Cumhuriyet’in ilanının üzerinden 96 yıl geçti, ancak Türklere inkar, Kürtlere isyan rolü biçildiği için çatışma hiç bitmedi. Mustafa Kemal hegemonların darbesiyle 1921 Anayasası’nı rafa kaldırırken, PKK Lideri Öcalan’ın tüm çabaları da komplolara kurban edildi
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 96. yılını geride bırakacağı bugünlerde, İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” tezi daha da anlam kazanıyor. Avukatlarından Emran Emekçi, Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” tezi ile 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikrini ilk kez 21-22 Haziran 1919 Amasya Tamimi’nde dillendirdiğini, bu ilk adımın ardından ağırlığını Kürt illerindeki delegelerden oluşacak Erzurum Kongresi’nin 10 Temmuz’da toplanması çağrısı yapıldığını hatırlatan Emekçi, “O’nu Erzurum’a götüren tarihi gerçekler var; İzmir işgal altındadır, hareketi oradan başlatamazdı. İstanbul’da kalması boğulması demektir. Zaten hakkında İstanbul hükümetinin geri çağırma-yakalama emri nedeniyle Samsun ve Amasya’da da kalamadı. Geçtiği Sivas’ta da İstanbul hükümetince yakalanması için özel olarak görevlendirdiği Ali Galip beyin takibi vardır; yakalanması an meselesidir. Mustafa Kemal için tek güvenli yer, Kürt illerinin temsilcilerinin toplandığı Erzurum Kongresi’dir. Kürt desteği Erzurum Kongresi hazırlıkları sürecinde de stratejik önemdedir” diye konuştu.
Mustafa Kemal’in Kürt ileri gelenleriyle kurduğu sağlam ilişkiler olduğunu anımsatan Emekçi, “Eğer Kürtlerle bu temaslar olmasaydı, az çok desteği alınmasaydı veya en azından karşıt bir konuma gelmeleri önlenmeseydi gelişecek olan kurtuluş hareketi ve cumhuriyet değil, İngiliz-İstanbul hükümetinin yürüttüğü Sevr ve benzerleri olacaktı” değerlendirmesi yaptı.
Atatürk’ün ‘Türk-Kürt’ sözü
Kürtlerin ağırlıklı olarak tavrını, Antep, Maraş, Urfa’da İngiliz ve Fransız işgaline karşı direnişe geçerek gösterdiğini anlatan Emekçi, delegeleriyle Erzurum Kongresi’ne katılan Kürtlerin, desteğini Mustafa Kemal’den yana kullandığını kaydetti. Emekçi, bundan sonra Mustafa Kemal’in 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi konuşmasındaki “Biz Türk ve Kürt milleti, iki halkın, milletin hakkı hukuku” sözleriyle oradan tüm Türkiye’yi kapsayan 4- 11 Eylül 1919 Genel Sivas Kongresi beyannamesinin Misak-ı Milli sınırlarına ilişkin birinci maddesine, oradan da daha açık ve net biçimde 20-22 Ekim 1919 Amasya Protokollerine yazılı ve imzalı olarak yansıdığı vurgusu yaptı.
1921’deki özerklik hakkı
İkinci Protokolde Misak-ı Milli’nin açıkça “Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı” olarak tanımlandığına işaret eden Emekçi, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bununla beraber Kürtlerin gelişmelerini temin edecek şekilde ırki ve içtimai haklarına ulaşmalarının sağlanacağı müştereken imza altına alındı. Bu gerçeklik Mustafa Kemal’in 23 Nisan 1920’de açılan Birinci BMM kürsüsünde yaptığı konuşmalarla da tekrarlanmakta ve Birinci BMM yapısına, politikasına ve cumhuriyetin ilk anayasası olan 1921 özerklik anayasasına taşırılır. Nihayetinde bu durum bizzat Mustafa Kemal’in basın toplantısı konuşmasıyla da açıkça teyit edilir. Bu konuşmasında açıkça Kürt meselesi konusunda, Kürtlerin anayasa gereği (1921 Anayasası) Meclis’te kendi kimliğiyle temsili ve yerelde de vilayet ve nahiyelerin özerkliği temelinde kendi kendini yönetme olanağına kavuştuğu söylenmektedir. Bu, bugün bile esas alınması gereken bir çözüm modelidir.”
Demokrasinin net tarifi
Bugün çokça bir slogan olarak dile getirilen “Kentimizi, mahallemizi, sokağımızı kendimiz yöneteceğiz” sloganının karşılığının aslında 1921 Anayasası’nda vücut bulduğunu kaydeden Emekçi, “Evet, 1921 Anayasası’nın birinci maddesinde geçen ‘Halkın bizzat ve bilfiil kendi kendini yönetmesi’ tam da demokrasinin net tarifidir ki, bu durum nahiye ve vilayet şuralarının özerkliği ve ilgili diğer anayasa maddeleri ile de pekiştirilen bir yerelde doğrudan demokrasi olayıdır. Ve birinci maddede geçen ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ifadesiyle birlikte düşünüldüğünde, 1921 Anayasası genelde temsili demokrasi anlamında, Meclisi işaret ederken yerelde de doğrudan demokrasiyi (vilayet ve nahiye şuralarının özerkliği) işaret etmektedir” dedi.
Gladio’nun yörüngesine geçiş
Daha o dönem demokratik Cumhuriyet hazırlığının darbelendiğini anlatan Emekçi, “Kapitalist hegemon güç İngiltere ve daha sonra ABD lehine bir darbe ve tersine çevirme sürecidir bu. Mustafa Kemal’in Demokratik Cumhuriyet projesini komplo ve darbelerle tasfiye edip, 1926- 1945 arası tek partili otoriter veya otokratik cumhuriyet dönemini yaratan ve dışarıdan kontrol eden hegemonik güç esas olarak Britanya İmparatorluğu iken 1945 ve sonrası dönemde de ABD olacaktır. 1945 sonrası ABD hegemonyası altında NATO’ya da giren Türkiye Cumhuriyeti, İngiltere korumasından ABD korumasına geçer. ABD, bu korumayı Gladio teşkilatı vasıtasıyla yapar. 1950 ve sonrası tüm askeri-siyasi yapı Gladio’nun denetimindedir” ifadelerini kullandı.
‘Öcalan çabası kazanmak’
Hegemon güçlerin ve Türkiye’deki Gladio uzantılarının Demokratik Cumhuriyet ve genel olarak Ortadoğu’da demokrasinin oturmasını çıkarlarına aykırı gördüklerinin altını çizen Emekçi, “Bir nevi 1919-23 arası Demokratik Cumhuriyetinin de komplo ve darbelerle karşıtına dönüştürülmesi sürecini, yani demokrasi sorununu ağırlaştırarak devam ettiriyorlar. Türklere inkâr Kürtlere isyan rolü verilerek çatıştırılmak isteniyor. O dönem bu politikayla Musul-Kerkük’ü aldılar, şimdi de aynı politikalarla Türkiye’yi daha fazla kendine bağladılar. Türkiye’den almadıkları taviz kalmadı. Bu kaybet-kaybet politikasıdır, kimseye yararı yoktur. Öcalan İmralı’da bu oyunun bozulması ve halklar yararına, ülke yararına, hatta devlet ve hükümet yararına olan kazan-kazan politikasını, yani Demokratik Cumhuriyeti hayata geçirmek için direniyor” diye konuştu.
‘Fırsat ve barış rolü’
Öcalan son avukat görüşmelerinde Kürt-Türk ilişkilerinin demokratikleşmesi yönündeki vurgularına da değinen Emekçi, “Öcalan tarihten beri Kürt-Türk ilişkilerinde uzlaşma yönünün ağır bastığını, bu şekilde tarih boyunca birlikte kazandıklarını ve geliştiklerini ama kapitalist hegemonyanın 19 ve 20. yüzyıllarda dayattıkları tekçi ulus-devlet milliyetçilikleriyle bu ilişkilerin bozulduğunu, Türklere inkâr, Kürtlere isyan rolü verilerek çatıştırıldıklarını, bunun bir oyun olduğunu, bu oyunun hala devam ettirilmek istendiğini, Türklerin ve Kürtlerin yine karşı karşıya getirilmek istendiğini, Kürt-Türk çatışmasının derinleştirilmesinin önüne geçmek istediğini, bu temelde halkların Demokratik İttifak blokunun, Demokratik Anayasa İttifakının geliştirilip güçlendirilmesi gerektiğini, çözüme bu şekilde gitmek için çabaladığını bir kez daha dile getirmiştir. Bu temelde fırsat tanınırsa demokratik çözüm ve barış için rolünü oynamaya, Demokratik Cumhuriyete hizmet etmeye devam edeceğini söylemiştir” dedi.
Öcalan’a hep müdahale edildi
Emekçi, 1990’lardan sonra devlet ve toplum yapısında gelişen Demokratik Cumhuriyet arayışlarına yanıt vermek isteyen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın girişim ve çabalarının da darbe ve komplolarla boşa çıkarıldığını vurguladı. Emekçi, Öcalan’ın çabalarına dönük müdahaleleri şöyle örneklendirdi: 1993 ateşkesi ve Özal’ın öldürülmesi, 1995 ateşkesi ve 6 Mayıs 1996 Öcalan’a suikast girişimi, 1 Eylül 1998 ateşkesi ve 9 Ekim 1998 uluslararası komplo, 11 Eylül 2001 komplosu, iç tasfiye girişimi, pişmanlık yasası, genişletilmiş terörle mücadele kanunu, 5 Kasım 2007 BushErdoğan gizli görüşmesi, 8 Ocak 2008 Abdullah Gül’ün ABD ziyareti ve ABD’nin ortak düşman açıklaması, hücre cezaları, 4 Mayıs 2008 ErdoğanBüyükanıt gizli görüşmesi, KCK operasyonları, Erdoğan İran anlaşması ve Kandil operasyonu, Çöktürme Planı…”
Sadiye Eser/İstanbul-MA