2 Aralık 2 Aralık 1859’da London News’te yayınlanan mektubunda Victor Hugo şöyle diyordu: “Amerika’nın şunu düşünmesine izin verin: Kabil’in Habil’i öldürmesinden daha korkutucu bir şey varsa eğer, bu, Washington’un Spartaküs’ü öldürmesidir.”
Hugo’nun Spartaküs olarak adlandırarak andığı kişi, o günlerde hücresinde asılmayı bekleyen John Brown’du… Kölelik karşıtı bir silahlı eylemci; üstelik bir beyaz! Hücresindeydi, yenilmişti ama onurlu bir ölüme de hazırdı.
Köleliğin amansız düşmanı
İlginç bir hikâyesi var John Brown’un. 9 Mayıs 1800’de Owen Brown ve Ruth Mills’in sekiz çocuğundan biri olarak dünyaya geliyor. O yıllarda Hudson, kölelik karşıtı bir faaliyet merkezi ve baba Owen ‘Yeraltı Demiryolu’ diye bilinen kölecilik karşıtlarının illegal ağında çalışıyor. Önce okumayı deneyen John, sonra babasının işi olan tabakhanelere yönelip kendi işini kuruyor. Kurduğu tabakhane, yine ‘Yeraltı Demiryolu’nun parçası ve binlerce kölenin kaçışının durak yeri. 1836’da Ohio’ya geçiyor, orada da devam ediyor. 1837’de kölelik karşıtı bir editör olan Elijah Lovejoy öldürüldüğünde, kilisede ayağa kalkıp kararını açıklıyor: “Burada, Tanrı’nın önünde, bu tanıkların huzurunda, bu andan itibaren, hayatımı köleliğin yok edilmesine adıyorum!”
Bu arada sık sık yer değiştiriyor. Önce Springfield’e taşınıyor, kaçak kölelere yardım için ‘Gileadites Birliği’ adlı militan bir grup kuruyor, sonra New York yakınlarında bir kasabada toprak alıp iki yılını orada geçiriyor.
Savaş başlıyor
Tam bu süreçte, Kansas Eyaleti kölelik yanlıları ve karşıtları arasında bir iç savaşın içindedir. Artık her şey çok serttir ve Brown, kölelik karşıtı pasifizmden memnun değildir: “Bu adamlar hep konuşuyor. İhtiyacımız olan şey eylem!”
1855’te militan mücadele için Kansas’a geçen Brown, bu arada tam 20 çocuk babasıdır! Oğulları ve kızları da grubun içindedir. Bu sırada köleciler Kansas’a saldırarak cinayetler işlerken gazetelerinde “Kansas’ı köle devleti yapmaya kararlıyız, nehirlerimizden onların kanı akacak” diye yazmaktadır. Cinayetlere öfkelenen Brown, 24 Mayıs 1856 gecesi “militan kölecilerden” beşini evlerini basarak öldürür. Daha sonra köleciler Brown ailesinin çiftliğini yok ederken Brown da Missouri’ye baskın düzenleyerek on bir köleyi serbest bırakır ve köle sahibini öldürür. Artık her yerde çatışmalar sürmektedir ama bir yandan da Brown özgür güçlerin komutanı olarak asıl büyük planını hazırlamaktadır.
Hedef, Harper’s Ferry kasabasıdır. Kızlarından biri anlatıyor: “Harpers Ferry’i almak, köleleri silahlandırıp kölecilerin kalplerine korku salmak babamın planıydı; daha sonra tarlalardan köleleri toplayarak dağlara çekilmek ve gerilla savaşı sürdürmek…”
Brown, iki buçuk yılı tüm ülkeyi dolaşarak yardım ve adam toplamakla geçirir. 1859’da sahte isimle satın aldığı çiftlikte çoğu beyaz olan ama siyah liderlerin de aralarında bulunduğu 21 kişilik ordusunu eğitir. Yeni bir devlet için bir Geçici Anayasa bile yazmıştır.
Cephanelikte sıkışma
16 Ekim 1859’da Brown, Harper’s Ferry Cephaneliğine saldırıp ele geçirdi. Ancak doğuya giden bir treni durdurmamak isyancılara pahalıya mal oldu. Böylece Washington isyanı çok erken öğrendi; bu arada silahlı köleciler de yetişip saldırıya geçmişti. Birlik tarlalara ve dağlara geçemeden sıkışıp kalınca bir binaya çekildi. Bu arada oğulları Watson ve Oliver öldürülmüştü. Ordu’nun “teslim ol” çağrısına ise Brown, “Burada ölmeyi tercih ederim” yanıtını verdi. Nihayet her yandan yapılan saldırı sonucunda Brown ağır yaralanarak esir düşerken, oğulları dâhil 10 savaşçı yaşamını yitirmişti.
Mahkeme toplam 45 dakika sürdü ve ‘vatana ihanet’ gerekçesiyle idam kararı çıktı. Brown’ın son sözleri yumruk gibiydi: “Hor görülenler, yoksullar adına yaptığım mücadele yanlış değil, doğrudur. Şimdi, eğer gerekliyse, zalim ve adaletsiz kanunlarla hakları göz ardı edilen bu köle ülkede milyonların kanına kanımı karıştırmalıyım.” Hugo’nun mektupları da o günlerde yayınlandı ama infaz durdurulamadı.
2 Aralık’ta son bir mektup yazdıktan sonra din adamlarını reddederek darağacına doğru yola çıktı. Dimdik adımlarla sehpaya çıkan Brown öyle ürküntü vericiydi ki, öldüğünde ilmiği bile boynundan çıkarmadan tabuta koyup hemen ailesine teslim ettiler. Bu arada Kuzey’de büyük gösteriler yapılıyor, bütün siyah liderlerin saygısını kazanmış olan bu büyük isyancı için siyahlar kepenk kapatırken, kilise çanları hiç susmuyordu…
***
Son iki yıldır Black Lives Matter eylemlerinde herkesin dilinde olan “John Brown’s Body” şarkısı işte o günlerde pamuk tarlalarından, kölelerin mırıltılarından doğmuştu:
“John Brown’un bedeni mezarda yatıyor!
Ruhu yoluna devam ediyor!
Tanrı’nın ordusunda asker olmaya gitti!
Ruhu yoluna devam ediyor!
John Brown’ın sırt çantası sırtında!
Ruhu yoluna devam ediyor!”