“Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır.”
Başyargıç Roland Freisler (Berlin, 1942)
Erdoğan’ın ‘gerçek’ siyasal gündeminin son tezahürlerinden biri, Anayasa Mahkemesi üzerinden yaşanan tartışma oldu. 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM kararını uygulamayı reddetmesi, Anayasa’nın bağlayıcılığını da reddetmek anlamına geliyor. Yargı erkinin resmen saray vesayeti altına girme sürecinin düğmesine basılıyor. Artık bütün hakimlere, Roland Freisler’dan ilham almaları talimatı verilmiş bulunuyor: “Bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı Reis değerlendiriyor olsa nasıl karar vereceğine inanıyorsanız o yönde bir karar vereceksiniz.”
Yakın dönemdeki birçok siyasi davada olduğu üzere hakim Akın Gürlek kullanılarak yapıldığı iddia edilen bu saray müdahalesinin, Erdoğan’ın yeniden seçilmek ve mümkünse seçimleri askıya alarak ömür boyu başkan kalmak amacıyla Siyasal Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nda yapmak zorunda olduğu değişikliklerin önündeki Anayasa engelini kaldırmayı hedeflediği düşünülüyor. Ama üç AYM üyesinin önümüzdeki üç ay içinde yaş haddinden emekli olacağı ve yerlerine bizzat Erdoğan tarafından yeni hakimler atanacağı göz önüne alındığında böyle bir kaygının geçersizliği ortaya çıkacaktır. Erdoğan, Ocak 2021 itibarıyla zaten AYM’nin tek hakimi olacak.
Öyleyse AYM’ye yönelik bu saldırganlık ne anlama geliyor? Akıllara ilk olarak, Süleyman Soylu/Devlet Bahçeli cephesinin temsil ettiği “güvenlikçi otoriter doktrin” ile AYM başkanı ve üyeleri tarafından işgal ettikleri konum gereği hala savunulduğu farz olunan “hukukun üstünlüğü doktrini” arasında yine yakın dönemde tırmandırılan tartışma gelecektir. Ama dikkatli bir bakış, Bahçeli’nin telaffuz ettiği Divan-ı Ali önerisinin halihazırdaki AYM’den yapısal ve işlevsel herhangi bir farkı olmadığını; aynı kurumu yeniden adlandırmaktan öte bir anlam taşımadığını ortaya koyacaktır.
Bu veriler alt alta toplanarak son dönemin “çoklu baro” dayatması ve TTB yönetimini hedef alan saldırganlık gibi gelişmelerle birlikte ele alındığında, aslında ülke kamuoyunun kapsamlı bir anayasa değişikliğine hazırlanmakta olduğu görülebilir. Yakında Devlet Bahçeli tarafından, başkanlık sistemine göre yazılmış yeni bir kurucu anayasanın milletin bekası bakımından elzem olduğunun ifade edilmesi sürpriz olmayacak. Meclis aritmetiğinin böyle bir hamleye izin vermediği doğrudur ama her iktidarın bu tür pürüzleri aşma yöntemleri olduğu da (milletvekili transferi, olmazsa hileli referandum, vb.) öyle.
Bütün bunlar mümkün iken, Erdoğan’ın AYM ile kavga etmeyi tercih ediyor olmasının, sıkça başvurulduğu üzere kamuoyunu meşgul edecek bir yapay gündem yaratma amacı taşıdığı öne sürülebilir. Nazi iktidarının siyaset ve hukuk kuramcısı Carl Schmitt, bu kanıya şiddetle itiraz ederek bu tavrın etkili bir devlet kurmanın sembolik bir tezahürü olduğunu söyleyecektir. Schmitt’e göre etkili devlet; anayasa, yasalar ve antlaşmalarla zincirlenmemiş gerçek bir Egemen’e ihtiyaç duyar. Gerçek bir Egemen önder için hukuk düzeni kucaklanacak bir ilke değil, aşılması gereken bir engeldir. Egemen, iktidarını bir “istisna hali” üzerinden hukuku askıya alarak kurar ve bu istisna halini sürekli kılarak kendi iktidarının kuralı haline getirir. Siyasal iktidar, sürekli yeniden üretilen bir biz ve onlar karşıtlığı ve çatışması üzerinden varlığını kazanır ve sürdürür.
AKP iktidarı altındaki Türkiye tarihi bir istisna halleri silsilesi olarak okunduğunda anlam kazanacaktır. Önce Ergenekon ve Balyoz tasfiyeleri, ardından Kürt hareketi ile barış girişimine karşı cihatçı terör dönemi, hemen ardından FETÖ tehdidi ve darbe girişimi; Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve en son Ermenistan ile yaratılan dış çatışmalar ve hepsinin üzerine adeta “Allahın bir lütfu” olarak korona salgını… Hiç bitmeyen bir istisna halleri silsilesi. Erdoğan, korona salgınının ilk günlerinde, “umduğumuzdan da güzel bir tablo bizi bekliyor” müjdesini vermişti.
Bugün, Türkiye’deki siyasal iktidarın ilham aldığı model açısından Egemen olmak, Anayasa değişikliğini değil hukuku ve Anayasa’yı askıya alma gücünün gösterisini gerektiriyor.