AKP, yargı alanında tam hâkimiyet kurma amacıyla “Çoklu Baro Yasası’nı” el çabukluğuyla meclisten geçirme telaşında. 2010 Anayasa referandumu öncesi “yargı üzerindeki vesayet ortadan kalkacak” propagandası yapan AKP’nin Cemaat desteğiyle yargıyı nasıl boyunduruk altına aldığına herkes şahitlik etmişti. “Askeri vesayet” vb. argümanlarıyla eski devletin sahipleri sahneden kovulurken, eski devletin bütün otoriter mirasıyla birlikte suçları da üstlenilerek “Yeni Türkiye” ilan edildi. Askeri vesayet yerine konulan partili militarist vesayetle böylece tanışmış olduk. 15 Temmuz darbe girişimine kadar rejimin eski sahipleri örselendiler fakat 15 Temmuz ile birlikte Saray rejiminin ortağı olarak eski pozisyonlarına geri döndüler. Makyajı tazelenen 12 Eylül rejiminin yeni adı “Saray rejimi” artık.
Devlet aygıtlarının ele geçirilmesi süreci bütünüyle tamamdı. Basın, yayın, TV alanında birkaç küçük adacık dışında Saray’ın hâkimiyeti tam. Tüm bunlara rağmen AKP-MHP’nin düşüşü devam ediyor. Para, silah, medya gücü toplumsal rıza üretmek için yetmiyor. AKP eliti de mütemadiyen ‘neden kültürel hegemonya kuramadıklarından’ yakınarak, bu durumdan rahatsızlığını dile getiriyor. Sivil alanların tamamında AKP’ye muhalif olanların ağırlığı hissediliyor, TBB Başkanı M. Feyzioğlu çıkar karşılığında Saray’a iltica etmiş olsa da avukatlar direniyor. Doktorlar, mühendis odaları yasal kıskaca rağmen direniyor. “Çoklu Baro” saldırısı sadece avukatları hedef alıyor görünse de meslek örgütlerinin tamamına karşı saldırının başlangıcı olacak. Baskı, rüşvet ve seçimle alınamayan meslek örgütlerinin “ya benimsin ya kara toprağın” zihniyetiyle tasfiyesi söz konusu. Avukat örgütlerinin tasfiyesi adalet alanındaki son kaleyi yok ederken, mimar-mühendis odalarına yapılacak tasfiye saldırısı ekoloji, kentleşme politikalarını daha neoliberal hale getirecek. Türk Tabipler Birliği’nin sağlıkta özelleştirme ve savaş politikalarına karşı duruşu AKP’yi rahatsız ediyor. Saray bahçesinde hazır ola geçmeyen herkes ve her kurum hedef olmaktan kurtulamıyor.
Tutuklu avukatlar ve savunmanın sınırlandırılması “Çoklu Baro” saldırısının ön hazırlıklarıydı. TBB ve barolar tutuklu avukatlar için dişe dokunur bir tepki vermedi. “Terörist” olmakla suçlanandan uzak durarak tehlikeyi savuşturacaklarını zannettiler ama AKP, baroların sessizliğinin zayıflık olduğunun farkına vardı. ÇHD, ÖHD, HHB, EHB üyesi ve birçok devrimci-demokrat avukat planlı bir saldırı sonucunda tutuklanırken baroların çoğu susmayı tercih etti. Adil yargılanma talebiyle ölüm orucunda olan Ebru Timtik’e, Aytaç Ünsal’a hâlâ esaslı bir destek açıklanmamış olması “Savunmaya Özgürlük” talebine gölge düşürüyor. İlkeler üzerinden oluşturulmayan muhalefet, Saray’ın kurguladığı sınırlar içinde sıkışıp kalıyor. Kürt sorununu, herkes için adalet talebini kavramamış, mücadeleyi ilkeler üzerine oturtamamış muhalefetin düşünce dünyasındaki zincirler Saray rejiminin saldırıları karşısında ayaklarda zincire dönüşüyor.
12 Eylül Anayasası’nın bütün baskıcı nimetlerinden yaralanan AKP, Anayasa’da kırıntı olarak bulunan hakları ya fiilen engelliyor ya da değiştiriyor. AKP için her şeyin serbest, ona biat etmeyenler için her şey yasak ilan ediliyor. AKP, ABD’nin demokrasi götürme iddiasıyla yakıp yıkması gibi “Demokratik baro” söylemleriyle temel hak ve özgürlükleri kökünden dinamitliyor.
Sonuç olarak, baroların ve avukatların direnişi, bir kez daha AKP’nin riyakârlığını ifşa etti. AKP’nin hukuktan bahsederken aslında, kendi iktidarı ve çıkarları ile ilgili şeylerden bahsettiğini AKP’ye serbest olanın sana/bANAYASAK olduğunu bir kez daha görmüş olduk.