Önce 33 tutukluyu görüş kabinlerine soktular. Sonra cezaevi I. Müdürü Mahmut Çaça’nın tutuklular içinden gösterdiklerini zorla yere yatırarak şiş ve çivili kalaslarla ölene dek vurdular. 10 tutuklu katledilmişti
Ahmet Birsin
Bir görüş günüydü. Ellerinde hiçbir şey yoktu, sadece yüreklerinin yettiğince haykırdıkları sloganlar vardı dillerinde. Yüzlerce asker, özel tim, JİTEM elemanları, itirafçılar ve gardiyanlar ellerindeki demir çubuklar, çivili kalaslar, coplar ve silah dipçikleriyle saldırmıştılar. Önce 33 tutukluyu görüş kabinlerine soktular. Sonra cezaevi I. Müdürü Mahmut Çaça’nın tutuklular içinden gösterdiklerini zorla yere yatırarak arkadaşlarının gözlerinin önünde şiş ve çivili kalaslarla ölene dek vurdular. 7 tutuklu olay yerinde yaşamını yitirmişti. İkisi hastanede, birisi ise Antep Cezaevi’ne sürgün edilirken yolda aldığı işkence darbeleriyle son nefesini ringin içinde vermişti.
Bilinçlice işlenen katliam
Bu tüyler ürpertici katliam, 24 Eylül 1996’da Amed Cezaevi’nde rutin olarak çıkılan haftalık aile görüşmesi esnasında gerçekleştirilmişti. O gün 18 ve 29 nolu koğuşlardan 30 kişi görüşe çıkmıştı. Cezaevi personelinin de alışık olduğu 36. koğuşun mazgalından görüşe gelenlerden alacakları yiyecekleri koymak amacıyla tutuklular leğen istemiştiler. Ancak katliamın baş provokatörü olarak harekete geçen başgardiyan Ahmet Fethi Onat hiç beklenmedik bir biçimde tutuklulara müdahale ederek, hakarette bulunmuştu. Tutuklular hakaret karşısında sessiz kalmamış, sert bir tartışma yaşanmıştı. MHP’li olarak bilinen başgardiyan Ahmet Fethi Onat, “Sizlere göstereceğim” diyerek yanındaki gardiyanlarla ayrılıp katliamdaki rolünü adım adım devreye koymuştu.
Aile görüşüne çıkmak isteyen tutuklular, C Blok şebeke kapılarının tümünün kapandığını gördüler. Tutukluların aile görüşüne çıkmalarına izin verilmemişti. Koğuş temsilcileri araya girerek bir uzlaşı aramalarına rağmen, tüm ısrarlarına rağmen şebeke açılmadı. Katliamda karar kılınmıştı. Tutuklular bu durumun hayra alamet olmadığını anlamıştılar. Revire çıkan 3 diğer tutukluyu da getirip C Bloka kapattılar. Çok geçmemişti ki, mutfak tarafından askerler, görüş kabinin bulunduğu girişten de çevik kuvvet polisleri görünmüştü. Başlarında kask, ellerinde demir çubuk ve çivili kalaslar vardı.
Allah Allah nidaları
Şebekeler açıldığında “Allah Allah” nidalarıyla, büyük bir kin ve öfkeyle saldırıya geçmiştiler. Tutukluların ellerinde sadece görüşten ailelerinin getirdiği eşyaları doldurdukları leğenler vardı. Aldıkları darbelerle leğenler yerlere saçılmıştı. Birbirine kenetlenen tutuklular yüreklerinin yettiğince slogan atarak saldırı karşısında durmaya çalıştılar. Ancak yapılan saldırı normal değildi. Askerler vücuda vurma yerine doğrudan tutukluların kafalarına vuruyordular. Bütün koridor kana bulanmıştı. Saldırı sonrası tutuklular yerde sürüklenerek görüş kabinlerine götürülerek üst üste atıldı.
İtirafçılığı kabul etmediler
Cezaevi I. Müdürü Mahmut Çaça, subaylar ve askerler kabinlere girerek tutuklulara itirafçı olmalarını dayattı. Ancak askerlerin saldırısı esnasında ölüm korkusundan kaynaklı arkadaşlarının arasından kaçan iki kişi dışında, hiç kimse itirafçılığı kabul etmemişti. Bunun üzerine Cezaevi I. Müdürü yerde yatanlardan askerlere işaret ederek gösterdiği kimi tutukluları askerler ellerinden ve ayaklarından tutarak kafalarına şişlerle vurarak son nefeslerini verene kadar işkenceye devam ettiler. Yüzbaşı ısrarla, “Ya itirafçı olursunuz ya da ölürsünüz” diyordu. Buna rağmen hiçbir tutuklu teslimiyet göstermemiş, inleyerek de olsa “kahrolsun işkence” sloganları susmamıştı.
10 tutsak katledildi
Görüşme kabinlerinde Erkan Hakan PERİŞAN, Cemal ÇAM, Hakkı TEKİN, Ahmet ÇELİK, Edip DİREKÇİ, Mehmet Nimet ÇAKMAK ve Rıdvan BULUT işkence sonucu yaşamını yitirmişti. Ağır yaralı olan 12 kişi şehadete ulaşanlarla birlikte toplamda 19 tutuklu hastaneye gönderilmişti. Gecikmeli olarak hastaneye getirilen tutukluların durumunu gören doktorlar tümünü yoğun bakıma almıştı. Aynı gece Mehmet Kadri Gümüş yoğun bakımda yaşamını yitirmişti. Ertesi gün ise Mehmet Aslan şehadete ulaşmıştı.
Mızraklı’nın raporu
25-26 Ekim tarihlerinde T.B.M.M. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde oluşturulan Alt Komisyona konuşan dönemin Diyarbakır Devlet Hastanesi Genel Cerrahı ve aynı zamanda Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olarak tanıdığımız Doktor Selçuk Mızraklı’nın raporda dile getirdikleri şu şekildeydi: “24 Eylül günü olayın saat 16.00 sıralarında kendilerine intikal ettiğini, 30 civarında kişinin geleceğinin söylendiğini, gerekli hazırlıkların yapıldığını, saat 16.40 gibi yaralıların mahkum koğuşuna geldiğini, yaralıların 3 adet cezaevi ringiyle getirildiğini, görevlilerin mümkünse tedavilerinin mahkum koğuşunda yapılması konusunda savcılıktan emir aldıklarını söylediklerini, kendilerinin o durumdaki hastalara orada müdahale edilmesinin teknik olarak olanaksız olduğunu belirttiklerini, hastaların acil servise intikali için başhekimin gerekli görüşmeleri yaptığını, o arada müdahale edilecek durumda olan hastalara gerekli müdahaleyi yapmak amacıyla aracın kapısını açtırdığını” belirterek şöyle devam etmişti.
“Üst üste 6-7 yaralının aracın içine atılmış olduğunu ve hemen hemen hiçbirinin bilincinin yerinde olmadığını, aracın içine çıktığı zaman yalnızca oturma kısımlarına ayaklarını basabildiğini, ilk kontrollerini yaptığını, iki tanesinin EX (ölü) olduğunu tespit ettiğini, diğerlerinin canlılık belirtisi olarak alt korteks davranışları olduğunu, hemen hepsinde kafa travması mevcut olduğunu, sistemik muayene yaptıklarını, diğerlerinin acil servise indirildiğini, toplam 7 tanesinin EX (ölü) olduğunu ve hastane poliklinik defterine EX Duhul olarak kaydedildiğini, daha sonra birini ameliyata aldıklarını, ancak kurtarılamadığını, ölüm nedeninin kafa travması olduğunu ve karın için herhangi bir patolojisinin bulunmadığını, beyin cerrahı tarafından ameliyata alının birinin daha öldüğünü, ameliyata alınan bir diğerinin kurtarıldığını, hastanede toplam 9 kişinin öldüğünü heyetimize ifade etmiştir.
Heyetimizin sorduğu sorular üzerine;
Kendisinin adli hekim olmadığını, ancak genel cerrah olarak pek çok vakayla karşılaştığını, tutuklulardaki yaraların Künt cisimlerle çok sayıda vuruşa bağlı olarak oluşmuş izlenimi verdiğini, kafada kırıklar ve kafa derisinde açılmalar olduğunu, ortopedist ve göğüs cerrahlarının müdahalesini gerektirecek ek fazla yaralı olmadığını, bu kadar çok sayıda travması olan kişilerde korunma refleksiyle eller ve ayaklar kullanılacağı için çok fazla kırık olacağı bekleneceğini, ancak çok az sayıda kırığın mevcut olduğunu, bu durumun otopsi raporlarında da görülebileceğini, elleri ve ayakları birkaç kişi tarafından tutularak dövülmüş olduklarını izlenimi edindiğini” belirtmişti.
Raporlar, tanıklar
Dr. Selçuk Mızraklı ve olaya şahit olanların anlatımları birebir uyuşmuştu. Daha sonra otopsi raporları da aynı şeyi söylemişti. Birkaç asker katlettikleri tutukluların ellerini ve ayaklarını tutarak kafalarına şişlerle öldürünceye kadar vurmuştular. Ne bir arbede, ne bir kapışma vardı. Planlı ve bilinçlice tasarlanmış bir katliam yapılmıştı. Antep Cezaevi’nde benim de tutuklu olarak bulunduğum sırada gelen tüm tutuklular olayı defalarca anlatmıştılar. 24 Aralık’ta Antep’e sürgün edilen tüm tutuklular ağır bir işkenceden geçirilmişti. Ağır yaralı olan Kadri Demir yolda katledilmişti. Böylece katledilenlerin sayısı 10 çıkmıştı. İki tutuklu ise ağır yaralı olarak Antep Devlet Hastanesi’nde yoğun bakıma alınmıştı.
Onayı alınmış katliam
Katliamın yaşandığı tarihte Refah Yol Hükümeti iktidardaydı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel o gün Amed’e gelmişti. Amed zindanında yaşanan katliam an an kendisine iletilmişti. Tansu Çiller Başbakan, Mehmet Ağar İçişleri Bakanı, Şevket Kazan Adalet Bakanı’ydı. Katliamın her anı üstlerine bildirilerek yapılmıştı. Askerler Genelkurmay’a, polisler İçişleri Bakanı’na, savcılar da Adalet Bakanı’na bildirmişti. Onlar da cumhurbaşkanı ve başbakana iletmişti. Yaşananların hepsi bir bir onaylamıştı.
Terfi ettirildi
Adalet Bakanı birinci dereceden sorumlu gördüğü cezaevi görevlilerini görevden aldığını iddia etse de kısa süre sonra bunun yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Cezaevi Müdürü Mahmut Çaça’nın tutuklu ve hükümlülere yönelik uygulamalarıyla gündemden düşmeyen Tarsus T Tipi Cezaevi’nin müdürü olarak görev yaptığı ortaya çıkmıştı. Provokasyonu başlatan başgardiyan Ahmet Fethi Onat ise Elazığ E Tipi Cezaevi’ne tayin edilmişti. Cezaevi Bölük komutanı Yüzbaşı Vedat Çolak’ın ise terfi edilerek 15 Temmuz’dan sonra Jandarma Genel Komutanlığı Terörle Mücadele Daire Başkanı olarak atandığı ortaya çıkmıştı.
10 bin tutsak ayakta
Halk olayın çıktığı andan itibaren cezaevinin önünden bir an olsun ayrılmamıştı. Kürdistan ve metropoller ayaktaydı. Demokratik kitle örgütleri yaşananları protesto etmekle kalmamış, olayda yer alan asker, polis, cezaevi müdür, savcısı, doktoru ve gardiyanları toplamda 89 kişi hakkında dava açmıştı. Zindanlar ise 25 Eylül 1996’da bütün cezaevlerindeki 10 bin PKK davasından tutsak olanlar katliamı protesto etmek için, süresiz açlık grevine girmişti. Mahkemelere çıkmama, ziyaretçi kabul etmeme biçiminde de devam eden eylemler, Bayrampaşa Cezaevi’nde Hamdullah Şengüler ve Vedat Aydemir’in kendilerini yakarak şehadete ulaşmalarıyla devam etti.
Korundular
Aradan geçen 24 yıla rağmen katliamı gerçekleştiren katiller baştan bu yana korunmaya alınmıştı. AİHM mahkum etse de, adalet mekanizması diye sunulan mahkemeler adaleti sağlamamıştılar. Hiçbiri ceza almamıştı. Katledilen tutukluların otopsilerinde ölümlerin “işkenceden kaynaklı” olduğunu belirlenmesine rağmen mahkeme heyeti, tutukluların “kasti olarak öldürülmediği” kanaatiyle söz konusu kararlara vardı. Zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın düşürülmesine karar vermişti.
Halen adalet yok
Dönüp bugüne baktığımızda değişen hiçbir şeyin olmadığını görürüz. Katiller halen korunuyor, mahkemeler adalet dağıtamıyor. O günkü zihniyeti bugün AKP-MHP iktidarı temsil ediyor. “Adaletin küçüldüğü ülkelerde, büyük olan artık suçlulardır” denir. Evet, bir ülkede adalet sağlanmadığı sürece suç derinleşir, suçlular bütün ülkeyi yutacak bir canavara dönüşür. Bugün kime dokunsanız aşnı şeyi söyleyecektir. ‘Adalet yok.’ Hani derler ya ‘bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.’ Evet, adaletin yerini bulmasına izin vermiyorlar ama bunun için de kıyamet koparılmıyor. Bu kıyamet kopmadığı sürece toplum olarak nefes alamıyoruz. Çünkü adalet yok. O halde adalet için kıyamet koparmak zamanı değil mi?
Katliamın 24. yıldönümünde 10 yoldaşımı bir kez daha minnet ve saygıyla anıyorum.