İktidar bütün demokratik muhalefet ve ifade alanlarını, yaşam biçimlerini, duygu ve düşüncenin açıklanmasını kendi yaşam tasavvuru ve algısına göre dizayn etme, tek santimetre kare nefes alınacak bir yer bırakmama konusunda son derece kararlı ve istikrarlı biçimde ilerliyor. Artık kendini hiçbir şekilde anayasa, yasa, yönetmelik, teamüller, evrensel hak ve hukuk kurallarına bağlı olarak hareket etme mecburiyetinde hissetmeyen muazzam bir keyfiyetçiliği bütün topluma dayatıyor. İktidarla, partisiyle, parti yöneticileriyle ve iktidarın dünya görüşü ile en ufak bir yakınlığı olan herkese etki edebileceğini düşündüğü her alanda kendini bir iktidarcığa dönüştürerek büyük iktidardan mülhem bir keyfiyetçilikle etki edebileceği en geniş çevreye kendini dayatıyor. Artık tüm güç, yetki ve etki alanlarının bir tek ölçüsü var, iktidara yaranabilmek.
Tam böylesi bir iklim içerisinde Ekim ayı içerisinde altmışıncısı gerçekleşecek olan Türkiye’nin en büyük, en köklü, en tanınan film festivalinden, Antalya Film Festivali’nden gelen nur topu gibi bir sansür girişimi ile karşı karşıya kalıyoruz. Bütün büyük sanat organizasyonları gibi yani bütün güç ve etki odakları gibi iktidarın isteklerine göre pozisyon alma, iktidarla iyi geçinme pratiğinin yeni bir örneği ile. Necla Demirci’nin, Kanun Hükmünde Kararname’yle haksız hukuksuz bir şekilde işlerinden atılan bir doktorla bir öğretmenin bu hukuksuzluğa karşı yürüttüğü mücadeleyi anlatan “Kanun Hükmünde” belgeselini, festival programından çıkardığını açıklayıveriyor Festival Direktörü Ahmet Boyacıoğlu.
Festival, bir sanat organizasyonu olduğunu unutup kendini mahkeme yerine koyarak hüküm kesiyor ve filmdeki karakterlerden birinin mahkemesinin sürdüğünü, mahkemeyi etki altında bırakmamak için filmi listeden çıkardığını söylüyor. Neresinden baksanız tutarsız, neresinden baksanız alelacele uydurulmuş bir gerekçe. Öncelikle bu bir ceza davası değil hukuksuzca işten atılmaya karşı işe dönmek için açılmış bir mahkeme. İkincisi böyle bir gerekçe ile festival programından film çıkarmak, belgesel film gibi gerçeğe odaklanan, halkın gerçekleri bilmesini belgesel sinema estetiği ile anlatmak isteyenlerin bu konularda yaptıkları hiçbir filmin gösterilememesi demek. İnsanlara süren davalarla ilgili film yapmayın demek. Keyfiyeti zaten ayyuka çıkarmış yargı ve iktidara “mahkemeye etki” gerekçesi ile iktidarı rahatsız eden tüm konularda film çekilmesini, çekilmişse gösterilmesini yasaklayın diye akıl vermek demektir. Roboski’yi, Soma’yı, Ankara Gar, Diyarbakır İstasyon Meydanı, Suruç katliamlarını anlatan belgeseller yapamazsınız, yapsanız da göstermenize müsaade etmeyiz demek. Bu kadar köklü geçmişi olan bir festival, bu gerekçe ile kendini bütün dünyaya rezil etmiş, özgür bir sanat platformu olmadığını, festival yönetiminin hükümet memuru olduğunu ilan etmişlerdir.
Kültür Bakanlığı tarafından festivale sağlanan fonlarının kesilmesi, valilik tarafından filmi çıkarmamaları durumunda festivalin yasaklanacağı gibi bir tehditle mi karşılaşmıştır festival yönetimi? O zaman çıkıp bunu açıklasınlar, biz asla bir filme sansür uygulamayı kabul etmeyiz desinler, bu fona ihtiyacımız yok desinler. Biz halkla ve sinema emekçileriyle beraber bu festivali yaparız desinler. O zaman bu festival bak nasıl sahipleniliyor, bak nasıl halkın ve sinema emekçilerinin festivali oluyor. Yok, durumdan vazife çıkarıp iktidarla ters düşmemek için ön jüri aşamasında elemeyi gözden kaçırıp sonra farkına vardıkları için çıkardılarsa artık tepkiler nedeniyle ister filmi geri alsınlar ister almasınlar, bu festival yönetiminin zerre kadar itibarı kalmamıştır ve derhal istifa etmelidir.
Başta Belgesel Sinemacılar Birliği olmak üzere, Film Yönetmenleri Derneği, Senaristbir, Sine-Sen gibi sinema meslek birlikleri ve dernekleri, en önemlisi de festivaldeki tüm dallardaki jüri üyeleri ilk andan itibaren bu utanmazca sansüre karşı Necla arkadaşımızın ve özgür sinemanın yanında durarak tavır almışlardır. Bu sanat adına, demokrasi adına, geleceğe umutla bakma adına son yıllardaki en anlamlı en değerli itirazdır. Bu festival yıkılmalı ve yeniden kurulmalıdır. Bu olay ve buna gösterilen güçlü tepki buna vesile olmanın önünü açacak güçtedir. Muhalefetin yerel yönetimlerdeki iktidarcıklarında, diktatörlükle suçladıkları büyük iktidardan yasakçılık ve keyfi uygulamalar konusunda hiç de aşağı kalmadıklarının da açık bir göstergesidir bu olay.