AKP iktidarı halkı açlığa mahkum eden ve sadece şirketleri besleyen politikaları artırarak sürdürüyor. Halkı ucuz ekmeğin peşine düşürenler, buğdayı fahiş fiyatla ithal ediyor. Türkiye’de yüzde 10 kesim tüm hasılanın yüzde 71’ini alırken, yüzde 90’ı ise yüzde 29’u bölüşüyor
Yusuf Gürsucu
Bugün Türkiye’de açlıkla boğuşan yüzbinlerce insan var ve açlık hiçbir şeye benzemez. Birçoğu ‘askıda ekmek’le beslenmeye çalışırken, katıklarını ise pazar yerlerindeki atık sebze ve meyveden karşılamaya çalışıyor. Buna neden olan şeyin halktan çalınıp sermayeye aktarılan gelirlerden kaynakladığı biliniyor. Türkiye’de yüzde 10 kesim tüm hasılanın yüzde 71’ini alırken, yüzde 90’ı ise yüzde 29’u bölüşüyor. Yüzde 90’ın yüzde 70’ine ise yüzde 10 bile düşmüyor. Bu durum Türkiye’de adaletsizliğin vardığı noktayı ise tüm çıplaklığı ile göstermeye yetiyor.
AKP ucuz ekmeğe karşı
Tüm dünyada yaşanan adaletsizliğin içinde Türkiye’de ucuz ekmek satılmasına AKP iktidarı tarafından engel konulmaya çalışılması, yaratılan adaletsizliğin taammüden gerçekleştirildiğine işaret ederken, insanların açlığa mahkum edilmesi bir devlet politikası olarak işliyor. AKP bugüne kadar yoksullara 3-5 kuruş dağıtarak oylarını almaya gayret ederken başarılı da oluyordu. Bu yolun tıkanmaya başlaması, hazırlandıkları seçim sürecinde onların en büyük sorunlarından biri gibi gözüküyor. Çünkü veriler, 3-5 kuruşun artık yoksulları yaşatmaya yetemeyeceğini gösteriyor. Açlıkla boğuşan insanların biat edip kapılarını çalmasını istiyorlar ama artık bunun da bir karşılığı yok. Bir diğer neden ise CHP’li İBB’ye yönelik halkın teveccühüne neden olabilecek girişim olarak görmeleri ve buna engel olmak istemeleridir.
Bakanlığın genelgesi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Halk Ekmek büfe sayılarının artırılma çabasına girerken, Belediye Meclisi’nde çoğunluğa sahip AKP bu adımı yıllardır engelliyor. İBB bu nedenle, Halk Ekmek büfelerinin sayısını artıramayınca, mobil Halk Ekmek araçları projesi ile dağıtım noktalarının sayısını artırmak istedi. Ancak buna da Tarım Bakanlığı yayınladığı genelge ile engellemek istedi. Tepkiler ayyuka çıkınca bu genelge İBB’yi kapsamadığı yönünde açıklama gelirken, genelgenin çıkış nedeni ise gevelemeyle geçiştirildi. Halkın 1 liralık ekmeğe muhtaç duruma düşürüldüğü ve bu durumun mutlaka sonuçları olacağı ise biliniyor.
‘Elinden tutan mı var?’
İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Erdoğan Çetin, Halk Ekmek’in mobil büfelerle hizmet vermesine yönelik olarak şu açıklamayı yapmıştı: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İHE’nin mobil araçlarla ekmek satışına başlamış olması, hiçbir gerekçe ile açıklanamayacak basit ve göstermelik bir harekettir. Eğer bu koşullarda, seyyar araçlarla ekmek satışı yapılabilecekse İstanbul Fırıncılar Odası olarak her İHE aracının karşısına 2 araç çekerek ekmek satışı yaparız. Hem de İHE’nin satış fiyatı ile!” Çetin’in bu çıkışına elinden tutan mı var diye sormak gerekiyor.
Halk ekmek peşinde
Halk Ekmek kurulduğu günden bugüne kadar yani tam 43 yıldır piyasa fiyatının yarısına ekmek satışı yapıyor. Ancak bu döneme kadar bu kadar ilgi görmemişti. Ekmeği Halk Ekmek’ten almak için saatlerce yürüyen, ekmeğe ulaşmak için farklı ilçelere giden yurttaşların durumu açlığın ve sefaletin önemli göstergelerinden birisidir. İBB 250 gr. normal ekmeği 1 liraya satarken, fırınlarsa 220 gr. normal ekmeği 1.5-2 lira arası satıyorlar. Geçtiğimiz aralık ayında, Türkiye Fırıncılar Federasyonu Başkanı Balcı, İBB’ye yönelik ‘vatandaşa ucuz ekmek vereceğiz’ söylemiyle ekmek üzerinden siyaset yapıldığını belirterek, “Ucuz ekmeği halka ulaştırma konusunda kaygınız varsa, İstanbul’da ihtiyaç duyulan yerlere açılacağı söylenen Halk Ekmek büfelerinin satacağı ekmeği, fırınlarımız aracılığıyla hiçbir ticari fayda sağlamadan satmaya hazırız” sözleriyle yaptığı açıklama ilginçliğini koruyor.
Buğday ithalatları
AKP iktidara geldiği günlerden bu yana üreticilere destekleri giderek azaltmış ve tarım desteği adı altında tohum şirketleri başta olmak üzere devlet desteklerini gübre vd. girdi üretimleri ile her türden tarım ürünü ithalatı yapan şirketlere kaydırmıştır. AKP iktidarı öncesi dönemde hazırlıkları yapılan tarımın şirketlerin çıkarına bağlama süreci öncesi çiftçi ürettiği üründen bir sonraki yıl için tohumluk ayırırdı. Tohumların panetlenmesiyle birlikte tohumlar şirketlerin emrine verilirken hibrit-kısır tohumlar üretilmeye başladılar. Çiftçi ise tohum tekellerinin adeta kölesi haline getirildi. Zorunlu hale getirilen patentli tohuma mahkum edilen çiftçinin elinde bulunan atalık tohumları kullanması yasaklanarak süreç tamamen şirketlerin çıkarına bağlandı.
TMO şirketleri kolluyor
Temel gıda ürünü olan ekmeğin elde edildiği buğdayın da patentlenmesiyle çiftçi her yıl tohum şirketlerinin kapısını çalmaya ve buna bağlı olarak borçlarını ödeyemez hale gelirken, üretimden uzaklaşmak zorunda kaldıkları bir döneme girildi. Üretici, tohum şirketlerinden aldığı tohumla buğday üretimi yapıp elde ettiği ürünün tonunu bin 650 liraya TMO’ya satabilirken, TMO ise sıfır gümrük uygulamasına rağmen buğdayın tonunu 2 bin 200 liradan ithal ediyor olması ithalatçı şirketlerin kollandığını gösteriyor. Bu uygulamanın gerekçesi üretilen buğdayın ihtiyacı karşılamadığı iddiasıdır. İthal edilen buğdaya ödenen bedel kadar çiftçiye de ödeme yapılsa Türkiye’de buğday ekiminin artacağı muhakkak. Çiftçiyi yoksulluğa itip bir avuç ithalatçıya kazandıran iktidarın gerçek dışı iddiaları artık çiftçide bir karşılık ve bir beklenti yaratmıyor.
Gümrüksüz ithalat
Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Ocak ayında açtığı ihale ile 400 bin ton ekmeklik buğday alımı yapıldı. Ancak yapılan ihalenin 95 bin tonluk kısmı onaylanarak satın alındı. Samsun, Trabzon ve Bandırma limanlarına teslim edilecek 95 bin ton ekmeklik buğday ihalesinin 25 bin tonunu Cargill, 45 bin tonunu Rolweg ve 25 bin tonluk kısmını ise Orsett şirketleri kazandı. İhalelerde ortalama fiyat ise ton başına 303 dolar yani 2 bin 200 lira oldu. TMO ithalat fiyatındaki yüksekliğin dolar artışından kaynaklandığını açıklasa da gerçeği yansıtmıyor. 2020 yılı hasat günlerinin hemen öncesi sıfır gümrükle buğday ithalatı kararı alan TMO, 2020 yılının ilk 5 ayında toplam 4.3 milyon ton buğday ithalatı yaptı. Yapılan sıfır gümrüklü buğday için ton başına ortalama 233 dolar ödendi. Son yapılan ithalatta buğdayın tonu ise 303 dolara yükselirken, ihaleyi alan şirketler ise dikkat çekiciydi.
ROLWEG S.A!
Samsun merkezli Ulusoy Un, son yapılan ihalenin 45 bin tonluk kısmını aldı. 2006 yılından 2015 yılına kadar 15 kat büyüyen şirket, 2018 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde 1 milyon İsviçre Frangı tutarındaki sermaye ile ROLWEG S.A unvanlı bir şirket kurdu. Şirketin yüzde yüz sermayesi Ulusoy Un’a ait. Samsunlu Ulusoy Un’un, 2006’da 61 milyon lira olan cirosu, 2015’de 1 milyar 30 milyon lirayı aştı.
Orsett Trading S.A
Orsett Trading S.A unvanlı şirket de İsviçre’nin Lozan kentinde toptan satışlar yapan bir şirket olarak görünüyor. Orsett Trading S.A’nın sadece 2 çalışanla yıllık 1 milyar 51 milyon dolarlık satış (USD) gerçekleştiriyor. Orsett Trading A.S, Ukraynalı buğday ihracatçılarının zirvesine yeni yerleşen şirketlerden biri olarak nitelendiriliyor. Şirketin ihracat yapısında mısır ve arpa ile Ukrayna ve Rusya’nın öğütme buğdayı bulunuyor.
Cargill’i biliyoruz
ABD’nin tarım tekellerinden biri olan Cargill Türkiye’de şeker politikalarının kökten değişimini sağlayan bir şirket olarak tanınıyor. Mısır şurubu imalatı yapan şirket, Türkiye’de şeker kurulunda bir dönem yer alarak NBŞ kotalarını kendi çıkarına yükselttiği iddiaları gündeme gelmişti. ABD’li Cargill’in Ukrayna’daki yan kuruluşu olan Cargill A.T, Ukrayna’dan buğday ihracatı gerçekleştiriyor. Cargill, Ukrayna’nın en büyük tahıl ihracatçılarından biri olarak biliniyor.
Servetleri yüzde 50 arttı
Sermaye birikimine dayanan kapitalist ekonomi açlığın en büyük müsebbibidir. Oxfam’ın Davos’ta açıkladığı verilerde, “Milyarderlerin toplam serveti, Mart 2020 ile Aralık 2020 arasında 3 trilyon 900 milyar dolarlık artışla 11 trilyon 950 milyar dolara yükseldi. Pandemi sürecinin ilk 9 ayında dünyanın en zengin 10 erkeğinin serveti ise net 540 milyar dolar” arttığı belirtilirken, en zengin 10 erkek kişinin 9 aylık servet artışıyla tüm dünyanın Kovid-19 aşısı olmasının mümkün olduğu ortaya kondu. Burada 10 erkeğin servetinden söz edilmiyor, sadece dokuz ayda artan servetinin tüm dünyada salgını bertaraf edebilecek düzeyde olduğu vurgusu yapılırken, bu servet artışı dünyada yaşanan adaletsizliğe net bir örnek teşkil ediyor.
Temiz su yüzde 50 azaldı
Birleşmiş Milletler (BM) verilerinde, 20 sene öncesine göre kişi başına düşen temiz su rezervi yarı yarıya düşmüş durumda. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yapılan açıklamaya göre dünyada 1,5 milyar insan ciddi seviyede su sıkıntısı çekiyor. 3 milyar insanın ise tatlı su kaynaklarına erişimi sınırlı. FAO direktörü Qu Dongyu, yaptığı bir açıklamada su sıkıntısı konusunda önlemlerin alınmaması durumunda tarımsal alanda ciddi üretim düşüşlerinin yaşanabileceğini belirterek bunun da milyarlarca insanın gıda kıtlığı çekmesi anlamına geldiğini söylüyor. FAO’nun yayınladığı 2020 Gıda ve Tarım raporundaki verilere göre Güney Afrika’da yaşayan 50 milyon kişi kuraklık ve açlık çekiyor. Bölgedeki tarım üretimleri kuraklık nedeniyle oldukça düşmüş durumda. Dünya genelindeki tarım arazilerinin yüzde 14’ü ise ciddi kuraklıkla karşı karşıya.
Arazi zehirlendi
BM verilerine göre; çölleşme, arazi tahribatı ve kuraklık nedeniyle dünyada 4 milyar hektar orman ve tarım alanları etkilenirken, bu durum 168 ülkede yaşayan 1.5 milyar insan yaşamı doğrudan tehdit altında. Bugün itibarıyla dünyada 2 milyar hektardan fazla verimli tarım arazisinde üretim yapılamaz hale geldiği ve BM tahminlerine göre 2030 yılına kadar gerekli olan gıda üretimi için en az 300 milyon hektarlık ek araziye ihtiyaç olduğu belirtiliyor. Yok edilen, zehirlenen tarım arazilerinin yeniden geri kazanılması ise neredeyse imkansız. Berthol Brecht, “Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza” şiiriyle kapitalizmin kirli yüzünü ortaya koyarken, bu kirli yüzün bir parçası olan AKP halkı sefalete sürüklüyor.
Açlık göçleri büyüyor
Dünyada ve Türkiye’de zenginler paralarına para katarken, yoksul halklar ise göz göre göre açlığa ve ölüme mahkum ediliyor. Diğer yandan kapitalizmin neden olduğu kuraklık ise açlığı devasa boyutlara ulaştırmış durumda. Yoksulluk ve açlık nedeniyle 2018 yazında ABD’ye göç etmeye çalışan 95 bin Orta Amerikalı ABD sınırında gaz bombalarıyla karşılanmıştı. Ödüllü gazeteci Johan Carlos Frey, göç eden halkın arasına katılarak halkları göçe zorlayan ancak dillendirilmeyen iki konu hakkında sorular sordu. Sorulardan biri Orta Amerika’da son zamanlarda artan kuraklık sorunuydu. Dünyanın birçok bölgesinde ve Türkiye’de de benzer sorunlar artarken, bu sorunlar nedeniyle milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalacağı ise bilinen bir son.
Rekoltede kayıp
Gazeteci Frey, “Kurak Koridor olarak bilinen bölgede yani Orta Amerika’da dört ila beş yıldır gittikçe artan bir kuraklık var. Kurak Koridor; Honduras, Guatemala ve El Salvador’un birçok bölümlerini kapsamakta. 2018 yılı kuraklığın en kötü yıllarından biriydi. Bazı bölgelerde tarımsal mahsullerde yüzde 90 ila yüzde 100’lük rekolte düşüklüğü yaşandı. 2020 yılında da aynı durum devam ederken kitleler halinde göç hareketi sürüyor. Kuru Koridor bölgesinin yüzde sekseni kırsal alan. Bölgenin tek ekonomik faaliyeti ise tarıma dayanıyor. Eğer ürün elde edilemezse başka hiçbir iş yok, gidecek başka yer de yoksa, insanlar açlıktan ölür” sözleriyle göçe çıkan insanların gerçek nedenlerini açıkça ortaya koyuyordu. Fery, göçmenlerin ABD’ye gitmek istemelerinin tek nedeninin yiyecek bulmak olduğunu belirtiyordu. Türkiye’deki durum Orta Amerika seviyelerine henüz ulaşmasa da yakın gelecekte benzer sorunlarla yüz yüze kalınacağı ise şimdiden belli.