Ticaret Bakanlığı dış ticaret verilerine göre Ağustos ayında Türkiye’nin ihracatı yüzde 5.74 azalırken ithalat patlayarak yüzde 20.64 arttı. Geçen ayki müthiş ithalat patlamasının nedeni ise altın ithalatı… Bakanlık açıklamasına göre, Ağustos ayında geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 394 artışla, 4 Milyar 82 Milyon dolarlık altın ithalatı gerçekleştirilmiş olup, bu rakam 1989 yılından bu yana aylık bazda en yüksek altın ithalat rakamıdır. Ocak-Ağustos döneminde ise geçen yılın aynı dönemine kıyasla altın ithalatı yüzde153 oranında artış göstererek 15 milyar 118 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Altındaki bu sürpriz artışın nedenlerine gelince… Birincisi; TL’nin dolar karşısında değer yitirmesi ve halkın altına yönelmesi. Bu yönelme geçmişte de vardı. Bu dönemin asıl farkı; 1) Değer kaybının hızlanması. 2) İktidarın bunu önlemek için döviz alış verişine getirdiği binde birlik vergi kesintisi. Dahası sokakta yarın öbür gün bu kesintinin daha da artabileceği ihtimali. Hatta iktidarın bu dövize el koyacağı kaygısı… İkincisi ise mevsim etkisi; pandemi nedeniyle Mart-Mayıs sürecinde yapılamayan, nişan, düğün ve nikah törenlerinin bu döneme sıkışması. Salgının yeniden artışa geçme durumunu da unutmayalım. Tüm bu nedenlerle birçok düğün, nikah ve nişana evrilerek Ağustos ve Eylül ayına kaydırıldı. Dolayısıyla genelde 7-8 aylık zamana yayılan altın talebinin iki aya sıkışması altın yetersizliğine yol açtı. Bunu fırsat bilerek altın stoku yoluna gidenlerin etkisini de unutmamak gerekir. Tüm bu nedenlerle altın fiyatları rekorlara gidiyor. Örneğin en çok satılan çeyrek altına bakalım. 20 Mart’ta 500 TL olan çeyrek altın 3 Eylül İtibariyle 750 TL’nin üzerine çıkmış durumda. Aradaki fark dudak uçuklatıyor. Yine altını olanlar kazandı. Düğünlerde takı takmak zorunda kalan orta ve dar gelirliler ise zarar etti.
*
Pandemi en çok emekçileri vurdu
Covid-19’un sonuçları tam bilinmese de pandemi sürecinin en olumsuz etkilediği kesimlerin başında ise -eve tıkılmak zorunda kalan 65 yaş üstünü saymazsak, çalışmak zorunda olan emekçiler geliyor. Emekçilerin arasında da en çok sıkıntıda olanlar işini kaybedip açlıkla imtihan edenler ile Covid-19 ile mücadele eden sağlık çalışanları oldu. En çok da işini kaybetme öne çıktı.
TÜİK verilerine göre işgücü son bir yılda 2 milyon 742 bin azalırken
Mayıs itibariyle işbaşında olmayanların sayısı ise son bir yılda 4 milyon 63 bin kişi artarak 1 milyon 308 binden 5 milyon 371 bine yükseldi. Pandemi nedeniyle kaç emekçinin yaşamını yitirdiğine dair bir rakam yok. Uluslararası Hemşireler Konseyi’nin yaptığı açıklamada, dünya çapında 600’den fazla hemşirenin Covid-19 nedeniyle hayatını kaybettiği belirtildi. Tabipler Odası’nın açıklamasına göre sadece Ankara’da 517 sağlık emekçisi Covid-19’a yakalandı. Ayrıca sağlıkçıların iş yükü pandemi sürecinde artmasın karşı gelirleri yüzde 40-60 oranında düştü.
Pandemi nedeniyle uygulamadaki “Kısa çalışma Ödeneği” ile “İşten çıkartma yasağı” emekçilerin aleyhine işliyor. Çalışanların önemli bir kesimi asgari ücretin altında bir rakamla çalışmak zorunda… Birçoğu uzun süredir ücretsiz izinde. Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavak’ın, 2 Eylül’de Şube Başkanları ve İl Temsilcileri’ne yaptığı konuşma dikkat çekici: “Salgın nedeniyle bir kez daha görüldü ki, emekçiler için gerçek kurtuluşun anahtarı sendikal örgütlenmedir. Örgütlü işçiler bu süreci neredeyse kayıpsız atlatırken, örgütsüz işçiler işlerini kaybettiler. Ücretsiz izne çıkarıldılar. Ücretlerini, sosyal haklarını yitirdiler. Yaşanan krizin bedelini ne yazık ki, onlar ödemek zorunda kaldılar.” Sendikal örgütlenmenin yüzde 9’ların altında olduğunu hatırlatırsak tablo daha iyi anlaşılır. Kısacası çalışanların yüzde 92’si krizin bedelini ödemek zorunda kaldı. Örgütsüz işçilerin sorumlusu kim? Sendikalar…
*
Eşitsizlik sürekli üretiliyor
Hükümet, 26 Ağustos 2020 tarihli “Kamu Çalışanlarına Yönelik Tedbirler” konulu bir genelge yayımladı. Pandemi etkisinin en aza indirilmesi için kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlara uzaktan çalışma ve dönüşümlü çalışma imkânı tanıyan Genelge’de tüm hakların saklı olduğu vurgulanıyor. Kamu çalışanları için olumlu ve önemli bir karar. Ancak genelgenin sadece kamudakileri kapsaması ayrı bir eşitsizlik içeriyor. Devletin sadece kamudakileri düşünmesi geri kalanı için başının çaresine baksınlar demesi emekçiler üzerindeki ayrımcılık kadar adaletsizliğe işarettir. Aynen ‘Kısa Çalışma Ödeneği’ şartlarında olduğu gibi. Bu nedenle ücreti yüzde 60’a inen emekçiler bir de geç emekli olmak gibi bir zararlarına olan durumla karşı karşıya kalmıştır. Kaldı ki, ‘Kısa Çalışma Ödeneği’ için 60 gün hizmet akdinin yanı sıra son 3 yılda 450 gün süreyle prim ödemiş olma şartını da unutmayalım.