Bugün itibariyle Amerikan seçimlerini Joe Biden kazanmış görünüyor. Görünüyor diyorum çünkü henüz sayım tamamlanmış değil. Tabii Trump’ın da işin peşini bırakmayıp konuyu mahkemeye götürerek “Sandık bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” de diyebilir. Amerika siyasetinde bu tür hamlelerin bir sonucu olur mu bilinmez. Ama her şeye rağmen, Joe Biden’ın, katılımın bu denli yüksek olduğu bir seçimde bu denli yüksek oy almış olması.
Doğrusu biliyorsunuz birçok yerden, en son olarak da Davos’un kurucularından Klaus Schwab’dan gelen bir mesaj aslında neoliberal düzenin sonuna gelindiğini söylüyor. Tabii neoliberal düzenden kastedilen de çokluk “küreselleşme” ile ortaya çıkan kapitalist düzenin piyasacı hali. Doğrusu bu piyasacı düzen 2008 kriziyle birlikte değişmeye başladı. O da bizdeki ifadesiyle “yerli ve milli” ve “biz bize yeteriz” gibi ifadelerle tanımlanabilecek, korumacı, millici ve içe kapanmacı bir yöne doğru olan bir değişimdi. Öyle ki bu içine kapanmacı dönem insana “tarih tekerrür mü ediyor, yine millici ulus devletler çağı mı geliyor” gibisinden bir duygu da veriyordu. İşte ben Trump’ın gidişi ve Biden’ın gelişiyle bu konjonktürün bittiğini düşünüyorum. Bu korumacı, millici ve içe kapanmacı konjonktürün, küreselleşme denilen süreçte yeni bir aşamaya sıçramak için sanki gerekli bir adımmış gibi yaşandığını düşünüyorum. Şimdi artık yeni bir küreselleşmeyi konuşmanın zamanı geldi bence.
Ne demek istiyorum?
Doğrusu bugüne dek yaşadığımız küreselleşme, “elitist küreselleşme” olarak adlandırılabilecek bir küreselleşmeydi. Yani daha çok ulus devlet elitlerinin başını çektiği bir süreçti. Ulus devlet elitlerinden kastettiğim ise ulus devleti yöneten siyasiler yanında sermaye sahiplerinin, büyük şirketlerin, CEO’ların içinde bulundukları bir küreselleşme idi. İşte Trump’la biten bu küreselleşmenin bu hali bence.
Şimdi ise artık daha demokratik bir küreselleşme zamanı. “Demokratik küreselleşme”den ima ettiğim de ulus devlet içinden daha alt kesimlerin, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların başını çekeceği yeni bir küreselleşme…
Çünkü açıktır ki bugün kapitalizm konusunda ideolojik savunma yapanlar neoliberalizmin bittiğini söylerlerken, bugüne dek daha çok sol siyasetlerin altını çizdiği “gelir dağılımı” meselelerini tartışmaya başladılar. Gelir dağılımın bugün gerek ulus devlet içinde gerekse de ulus devletler arasında ulaştığı düzeyin korkunç olduğunu ve buradan giderek de daha eşitlikçi politikaların gündeme gelmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Yine bu kişilere göre ikinci konu da, yine geçmişte solun kavramlarından olan “kamu”nun yeniden dikkate alınmasının gerekliliği… Bu kez daha “katılımcı” ve daha kuşatıcı biçimde.
Bu gelişmeleri bizim ekonomik ve siyasi ortamımızla ilişkilendirip de yorum yapmak erken ama şimdiden söyleyebiliriz ki içinde yaşadığımız bunaltıcı ve kutuplaşmış siyaset alanı biraz daha genişleyecek ve başlangıçta az da olsa nefes alma koşullarımız değişecek.