Eğitim Sen Genel Başkanı Kurul, bütün ortaokul ve liselerde ana sınıflarının açılmaya başlandığına ilişkin duyumlar aldıklarını ve bu iddiaları teyit etmeye çalıştıklarını belirtti. Kurul, ‘Bunları imam hatip ortaokul ve liselerde daha yaygın biçimde uygulayabileceklerini tahmin ediyoruz’ dedi
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Başkanı Nejla Kurul, 2021-2022 eğitim-öğretim döneminin ilk yarıyılına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Salgına rağmen, derslerin kalabalık sınıflarda işlendiğini, yardımcı personel eksikliğinin ise önemli bir sorun olmaya devam ettiğini belirten Kurul, imam hatip ortaokul ve liseleri karşısında, akademik okulların ayrımcılığa maruz kaldığını ifade etti. Kurul, bugünlerde ülke genelinde ortaokul ve liselere ana sınıfları açılmaya başlandığına ilişkin iddialara da dikkat çekti.
En uzun süre kapatan ülke
Koronavirüs nedeniyle bir buçuk yıl süreyle uzaktan/çevrimiçi olarak yapılan eğitim, 6 Eylül 2021’de yüz yüze yapılmaya başladı. Okullarda salgına karşı alınmayan önlemler ise eleştirilere neden oldu. Salgında yüz yüze eğitim sürecini değerlendiren Kurul, şunları söyledi: “Eğitim Sen salgın sürecinde birbiri ile bağlantılı üç stratejiyi benimsedi. Birincisi öğrencilerin eğitim hakkının yaşama geçirilmesi, ikincisi eğitim ve bilim emekçilerinin sağlıklı ve güvenli bir ortamda, insan onuruna yaraşır ücretlerle çalışma hakkının sağlanması ve üçüncü olarak toplum sağlığı için önlemlerin alınması. Bu üç amaçla da bağlantılı olan cümlemiz eğitim emekçilerinin aşılanmasının da başlamasıyla “Önlemleri alın, okullarımızı açık tutun’ oldu. Ancak dünyanın okullarını en uzun süre kapalı tutan ülkesi olduk.”
Kalabalık sınıflar, mesafesiz ortam, personel eksikliği…
Salgın sürecinde okulları açık tutmanın, gerekli önlemler alınarak mümkün olabileceğini, bunun koşulunun ise hem öğrenciler hem de öğretmenler için eğitim ortamlarını yüz yüze eğitime hazırlamak olduğunu söyleyen Kurul, “Pandemide okulları açık tutmak için alınması gereken temel önlemler belli idi: Eğitim yatırımlarını artırarak yeni okul ve derslik inşa etmek, yeni derslikler dikkate alınarak en az yüz bin civarında öğretmen, yardımcı personel, okulda işyeri hekimi veya sağlık personeli istihdamı. Bunlar kamusal eğitimin niteliğini yükseltmek için değil, sadece okulları salgında açık tutmak için gereken önlemlerdi. Ancak 2020, 2021 ve hatta 2022 yılı için Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinde bu hedefleri karşılayarak ödenek ayrılmadı. 2021-2022 eğitim ve öğretim yılının ilk yüz yüze yarıyılını okulların büyük bir kısmında kalabalık sınıflar, aynı sırada mesafesiz oturan öğrenciler, yardımcı personel eksikliği içinde geçirdik” ifadelerini kullandı.
‘60 öğrencili sınıflarla karşılaştık’
“Türkiye’de dersliklerde öğrenci sayısının 20-25 olması gerekirken, tüm şubelerdeki dersliklerin yarısından fazlasında ortalama 37 öğrenci olduğunu görüyoruz. İl ve işyeri gezilerimizle sınıf mevcudu 48, hatta Urfa’da 54 olan ilkokul birinci sınıf öğretmenleri ile konuştuk. Hatta bazı illerde 60 öğrencili sınıflarla karşılaştık ki bu sınıflar büyük ölçüde kent yoksullarının olduğu yerlerdeler. Yanı sıra merkez okullar dediğimiz, velilerin nitelikli okul algısına sahip olduğu okullarda yığılma olduğu için buralarda da ortalama derslik başına öğrenci sayısının 40’lara ulaştığını gözlemledik. Bu rakamlardan anlaşılıyor ki öğretmenler bu kalabalık sınıflara girdiklerinde neredeyse iki ya da üç öğretmenin yapacağı işi tek başına yapıyorlar.”
Yardımcı personel yetersiz
Okullarda yardımcı personel eksikliğine de dikkat çeken Kurul, “Maske, mesafe, hijyen diyoruz ama bugün hijyeni sağlayacak yardımcı personel yetersiz” diyerek, okulların çoğunda bir, bazılarında iki yardımcı personel bulunduğunu ifade etti: “Bine yakın öğrencinin her 50 dakikada bir teneffüse çıktığı tuvaletleri bunların yarısını kullandığını düşünün. Bu görevliler sadece tuvaletleri, koridorları temizleseler bile bir ya da iki yardımcı personelin yetmesi mümkün değil.”
Eğitim bütçesi azaldı
Kurul, 2022 yılı eğitim bütçe görüşmelerini de hatırlatarak, öğrenci sayılarına nazaran, eğitime ayrılan bütçenin artmadığını, aksine azaldığını ifade etti. “Pandemiyi görmeyen ve yok sayan bir siyasal iktidar var” diyen Kurul, şunları ekledi: “Bütçe anlamında da gerekli eğitim yatırımlarını yapmayan, eğitim ortamlarını fiziksel olarak hazırlamayan, toplum sağlığı açısından çok önemli olan aşı ve benzeri çalışmaları yaygınlaştırmayan, bunu kendiliğinden bir süreç olarak görüp, ‘toplum bağışıklığı öylesine sağlansın’ diyen bir yaklaşım var. Bu nedenle resmi rakamlara göre her gün 150 ve daha fazla insanımız yaşamını yitiriyor.”
Okullarda aşılama gündeme gelmedi
Pandemi sürecinde okullarda aşılamaya ilişkin herhangi bir adım atılmazken, öğrenci ve öğretmenler salgınla baş başa bırakıldı ve farklı kentlerde çok sayıda sınıf, geçtiğimiz yarı yıl içinde vakalar nedeniyle kapatıldı. Nejla Kurul, sağlık emekçileri ve TTB’nin 12 yaş üzeri çocukların da yaygın bir biçimde aşılanması gerektiği açıklamalarını hatırlatarak, “Bunun için önce toplumu bilinçlendirme ve yerinde hizmet vererek aşılanmayı kolaylaştırma” dediğimiz, örneğin anne ve babaların izniyle okulun içinde aşılama faaliyetinin artırılması gerekiyordu. Hatta öğretmenlerimiz için hatırlatma dozunun en yakın yerde verilmesini sağlayarak bunu başarabilirdik. Ama bunlar yapılmadı” ifadelerini kullandı.
Boş kalan imam hatiplere avantaj
Pandemi sürecinin, okullar arasındaki ayrımcılığı da ortaya çıkardığını vurgulayan Kurul, imam hatip ortaokulları ve liselerinde, derslik başına öğrenci sayılarının 15-20 civarında olduğunu, bu okullarda bazı katların neredeyse boş kaldığını belirterek, “İmam hatip ortaokul ve liselerinin birleştirilip, boşalan okul binalarının diğer akademik ortaokullar ve liselerin kullanımına ayrılması söz konusu olabilecekken, siyasal iktidarın, dinselleştirme çabalarının bir parçası olarak, kapatılan Gülen cemaatinin ‘gözde okulları’ından sonra imam hatip ortaokul ve liselerini ‘gözde liseler’ve ortaokullar’ olarak velilere göstermek ve buraya öğrenci sağlamak için bir çabanın içine girdiğini biliyoruz” diye konuştu. Kurul, bununla birlikte 17 bin kapatılmış köy okulu bulunduğunu ve bu okulların açılarak, küçük yaş gruplarının kendi köyünde bu okullara devam etmesi gerektiğini belirterek, “Merkez okulların ise büyük yaş gruplarına örneğin liselere ayrılmasının sağlanması, fiziksel mekan kazanmak açısından yararlı olacaktır” diye konuştu.
‘MEB, verilerin paylaşılmaması için baskı yapıyor’
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, okullarda salgına ilişkin verilerin açıklanmasını istemediğini ve bu konuda müdürlere baskı yapıldığını dile getiren Kurul, şunları söyledi: “Bu bilgileri paylaşmayın, sizde kalsın, merkez olarak biz bilelim, biz önlemleri alalım’ diyorlar. Hani yerindelik kararı vardı? Örneğin Ankara için Valilik, gerekli koordinasyonu sağlayarak, okullara dair ders süresinin azaltılması gibi çeşitli önlemleri alabilecekken, karar süreci merkezileştirildi. Kaç öğrenci hastalandı, kaçı karantinada, kaç sınıf kapatıldı, bu bilgiler, okulun bileşenleri ile paylaşılmadığı için sendikamıza da ulaşmıyor. Hem kamuoyu bilgilendirilmiyor hem ‘önlemleri kendileri alsınlar’ deniyor. Etkin, yeterli önlemler almayan siyasal iktidarın yanlış eğitim politikaları nedeniyle sınıflarımız kapatılıyor.”
‘Öğretmenlik Meslek Kanunu ayrımcılığı artıracak’
Meclis Eğitim, Kültür Gençlik Komisyonu’ndan geçen ve tartışmalara yol açan Öğretmenlik Meslek Kanunu Tasarısını da yorumlayan Kurul, tasarı ile öğretmenler arasında eşitsizlik ve ayrımcılığın artacağının, “eşit işe eşit ücret” ilkesinin ihlal edileceğinin ve okullarda çalışma barışının bozulacağının altını çizdi. Tasarının, Anayasa’ya aykırı pek çok yönü olduğunu, yasama organının işlevlerinin MEB’e ya da yürütmeye bırakıldığını ifade eden Kurul, 13 maddeden oluşan tasarının öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin sorunlarını çözebilecek kapsamlı ve çok yönlü bir öğretmenlik meslek kanunu olmadığını söyledi: “Sözleşmeli öğretmen, kadrolu öğretmen ve ücretli öğretmenlik ayrımlarına bu tasarı ile öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen ayrımları eklenmiş oluyor.”
‘En basit sendikal çalışma bile suç sayılacak’
“Tasarıda eğitim emekçilerini eleyecek yeni bir eleme mekanizması kuruluyor. En basit sendikal çalışmalar bile suç haline getirilerek, kişilere ceza verilebilecek, sendikal örgütlenme hakkımız olumsuz etkilenecektir. Kademe ilerleme cezası, aylıktan kesme cezası almamış olmak gibi bir kriterler koyarak uzman ve başöğretmenliğe başvuru sürecinde ayrımcılığa yol açacak yollar üretiliyor. Mülakat ve benzeri süreçlerle mesleğe girişte bir eleme yapıyorlar. Başvuru süreçlerinde de benzer ayrımcı politikaları sürdüreceklerine ilişkin kanaatimiz var. Böylece öğretmenlerin işe alınma, atama ve yükseltme süreçlerinde hem de KHK ihraçları gibi öğretmenlerin işine son vermelerinde ayrımcı politikalar daha da yaygınlaşacak ve artacaktır. Bir de KPSS ile adaylar 95 alsa bile mülakatlarda yazılı sınav sonuçları yok sayılarak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonrasında, kişinin bile neyle suçlandığını bilmediği bir süreçle elenmesi söz konusu oluyor. Kamu emekçileri alanında, iktidarın yanında yöresinde sessiz, suskun kalan kişileri sisteme dahil etme, gerisine ayrımcılık uygulayarak onu kamu görevine almama, kamu görevinde ayıklama, kamuda etkin konumlara ulaşmasını engelleme gibi görece demokratik ülkelerde siyasal iktidarların asla cesaret edemeyeceği insan hakkı ihlalleri yaşanıyor.”
Eğitim Sen’e 8 bine yakın yeni üye katıldı
Öğretmenlerin 1966’da imzalanan ILO-UNESCO Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi Kararında da ifade edildiği gibi toplumsal sorunlarla ilgilenen, toplumu ilerleten toplumsal özneler olduğunu bu sebeple baskılara maruz kaldığını söyleyen Kurul, “Susun, konuşmayın, evden işe işten eve bir hayat sürdürün, sendikalara, gerçek sendikal mücadele, sınıf mücadelesi sürdürenlere yaklaşmayın’ diyen bir anlayışla örgütlenme özgürlükleri engelleniyor. İfade özgürlükleri engelleniyor, öğretmenlerin bir aydın olarak konuşma özgürlükleri engelleniyor ve bütün bunlar iktidarın keyfine göre işliyor. Yasal gibi gözüken bir dolu şeyin meşru olmadığını biliyoruz. Ancak öğretmenlerimizin emek, demokrasi ve barış mücadelesinden vazgeçmeyeceğini düşünüyoruz. Göstergesi son birkaç ay içinde Eğitim Sen’e üye olan 7.600 eğitim emekçisi” dedi.
‘Demokratik cumhuriyetin inşasında önemli işlevleri var’
“Tüm eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük haklarını ileriye taşıyan güçlü bir sendikal mücadeleyi geriletmek için eğitim emekçilerini bu tasarı ile de bölmek ve yönetmek isteyen siyasal iktidarın eğitim ve bilim emekçilerini sadece görevinde kalabilmek, atılmamak, gündelik hayat içinde küçük çıkarları karşılamak ve tüm öğretmenlere insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmesine yetecek bir ücret vermek yerine eleyerek bir kısmına ücret artışı yapmakla ilgilenen yandaş sendikalara yönlendirdiği bir süreçle karşı karşıyayız. Ama öğretmenlerimizin buna rağmen emekten yana mücadele yürüten, ekonomik, demokratik haklarını ilerleten Eğitim Sen’e katılarak güç vereceğine inanıyoruz. Demokratik, sosyal, laik, emekten yana, doğadan yana, bir cumhuriyetin inşasında çok önemli işlevleri olduğunu biliyor öğretmenlerimiz.”
‘İktidar, KHK ihraçlarıyla yetinmedi’
Kurul, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yapılan ihraçlara da değindi. KHK’ler ile 130 binin üzerinde kamu emekçisinin işinden ihraç edildiğini, KESK bünyesinde ihraç edilenlerin sayısının ise 4 bin 360 olduğunu hatırlatan Kurul, sürece ilişkin şunları aktardı: “Barış akademisyenlerinin neredeyse tamamının başvurusuna OHAL Komisyonu ret verdi. Sendikamız üyesi eğitim emekçilerinin hemen hemen yarısı, beş yıl sonra işine iade edildi. Bu, adil yargılanma hakkının olmadığı ortamda siyasal iktidarın OHAL dönemi boyunca yaptığı bu ihraçların yanlışlığını kabul etmesi demek oluyor. Adil bir yargılama süreci olsaydı, barış akademisyenleri dahil KESK ve Eğitim Sen üyelerinin tamamı görevlerine dönerdi. Ama bununla da yetinmedi siyasal iktidar, 375 sayılı KHK’nın 35. Maddesi Bakanlıklarda kurduğu “küçük OHAL Komisyonları” ile bu kez MEB tarafından Diyarbakır’da 21 üyemiz ihraç edildi. Talebimiz çok net. OHAL Komisyonu ve OHAL döneminin uzantısı tüm kurumların kaldırılması gerekiyor.”
4-6 yaş dini eğitim
MEB şurasının ardından yürürlüğe konulan 4-6 yaş grubu çocuklara okul öncesi din eğitimi verilmesi konusuna da değinen Kurul, Diyanet İşleri Başkanlığının, küçük yaştaki çocuklara verilen Kur’an kurslarının, okul öncesi eğitimden sayılması yönündeki açıklamalarını kabul etmediklerini ifade etti. Kurul, “Okul öncesi eğitimde dini eğitim, kavrayamadığı soyut söylemlerin çocukların düşünce ve duygu dünyalarını olumsuz etkileyeceği, onlarda korku ve suçluluk duyguları yaratarak sağlıklı kişilik gelişimlerini sekteye uğratacağını ifade ediyor eğitim bilimciler. Kamusal, bilimsel ve laik, okul öncesi eğitim anlayışımızı kamuoyuna anlatmaya devam edeceğiz” dedi.
‘Ana sınıfları iddiasını araştırıyoruz’
Kurul, bugünlerde bütün ortaokul ve liselere ana sınıfları açılmaya başlandığına ilişkin duyumlar aldıklarına dikkat çekti. İddiaları araştırdıklarını belirten Kurul, şöyle konuştu: “Bunu teyit etmeye çalışıyoruz. Bunları imam hatip ortaokul ve liselerde daha yaygın biçimde uygulayabileceklerini tahmin ediyoruz. Ancak iktidara şunu hatırlatmak gerekiyor: 4+4+4’ü savunurken, büyük yaş grupları ile küçük yaş gruplarını aynı okul ortamında tutmamak için grupları ayırıyoruz demişlerdi. Akran zorbalığı gibi gerekçelerle. Şimdi lise öğrenciler ile okul öncesi eğitim çocuklarına aynı mekan içerisinde bir eğitim, ki bunların hazırlıkları bile tamamlanmış değil, kapıları olmayan, tuvaletleri o yaş grubuna uygun olmayan okul öncesi eğitim kurumları açma eğilimleri içerisine girdiklerini duyuyoruz.”
‘İstismarla karşı karşıya kalıyorlar’
Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın yaşamına son vermesinin ardından yaşanan tartışmaları hatırlatan Kurul, “Enes Kara ve Akdeniz üniversitesi öğrencisinin kaldığı yurtta zalimce öldürülmesi olaylarında olduğu gibi, kamusal ve toplumsal denetim olmadığında çocukların, gençlerin dini baskı biçimleriyle, ihmal ve istismarla karşı karşıya kaldıklarını, hatta ne yazık ki yaşamlarını yitirdiklerini görüyoruz. Tüm toplumu derin bir kedere sürükleyen bu olguların mütedeyyin aileleri de rahatsız ettiğini tahmin ediyoruz. Kamusal eğitim, uygun eğitim yatırımları yapılarak çocukların ve gençlerin eğitim, beslenme ve barınma hakkının karşılanmasını sağlamak ve velilerin ve öğrencilerin siyasal İslamcı vakıf ve derneklerin tuzağına düşürmemektir” ifadelerini kullandı. Kurul, denetim konusunda siyasi partiler ile emek ve meslek örgütlerine ve yurttaşlara da görev düştüğünü ifade ederek, şunları ekledi: “Bizler mahallemize sahip çıkarsak, mahallemizdeki yapıların, oluşumların, biz yurttaş olarak çocukların eğitim hakkını engelleyen hak ihlallerine yol açan bir çalışma içinde olduğunu anladığımızda, gerekli demokratik kurumlara bilgi vermek ve bu yapılarla mücadele etmekle yükümlüyüz.”
‘Barışa, ekmek kadar, su kadar ihtiyaç var’
İktidarın “dost ve düşman siyaseti” izlemesinin, kutuplaşma ve şiddete yol açtığını belirten ve “Barış ve dayanışma nasıl bulaşıcıysa, şiddet de bulaşıcı” diyen Kurul, “Sınıf mücadelesi açısından baktığımızda şiddet, emeği adeta insan onurunu zedeleyecek bir ücrete mahkum etmeyle ekonomik şiddet olarak ortaya çıkıyor. Kadına yönelik şiddet her gün bir ya da birkaç kadının erkekler tarafından öldürülmesiyle karşımıza çıkıyor. Öbür yandan iş cinayetleri başka bir şiddet biçimi. Şiddetin farklı türleri kamu kurumlarına, okullara, üniversitelere, hastanelere kadar yayılmış durumda. Şiddet sarmalına alınmış bir siyasal iklim, şiddeti pekiştiren ve önünü açan bir etkiler yaratıyor. Bu nedenle Türkiye’de barışa, dayanışmaya özgürlüklere, farklı görüşlere saygıya, ekmek kadar su kadar ihtiyaç duyduğumuz bir dönem yaşıyoruz. Okullarımızda tüm öğretmen öğrenci ve velilerimizin birlikte barış içinde yaşama kültürünü hayat geçirmemiz gerekiyor” diye konuştu.
‘Boğaziçi’ne kayyum atamak da şiddettir’
Kayyum atamalarının da bir şiddet örneği olduğunu ifade eden Kurul, şöyle devam etti: “Boğaziçi’nin bileşenlerine saraydan rektör atamanın kendisi bir şiddettir aynı zamanda. ‘Seni yok sayıyorum demektir.’ Aynı zamanda kamu emekçilerine bugün yaşamını onurlu bir biçimde sürdürebilmesini sağlayacak bir ücret vermemek, yüksek enflasyonist ortamda ücretini, satın alma gücünü koruyamamak da bir ekonomik şiddettir. KHK’lerle ihraçlar da bir şiddettir. Türkiye böylesi bir siyasal iklim içinde acı çekiyor. Bunun panzehiri barıştır, etkin demokrasidir, emek ve meslek örgütlerinin yurttaşların etkinleşmesidir. Bir seçim atmosferi hissediliyor hemen her kesimden. Olağan bir seçim süreci içinde bu talepler arzular, dilekler açığa çıkacaktır. Emeğe ihtiyacımız var. İnsan haklarına, onurlu bir yaşam sürdürmeye demokrasiye ve barışa ihtiyacımız var.”
‘Demokrasi İttifakı büyük önem taşıyor’
Kurul, HDP’nin çağrısıyla sol-sosyalist parti ve kurumların oluşturduğu Demokrasi İttifakı’na ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. İktidarın, ‘böl ve yönet’ stratejisi karşısında güçlü ittifaklar oluşturmanın büyük önem taşıdığını belirten Kurul, sözlerini şöyle tamamladı: “Ben HDP’nin bu çağrısını olumlu olarak değerlendiriyorum çünkü bizim en önemli sözümüzdür: ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz.’ Bunun gerçek anlamda karşılığının olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Her dönemde önemliydi ama bu dönemde çok daha önemli. Birbirinden çeşitli gerekçelerle ayrıştırılanların konuşabilir olması, tartışma ve uzlaşı yolları aramasının çok büyük önemi var.”