Üç Amerikalı maden arayıcısının Kanada’nın Yukon bölgesi Klondike’de altın bulduğu haberi ABD’nin Seattle ve San Francisco bölgelerine ulaşır. O dönem ABD’de yaşanan derin bir ekonomik krizle boğuşan on binlerce insan, Alaska sınırında bulunan bu bölgeye gitmek için bir yıl süren yolculuğa çıkar. Dört yıl boyunca Klondike’ye giden 100 bin insandan sadece yarısı oraya varabilir ve bunların sadece yüzde 4’ü altın bulur. 3-4 yıl süren altına hücum, filmlere ve romanlara konu olur. Charlie Chaplin’in Atına Hücum filmi ile Jack London’un Vahşetin Çağrısı romanları o gün yaşananların günümüze kadar ulaşmasını sağlarken, bu süreçte neler yaşandığını da anlama olanağını buluruz.
1900’lü yıllardan sonra altına hücum vb. girişimler insanların gerçekleştirebileceği bir iş olmaktan çıkmış ve sadece sermaye kesimleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Kapitalizmin sermaye döngüsü, üretime giren para ve doğa yağması üzerinden genişleyen meta üretimiyle, ilk giren paranın daha da genişleyerek, emek sömürüsü üzerinden yaratılan artı değerin bir kısmının tekrar sermaye döngüsüne dahil edilmesiyle kendini tekrarlayıp kesintisiz genişleyerek büyümeyi sürdürmesidir.
1896’lı yıllarda Amerika kıtasında yaşanan altına hücuma benzeyen bir süreç dünyada kesintisiz ama inanılmaz büyüklükte sürüyor. Sürekli yeni ‘keşifler’ eşliğinde doğal yaşamın her noktasında yağma yaratan kapitalizmin günümüzde bu süreci sürdürebilmesi ise büyük bir tıkanmayla karşı karşıya. Fakat bu durum kapitalizmi ilgilendirmemekte ve yağmayı ısrarla sürdürmektedir. Çünkü varlık nedeni, doğal yaşamın ve insanın kanını emerek semirmesinden ibarettir. Türkiye’de de benzer ‘keşif’ler aralıksız yapılıyor. Bir gün petrol bulunuyor, diğer gün doğalgaz veya altın vb. madenler.
Türkiye’deki keşifler 120 yıl önce insanların birbirlerinin cesetleri üstüne basıp altına hücum ediş süreçlerini anımsatıyor. Kanadalı, ABD’li, İngiltereli vd. ülkeler Türkiye gibi ülkelerde ‘Altın bulduk’ söylemleri ile doğal yaşamı yok ederken ülkelerindeki halk, altın bulan şirket unvanıyla bu şirketlerin borsalardaki kâğıtlara yönelir ve bu şirketler çıkaracakları altından çok daha fazla geliri bu yolla elde ederler. Bu durum Türkiye dahil ülke şirketlerinin başlıca işidir. İstanbul borsasında altın karşılığı TL, USD ve euro takas işlemleri yapılmasını sağlayacak olan ‘Kıymetli Madenler Swap Pazarı’ kasım ayında açıldı. Bu pazar üzerinden maden işletmesi veya lisansı olan şirketler borçlanabilirken doğal yaşam üzerinde baskıyı çok daha yüksek oranda artıracakları anlaşılabiliyor.
Diğer yandan tarım birliklerinin enerji ve maden yatırımlarına yönelmesi, gelecek günlerde doğal yaşam için daha da zor günlere işaret ediyor. Pancar üreticisi kooperatiflerin kurduğu PankoBirlik iki adet termik santral satın alarak pancar üreticisine ihanet edip enerji üreticisi oldu. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği ise yüzde 75.95’ine sahip olduğu Gübretaş’a bağlı, Maden Yatırımları A.Ş.’yi kurarak altın madeni işine soyundu. Kuruma ait arazilerde 3.5 milyon onsluk altın bulunduğu şeklinde bir duyuru yapıldı.
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz, Söğüt ‘altın sahasında’ bulunan 6 milyar dolarlık altın rezervinin yerli ve milli imkânlarla 2 yıl içinde çıkarılacağını söyledi. AKP iktidarının, Gübretaş Maden Yatırımları A.Ş. Genel Müdürü’nü görevden alıp yerine, İşletmeler ve Yatırımlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Mahmut Karaman’ı getirmesi dikkat çekti. 2012 yılında Koza Altın’ın altın madeni çıkardığı alanla ilgili, Koza Altın ile Gübretaş arasında devam eden Söğüt altın madenine ilişkin davada Koza Altın’ın Söğüt madeni işletmesi iptal edilirken, dava madenin bulunduğu sahaların sahibi olan Gübretaş lehine sonuçlandı. Ancak dava konusu araziydi ve Gübretaş bu gelişme sonrası Maden Yatırımları A.Ş.’yi kurdu. Yeni bir altın madeni bulunmadı, sadece Maden Yatırım A.Ş.’nin özelleşmesiyle sonuçlanacak bir süreç başladı.
Madencilik sermaye kesimleri için son dönem en fazla ilgi çeken alanlardan biri. Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Gürsel Baran geçtiğimiz günlerde yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye’nin maden varlığının ekonomik kalkınmada kaldıraç olarak kullanılabileceğini söylemesi sermayenin yönelimini ortaya koyarken, ABD’de yaşanan ‘altına hücum’ sürecinin sanki bir izdüşümünü yaşıyoruz.
Ancak günümüzde can yakıcı boyutta gelişen ekolojik kriz ve buna bağlı küresel ısınma ile susuzluk, kuraklık, ormanların, tarım arazilerinin yok olması vb. nedenlerle yaşamı yok eden bu yağma süreci durdurulmalı. Bu yağmaya engel olmak içinse daha hızlı ve maden odaklı yeni örgütlenmelerin kurulmasının acil bir ihtiyaç olarak öne çıktığını da belirtmek gerekiyor.