Son yıllarda her ocak ayında olduğu gibi bu sene de bazı kesimler Kürtçe seçmeli ders tartışmalarını yürütüyorlar. Kürt ebeveynlerin çocuklarına Kürtçe seçmeli derslerin seçtirilmesi için de kampanyalar yürütüyorlar, hatta Kürtçe seçmeli derslere ilişkin çekincelerini dile getirenleri veya bu yöntemi eleştirenleri de ‘Kürt dilini sahiplenmemekle’ suçluyorlar.
Kürtçe dilinin seçmeli ders olarak seçilmesini isteyenlerin gerekçeleri; Kürtçe seçmeli dersin bir hak olduğu, Kürtçe seçmeli ders seçilirse, Kürtçe öğretmen ihtiyacının da artacağı, üniversitelerin Kürtçe bölümlerine daha fazla Kürt dili öğretmeni yetiştirilmesini de beraberinde getirecek, Kürtçe kitap ihtiyacı, Kürtçe ticari faaliyet oranı, Kürtçe TV, film ve diğer faaliyetler için Kürtçe bilen kadro ihtiyacı da artacağı. Bu durum da Kürtçe ana dille eğitim için daha güçlü bir zemin yaratacağı iddiasıdır.
Kürtçe seçmeli dersleri eleştirenler de; devletin bu yaklaşımının samimi olmadığını, Kürtlerin inkar ve asimilasyona karşı mücadelelerini yıpratmak için göstermelik seçmeli dersleri lütuf gibi gösterdiğini, bunun bir lütuf olmadığını mücadele sonucu olduğunu. Mücadeledeki esas talebin Kürtçe öğrenmek olmadığını, kolektif bir hak olan anadilde eğitim almak ve kamusal alanda yaşatmak olduğunu ifade etmektedirler.
Bu tartışma 2011 yılında 6287 sayılı yasanın 9 maddesinde düzenlenen ‘diğer seçmeli dersler’ ibaresine dayanarak lütufta bulunulduğundan bu yana sürüyor. Bu yasada bırakalım ana dilde eğitim hakkından, dil öğreniminden bile söz edilmemiştir. Bir kısım Kürtler açısından acı olan şu ki 1889 yılında kurulan İttihat Terakki Cemiyeti’nden bu yana Turancı-tekçi devlet aklının Kürtlere yaklaşımını okuyamamış olmalarıdır. Turancı devlet aklı okunmadığı için Kürtlerin temel hakkını seçmeli ders gibi rencide edici yaklaşımı bir yasal hak(!) hatta şans olarak değerlendiriyorlar.
Öncelikle şunu görmek ve bilmek gerekir. Turancı-tekçi devlet aklının şimdiye kadar inkar ettikleri Kürtçeyi seçmeli ders olarak da olsa kabul etmeleri bir lütuf değil mücadele sonucu varılan bir eşiktir. Bu eşik Kürtler için kıymetli ama kesinlikle yeterli değildir. Kürtler ‘seçmeli ders’ meselesini fazla büyütüp ‘şirin göstermek’ yerine ana dilde eğitim hakkı mücadelelerine yoğunlaşmalıdırlar, mücadelelerini güçlendirmelidirler.
1876 Abdülhamit ve İttihat Terakki Cemiyeti’nden bu yana Turancı-tekçi devlet aklı Kürtleri asimile etme hedefi ve motivasyonuyla hareket etmektedirler. Bu yaklaşım Mustafa Kemal, Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve Erdoğan ile de devam etmektedir. Abdülhamit ve İttihat Terakki Cemiyeti Kürtlerin asimilasyonu için farklı yöntemleri tercih etmişlerdir. Abdülhamit Kürtleri zamanla Türk kimliği içinde eritme amacıyla Hamidiye Alayları’nı kurdurdu, Kürt aşiretlerinin çocuklarını İstanbul’a çekip Türkçe eğitimler aldırdı ve bazı Kürt aşiret ağalarına ve mensuplarına bürokratlık verdi. İttihat Terakki ise kaba bir Turancılıkla Kürtleri direk inkar ve asimile etme yolunu yürüttü.
Bugünkü iktidar her iki yolu da birlikte kullanmaktadır. Bazen yumuşak bir yaklaşımla bazen de katliamlarla Kürt inkarı ve asimilasyonu gerçekleştirmektedir. Kürtçe seçmeli ders meselesini de yükselen Kürt mücadelesinin önünü almak ve motivasyonunu kesmek için Kürtçeyi seçmeli ders olarak okullarda verip, Kürtlerin ağzına bal çalmak istemektedir
Kürtlerin Turancı-tekçi devlet aklını halen okuyamaması ve Kürtçe seçmeli dersi bir kazanç olarak görmesinin toplumsal özgüvenlerinin yitirilmesinden kaynaklandığını görmek acı vericidir. Üstelik seçmeli ders meselesi Kürtler ve Kürtçe açısından rencide edici bir yaklaşımdır. Şöyle ki öncelikle bu hak(!) sadece ortaokul sınıfları dışında diğer sınıflara tanınmamakta, yeteri kadar öğretmen ataması yapılmadığı gibi, seçmeye çalışan aileler de devlet görevlileri eliyle ‘bunun ileride size faydası olmaz, bunun yerine siyer, Kuran-i Kerim, matematik dersini seçin’ şeklindeki manevi ve psikolojik baskılarla fiili olarak engellenmektedir.
Kürtlerin inkara ve asimilasyona karşı mücadelelerinin amacı sadece ana dillerini öğrenmek değil, aynı zamanda ana dilleriyle eğitim almaktır. Ana dillerini kamusal ve özel yaşamlarında kullanmak, ana dilleriyle resmi ve özel sektörde hizmet almaktır. Bunun dayanağı da ‘yasallık’ değil ‘meşruluk’tur.
Kürtçe seçmeli ders olmalı kesinlikle. Ama bu ders Kürtlere veya Kürt çocuklarına değil. Kürtleri anlamak için Türkiyelilere ve Türkiyeli çocuklara seçmeli ders olarak verilmelidir. Hatta Türk olmayan bütün Türkiyelilerin ana dilleri okullarda seçmeli ders olarak verilmeli ki herkes herkesi anlayabilsin, iletişim kurabilsin, tekçi ideolojik eğitim sisteminde kimse kimseye düşman olarak yetiştirilmesin.
‘Bir dilin kaderi bir halkın kaderi ile aynıdır’ der bir Kırgız atasözü. Kürtler bu coğrafyada tali bir halk değildir, dilleri de ‘seçmeli ders’ statüsünde olamaz. Bir toplum ‘dili ve folkloru’ ile uluslaşır ve varlığını sürdürür. Kürtler de tarihinden aldığı mirasını yarınlara aktarmak için öncelikle dilini yaşamın her alanında yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Burada haklı olarak şu soru sorulabilir veya serzeniş yükselebilir. Turancı tekçi devlet ana dilde eğitim hakkı tanımıyor, seçmeli dersleri de Kürtler kabul etmiyor. Bu dilin varlığını sürdürmek ve uluslaşmak için Kürtler ne yapmalı?
Buna cevap olarak Kürtler; varlıklarının ve özgürlüklerinin anahtarı olan dilleriyle ilgili talep etmekten vazgeçmemeli ve dillerini yaşamın her alanında pratikleştirmelidirler. Örneğin öncelikle Kürdistan’da yaşayan her Kürt; hastanede, okulda, adliyede, tapu dairesinde, restoranda, kafede, toplu taşıma araçlarında kısaca kamu ve özel yaşamın sürdüğü bütün alanlarında taleplerini, itirazını, isteklerini Kürtçe yapmalıdır. Sanatını, müziğini, bilimsel çalışmalarını Kürtçe yapmalı, romanlarını, şiirlerini, öykülerini Kürtçe yazmalıdır. Sadece orta okulda değil okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar çocuklarıyla Kürtçe konuşmalıdır. Bu coğrafyanın kadim halkı olan Kürtler Turancı-tekçi zihniyete Kürtçenin seçmeli ders değil yaşamın merkezinde olan bir dil olduğunu öğretmelidir. İşte o zaman ana dilde eğitimin zemini oluşacaktır.
Çok mu zor? İmkansız mı? ‘Yapılana kadar her şey imkansız görülür’ der Nelson Mandella.