Göçmen ve sığınmacılara ait bir olumsuz haberin gelmediği gün artık yok. Her gün ölü ve yaralı sayıları artarak geliyor. Artık bir haber değeri taşımadığı düşünüldüğü için olsa gerek bu haberlerin basında çıkma sayısı giderek azalıyor. Ölü sayısına endeksli bir habercilik anlayışı.!!!!
Yanı başımızda bir yerden bir yere göç etmeye çalışan insanların dramına sadece üzülerek “ vah vah” diyerek bakıyoruz. Bu hafta 22 göçmen şarampole düşen kamyon içinde ölüme uçtular. Çoluk çocuk, kadın hepsi birlikte. Güneş gazetesinin kaçan sürücü için manşeti: “keşke sen ölse idin”.
Yaşadığımız ülke ifratlar tefritler ülkesi . Bir yandan ırkçılık yaparak göçmenleri “kendi ülkelerinde kalmadıkları” için suçlayan yazılar diğer yandan ekmek parası için kamyon sürücüsünü ölmediği için suçlayan yazılar . Hepsi her gün tanık olduğumuz gazete manşetleri.
Ortadoğu’dan, Afrika’dan, Orta Asya’dan gelen ve Avrupa’ya geçmek isteyen insanların derdi nedir sizce? İnsanların bir yerden göç etme nedenleri insanlık tarihi kadar eski. Bu anlamda göçmen olmayan tarihsel köklerimiz yok. Galiba göç etmeyi yaşamımızın bir döneminde hepimiz istemişizdir. “Alıp başımı gideceğim” sözünü çoğumuz anımsarız .
Bu insanların ölümü göze almalarının tek nedeni daha iyi yaşam koşullarını kendileri için de sağlamaya çalışmak içindi. Ege’de Meriç Nehri’nde, Sicilya’da ve kısaca dünyanın her tarafında denizler ve dağlar göçmenlerle onları kaçıran insanlarla dolu. Kapılar ne kadar sıkı kapatılırsa o ölçüde gelenlerin mücadele azmi bileniyor. Kaçakçılara ödenen paralar artıyor, varılan ülkeye girdikten sonra da o ülkenin en kötü koşullarında bir yaşam mücadelesi başlıyor.
Siz bakmayın batının iki yüzlülüğüne, onlara göçmen statüsü verilen yardımlar bir süre sonra kesilecek. Çünkü onların kendi vatandaşları daha fazla yabancı istemiyor. Daha fazla yabancı daha fazla vergi demek, zenginliği paylaşmak demek. Fakirliği paylaşmanın daha kolay olduğu ülkeler en fazla mülteci kabul eden ülkeler. Ortada bir sefalet varsa o sefaletin ürettiği yaşam biçimleri dünyanın çok farklı coğrafyalarında bile benzer özellikler göstermesi raslantı değil.
Tanzanya’da yaşanan sefalet ile Arjantin gecekonduları ve yaşam biçimleri arasında fark çok az. Buralardaki insanların tek kurtuluş şansları bulundukları mekanları terk etmek olduklarını biliyorlar.
Göç kuramları geri dönüş ihtimali varsa göçmenin memleketinden çok uzaklaşamadığını aktarır. Önümüzdeki tablo sadece Türkiye’de yakalanan göçmenlerin geldikleri ülkelere göre en yüksek sayıda Afgan göçmene işaret etmektedir. (TC. Göç İdaresi 2018) Aradaki ülke sayısı geçilen yol düşünüldüğünde büyük maceraya katılanların neleri göze alarak batıya ulaşmaya çalıştıkları anlaşılır. 19. yüzyıl “altına hücum” ile ilgili görsel hafızanızda olanların sanki yeniden bir tekrarı yaşanıyor. Üstelik bu sefer altın olarak görülenlerin sadece sömürüye hazır göçmen emeğinin olduğunu ne yazık ki fark edebilenlerin sayısı çok az. Sermaye çevreleri elini ovuşturarak gelenlere bakıyor. Ne kadar fazla göçmen o kadar yerli işçiye ücret üzerinde baskı. Üstelik bir taşla iki kuş vuruluyor. Göçmenlerle yerli işçiler arasında ücretten dolayı, yaşam biçimi farkından dolayı kavga da eksik değil. Sanki “iti ite kırdırmak” sermayenin amacı.
Ne yapmalı sorusuna kısadan yanıt biliyorum; bıçak sırtı bir denge. Ama işçi sınıfının birliği için gelenler mutlaka o ülkenin eşit yurttaşları haline getirilmeli. Elbette geri dönüş olanakları saklı kalarak, kendi kültürlerini yaşatarak burada birlikte yaşamın yolları açılmalı.
Onların dünyanın çeşitli yerlerinden getirdikleri kültürlerin bu ülke insanları için zenginlik olduğunu bugün batının kozmopolit yapısı içinde görüyoruz. Kimse geldiği yeri unutmadan, ismini değiştirmeden o ülkenin insanları ile ortak bir yaşamı sürdürüyor.
Melez birlikteliklerin yaşam için en iyi çözümü verdiğini söyleyen bilim insanlarına inancım çok fazla bugün. Hepimize iyi yolculuklar…