Ortadoğu’yu savaş, kan ve ölüme tutsak hale getiren tarihsel seyir 20. yy’dan 21. yy’la bir kader çizgisi gibi akmaya devam ediyor.
Bu zeminini emperyalist devletlerin petrol merkezli enerji kaynaklarının elde edilmesi ve kontrolüne dayalı hegemonya kavgaları oluşturuyor kuşkusuz. Bölge devletlerinin ve güçlerinin savaş politikalarına dayalı iç çatışmalarının payını da unutmayalım. Şahlar, krallar, diktatörler, varlıklarını hep bu pazardan pay kapmaya dayamış emperyalizme bağımlı yerel egemenler oldular. Sömürgeci işgaller, savaşlar, darbeler, katliamlar serisi tüm yüzyıl boyunca hem Ortadoğu’nun zenginliklerine el koyma, hem de emperyalizme ve yerli gericiliğe karşı mücadele eden özgürlükçü ve devrimci halk güçlerinin bastırılması amacıyla sürdürüldü.
ABD’nin önce Afganistan, sonra Irak işgaliyle açtığı ve Suriye’de sahnelenmeye devam eden yeni oyun, dünyanın başına daha ağır belaları boca etmiş durumda. ABD emperyalizminin ve işbirlikçi iktidarların hizmetinde olsun diye araçsallandırılıp güdümlenen, palazlandırılan siyasal islamcı örgütlenme ağıdır bu yeni bela. Müslüman Kardeşlerden “demokratik” islamcılara, El Kaide’den DAİŞ’e dünyanın her yerinde onlarca versiyonuyla yapılandırılan bu ağ, zaman içinde kontrol dışına çıktığı ölçüde emperyalistlerin de çıkarlarını riske eden bir tehlikeye dönüştü.
Cihatçı faşist DAİŞ vakası, dünya halklarına yönelen ama aynı zamanda dönüp emperyalistlerin hesaplarını da bozma gücü kazanan bu tehlikenin yakın dönemdeki en popüler örneği oldu. Siyasal islam ağının gelişimini hazırlayan bütün bu küresel atmosferin toplumsal, siyasal, ekonomik ve ideolojik/kültürel altyapısı söz konusu olduğunda Türkiye’nin hem verimli bölgesel sahalardan ve hem de aktörlerden biri olarak öne çıktığı biliniyor. 17 yıllık AKP iktidarı döneminin, “Müslüman Demokrat”lıkla karar kılınan başlangıcından DAİŞ ve benzeri yapıların korunup kollanmasına, işbirliği ve ortaklaşmaya varan seyri ortadadır.
“Yeni Osmanlıcılık” hevesinin güdülediği bu seyir içinde olup bitenler, yayılmacı-fetihçi çıkarların elde edilmesine dayanıyor. Ama, bu amaçlara ulaşabilmenin ön koşulu olarak da, Kürt siyasal hareketinin özgürleşme çizgisinin ve kazanımlarının yok edilmesi gibi zorunlu bir engelin aşılması hedefi var. İşte, cihatçı faşist DAİŞ çeteleşmesi, “Osmanlıcı” politikalarının ilerleyebilmesi için kullanışlı bir aparat olarak düşünüldü.
Kobane’nin DAİŞ eliyle işgal edilmesi hamlesi bizatihi Türkiye tarafından yönetildi ve uygulandı. Amaç, Rojava Devrimi’nin boğulması, Kürtlerin ulusal bir statü kazanmasının önüne geçilmesiydi. Bunu başaramadılar. Kürt özgürlük güçleri ve onlarla birleşen enternasyonal direniş kuvvetleriyle, Rojava Devrimi’nin toplumsal tabanını oluşturan başkaca bölge halklarının birleşik direnişi, DAİŞ’e sonunun başlangıcı olacak ağır bir yenilgi yaşattı. Süreç içinde de DAİŞ’in topraksal egemenlik alanları ortadan kaldırıldı.
Geçtiğimiz günlerde Rojava’nın Amude kentinde, Rojava Stratejik Araştırmalar Merkezi (NRLS) tarafından “DAİŞ’in toplumsal kökenleri ve stratejisi” konulu uluslararası bir forum düzenlendi. Katılımcılar, DAİŞ’i var eden toplumsal koşulların ve ideolojik atmosferin canlılığını sürdürmekte olduğunu vurguladılar. Bu zeminin ortadan kaldırılması mücadelesinin sürecin bundan sonraki aşamasında belirleyici olacağı tespitinde ortaklaştılar.
Forum, DAİŞ’in insanlık dışı suçları işlemesinde rolü olan emperyalist güçlerin ve özellikle Türkiye başta gelmek üzere bölgesel aktörlerin yürüttükleri politikaların ve ilişkilerin deşifre edilmesi ve belgelenmesi açısında da önemli sonuçları açığa çıkardı.
Bütün bu suçların hukuki anlamda da somutluk kazanacağı boyut olarak, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hapishanelerinde tutulan binlerce DAİŞ çetesinin yargılanması sorunu, forumun ana gündemlerinden biriydi. Forumda, DAİŞ’lilerin bu topraklarda suç işledikleri, dolayısıyla bu topraklarda ve kurulacak uluslararası bir mahkemede yargılanmaları gerektiğini dile getirdi. Nitekim bu talep, forumun sonuç bildirgesinde de yer aldı.
Ancak özellikle ABD ve Türkiye’nin DAİŞ eliyle işledikleri suçların açığa çıkmaması için, yargılamanın Rojava’da yapılmaması yönünde gayret gösteriyorlar. Yargılama üzerinde müdehalede bulunabilecekleri koşulları hazırlamaya çalışıyorlar.
Amude; kan ve ölüm değil, adalet dedi. Rojava’lı kadın özgürlükçü, demokratik halk güçlerinin, yani, devrim adaletinin ve halk vicdanının, gerçeği terazesini elinde tutan en sağlam adalet gücü olduğunu bütün dünyaya duyurmasının bir vesilesi oldu. Yeni bir yol açıldı. Şimdi, Rojava’dan Paris’e, Suruç’tan Antep’e, Ankara’dan İstanbul’a ve DAİŞ eliyle tezgahlanan nice faşist katliamın hesabını sormak için mücadele yürütenlerin, adaletin büyük yolunda birleşmeleri zamanı.