Birleşik Krallık ya da Britanya (Türkçe’de yaygın kullanımı nedeniyle “İngiltere” diyeceğiz), 2016’da bir referanduma giderek Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararı aldı. “Brexit” olarak nitelenen bu çıkışın tarihi olarak 29 Mart 2019 belirlendi. Ama henüz ayrılma koşulları üzerinde anlaşılmış değil. Başbakan Theresa May, ocak ayında Muhafazakar Parti içi muhalefetin de katılımıyla Brexit koşulları oylamasında Parlamento’da benzeri görülmemiş bir yenilgi aldı. Muhalefetteki İşçi Partisi’nin hemen bastırdığı güven oylamasını ise beklendiği üzere kazandı ve başbakanlığını sürdürüyor.
2016 Brexit referandumu yoğun bir yabancı düşmanlığı manipülasyonu altında, düşük bir katılımla ve yüzde 4 gibi küçük bir farkla (yüzde 52-yüzde 48) kazanıldı. AB’ye aktarılan paranın ülke içinde kalarak refah toplumunu geliştirmek için kullanılacağı, Doğu Avrupalıların ülkeye akın ederek İngiltere yurttaşlarının işlerini ellerinden aldığı yolundaki demagojinin mesnetsizliği, geçen üç yıl içinde kamuoyu nezdinde belirgin hale geldi. Bunların tersine, İngiltere yurttaşlarının Avrupa içinde serbest dolaşım ve çalışma haklarının kısıtlanması, hatta kısa vadede de olsa, çoğu Avrupa’dan gelen gıda maddelerinde bir kıtlık yaşanması gibi sonuçlar bile söz konusu. Ayrıca, yeni bir referandum durumunda AB yanlısı kesimin çok daha yüksek bir katılım göstereceği ortada. Böylelikle karar tersine dönebilir.
Bu uygun ve olgun momentte, İşçi Partisi de dahil olmak üzere parlamentodaki hiçbir partinin, ikinci bir referandum önerisinde bulunmaması dikkat çekici. Görünen o ki, siyasal elitler, iktidar ve muhalefetteki bütün kanatlarıyla, muhtemelen halk iradesi hilafına ülkeyi AB dışına taşımakta ısrarlı. Bu nedenle, Murat Belge’nin “birbirinin kafasına tabak çanak fırlatan akademisyenleri” veri alarak vardığı “sorumsuz popülistler, Britanya’yı AB’den çıkararak bir ‘kimlik krizi’ yaratıyor” yargısı pek bir şey açıklamıyor (“Brexitten İç Savaşa”, T24, 1 Şubat 2019). Bu “empresyonist” yargının ötesinde bir analiz için, İngiltere’nin AB üyeliğinin kısa bir soykütük araştırması ile başlamak gerekiyor.
İngiltere, AB’nin kuruluş süreci içinde başından itibaren yer aldı. Ama bu yer alış, diğer AB ülkelerinden her zaman farklı, “Euro-scepticism” (AB’ye yönelik kuşkuculuk) denilen bir niteliği hep içinde barındırdı. İki temel nokta dikkat çekici: Birincisi, AB ülkelerine girişte ortak vize uygulaması getiren Maastricht Antlaşması’na imza atmadı. Bu, AB vizesi dışında ayrı bir vize uygulaması yani İngiltere’nin bir ada devleti olarak kendi sınır kontrolünü sürdürmesi demek. İkincisi, euroyu kendi para birimi olarak kabul etmeyi reddetti ve pound’la devam etti. Avrupa ülkeleri ve AB yönetimi, yatay genişleme yerine dikey örgütlenmeyi güçlendirme gereğine vurgu yaparken, İngiltere, Türkiye’yi de içine alacak biçimde genişlemeden ve gevşek örgütlenmeden yana tavır koydu. Öte yandan yatay büyüme ile birliğe dahil olan Doğu Avrupa ülkelerinden gelen işgücü göçü, Brexit propagandası için önemli bir manipülasyon malzemesiydi.
Para birimi ve sınır denetimi anlamında fiilen tek ülke haline gelmiş olan AB, İnsan Hakları Sözleşmesi’nden bir adım ileri atarak ortak bir Anayasa oluşturma aşamasına gelmiş bulunuyordu. Almanya merkezli Avrupa Merkez Bankası birlik içi finansal denetimi giderek artırırken, iç güvenlik işbirliği yanında, bir de ortak ordu ve silah sanayi oluşturma doğrultusunda adımlar atılmaktaydı. İşte Brexit kararı, bir süper güç olma yolundaki bu gidişatın belirginleşmesi ile birlikte gündeme geldi: Gücünü Alman sanayisinden alan, siyasal kararların Fransız etkisi yüksek bir Avrupa Parlamentosu’nda alındığı yeni bir global süper devlet oluşumu. İngiltere’nin çekilmesi bu süreci aksatmak yolunda elzem bir adım olarak görülüyor. Geri okunduğunda, İngiltere’nin AB projesi içindeki varlığının kolektif bir “oyun kurucu” yerine hep “oyun bozucu” bir etki taşıdığı iddia edilebilir. İngiltere, ABD’den bağımsız bir ekonomik, siyasal ve askeri birliğin oluşumu içinde belirleyici bir rol oynayabildiği sürece AB içinde kaldı; birlik sürecinin her aşamasında geciktirici hamleler yaptı ve belli ki gidişatı önlemenin olanaksızlığı belirgin hale geldiğinde çekilme yoluna gidiyor. Brexit, ilk bakışta İngiltere açısından dezavantajlı gibi görünse de AB’yi oldukça uğraştıracak ve istikrarsızlaştıracak yeni bir engelleyici hamle olduğu da ortada.
Bugün İngiltere Parlamentosu’ndaki anlaşmazlık, Birleşik Krallık’a bağlı Kuzey İrlanda ile AB üyesi İrlanda devleti arasındaki sınırın statüsü üzerinde yoğunlaşmış görünüyor. Bu görünüşün ardında neler yattığının ipuçları ise bu yazının başlığında verildi. Analiz, önümüzdeki hafta sonuçlandırılacak.