aytekin, salgınla birlikte eğitimde yaşanan eşitsizliklerin daha da derinleştiğini ve daha fazla görünür hale geldiğini söyledi. Aytekin, “Okulların açılması ile ilgili yaşanan tartışma da bize eğitimde çocuğun üstün yararının değil, siyasi iktidarın ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bir hattın yaşama geçirildiğini bir kez daha net bir şekilde gösterdi. Dünyada da neoliberal politikaların hızla yaşama geçirildiği ülkelerde ABD, İngiltere örneklerinde de görüldüğü üzere Türkiye’de de eğitimle ilgili yürütülen tartışma sermayenin ve siyasal iktidarların çıkarlarını ve devamını savunanlarla; eğitimin alınıp satılamaz temel bir hak olduğunu ve eşitlik ilkesinin esas alınması gerektiğini savunanlar arasındaki tartışma eğitim mücadelesinin politik bir mücadele olduğu gerçekliğini bir kez daha kanıtladı. Yoksullar, dezavantajlı tüm kesimler açısından eğitim hakkının tamamen ellerinde alındığı bir süreç yaşanıyor salgınla birlikte. Yoksul ailelerin çocukları, kız çocukları, mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılan, özel eğitim gereksinimi olan, anadili Türkçe olmayan, mülteci çocuklar açısından eğitimden kopuşun her geçen gün hızlandığı günleri yaşıyoruz” dedi.
‘Eşitsizlik derinleşiyor’
Türkiye’deki eğitim sisteminin sınıfsal, etnik, coğrafi olarak eşit olmadığına dikkat çeken Aytekin, çocukların anadilde eğitim hakkından yararlanamadığının altını çizdi. Aytekin, “Yoksul bir ailenin çocuğu için eğitim ‘hak’ olmaktan tamamen çıkarılmış durumda. Bir çocuk yoksul ve kız çocuğu ise bu eşitsizlik daha da derinleşiyor, anadili Türkçe değilse bir de mülteci bir çocuk ise eşitsizliğin ulaştığı boyutun en derin ve geri dönülemez halini yaşıyor çocuklar. Kamusal eğitimin hak olmaktan çıkarıldığı, okulların uzun süre kapalı kaldığı ülkelerde de çocuklar ya sermayenin ucuz iş gücü haline geliyor, çocuk işçiliği artıyor, ya da köktenci grupların hedefi haline geliyor, çocuk evlilikleri, çocuk istismarı ciddi boyutlara ulaşıyor” dedi.
‘Okula dönemeyecekler’
Aytekin, dünya genelinde 11 milyon kız çocuğu salgından sonra okula geri dönememe riski ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekti. Aytekin, “Dünya genelinde 15-19 yaş aralığındaki her 4 kız çocuğundan biri ne okulda, ne de işte. BM ‘Mülteci Eğitimi İçin Bir Araya Geliyoruz’ raporuna göre Türkiye’nin de içinde olduğu 12 ülke toplam mülteci nüfusu olan 20, 4 milyonun yarısından fazlasına (10. 539.446) ev sahipliği yapıyor. Okula erişim ve devamda mülteci çocuklar ciddi sorunlar yaşıyor. Okullar yeniden açıldığında mülteci kız öğrencilerin yarısından fazlasının okula geri dönemeyeceği belirtiliyor” bilgisini paylaşıyor.
‘Yeni gerici rejim inşası’
AKP’nin eğitim sistemini defalarca kez değiştirerek yeni bir rejim inşa etmeye çalıştığını vurgulayan Aytekin, “Okullaşma politikasından müfredat, sınav sistemi değişikliklerine, öğretmen yetiştirme ve istihdamı politikalarından akademinin hedef alınması uygulamalarına kadar eğitim ‘yeni rejimin’ ihtiyaçları doğrultusunda dizayn edilmeye çalışıldı. Dinselleştirme ve piyasalaştırma politikaları da birbirini besleyen, güçlendiren iki temel hattır. Milli Eğitim Bakanı’nın son açıklamalarından müjde olarak ilan edilen otellerin, fabrikaların içerisine meslek liselerinin kurulacağının açıklanması, eğitim kurumu olması gereken meslek liselerinin sermayenin ucuz iş gücü istihdamı olarak görülmesi, her öğrencinin üniversite eğitimi almasına gerek olmadığının, meslek liselerinin ‘iş garantisi’ olduğu kurumlar olarak ilan edilmesinin siyasi iktidarın kamusal eğitim hakkına bakış açısının somut fotoğrafıdır” dedi.
Kamusal eğitim
Yoksul ve ezilen kesimlerin cemaat ve tarikatlara mahkum edilerek çocukların eğitim hakkının elinden aldığını belirten Aytekin, “Aladağ’da, Kulp’ta; Taşkent’te, Karaman’da yaşadığımız toprakların her yerinde köy okullarının kapatılması, çocukların kamusal eğitim hakkının ellerinden alınması, eğitimin piyasalaştırılması sonucunda çocukların cemaat yurtlarına mecbur bırakılması, umutlarını, hayallerini, yaşamlarını kaybetmesine neden olan yüreğimizi kanatan onlarca yaşadığımız olay kamusal eğitim mücadelesinin ne kadar yaşamsal bir mücadele olduğunun ispatıdır” diye konuştu.
Sonuna kadar mücadele edeceğiz
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, çocuğa yönelik şiddet ve cinsel istismar vakalarının giderek arttığına dikkat çekerek AKP’nin erken yaşta çocuk evliliklerinin önünü açmak istediğini ve “tecavüzcülere af” çıkarmak istediğini vurguladı. Güllü, kadını ve çocuğu şiddet, istismar ve tecavüze karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin önemini hatırlattı. Güllü, “Türkiye’de 2016′ da Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği resmi nikah olmadan dini nikah kıyılamaz maddesinin çocuk evliliklerinin önünde bir engelinin kalmadığını gösterdi. Aynı yıl erken yaş evliliklerinde fail olanların cezalarının af edilmesi için af genelgesi gündeme geldi. 2016 yılından itibaren Türkiye’de erken yaşta evliliğin önüne set çekmek yerine bu engeli aşmak adına çalışan bir iktidar görüyoruz. Bu mücadeleye, İstanbul Sözleşmesi’ne yoluna döşenen taşlardan birisidir. İstanbul Sözleşmesi’nin ana maddelerinden biri her ne olursa olsun kadın ve çocuğa yönelik şiddet, cinsel istismarın tecavüzün tacizin olmaması noktasında iktidarların ve yönetimlerin bir söz vermesi demektir. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasını isteniyor. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Raporu’nda Kars’ta erken evlilik yaşının 10 yaşa kadar düştüğünü biliyoruz. Hala bir çocuk bakanlığı yok. Çocuk bakanlığının kurulması elzemdir. Bir çocuk acil yardım hattı yok. Bizler, her zaman çocukların yanında olacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Kadınlar ve çocuklar yaşadıkları şiddet, cinsel istismar, taciz gibi durumlarda acil yardım hattı telefonumuzdan bizlere ulaşabilirler. (Tel:0212 656 96 96)” dedi.