Veysi Sarısözen
Şu artık bence kesin: Devlet Altılı Masa’ya dış politika alanını yasaklamış bulunuyor. Zaten dış politikanın Rojava ve Güney Kürdistan’la ilgili bölümünde Altılı Masa’nın Erdoğan-Bahçeli iktidarından ve devletten herhangi bir farkı yok. Bu konularda konuşmaları serbest.
Ama o kadar.
Dikkat ediyorsanız ne CHP ve ne de diğer Altılı Masa partileri hemen hemen hiçbir uluslararası ilişki kurmuyorlar. Kuramazlar. Yasak.
Örneğin günümüzde bile yapılan araştırmalar, toplumun yarıdan çoğunun AB hedefini desteklediğini gösteriyor. Altılı Masa’nın AB politikası ne? Yok.
Oysa Türkiye daha Demokrat Parti döneminden başlayarak, darbecilerden, Ortanın Solcularına, liberallerden dincilere kadar bugünkü Avrupa Birliği’ne üye olmayı bir “milli devlet” politikası olarak benimsedi. Aslında bu AB politikası Atatürk’ün “muassır medeniyetler seviyesine yükselme” stratejisinin devamıydı.
Altılı Masa bu devlet politikası hakkında ne diyor? Hiçbir şey demiyor. AB yetkilileriyle, bu ülkelerin politikacılarıyla uluslararası sorunlarla ilgili hiçbir ilişki kurmuyor.
Ben komünist değil de liberal ya da sosyal demokrat olsaydım AB’yle konuşurdum ve onlara şöyle derdim: “Biz iktidara geldiğimizde AB üyeliği için gerekli bütün adımları atacağız, sizin İslami fundemantalizm ve mülteci endişelerinizi ve Kürt sorunuyla ilgili kaygılarınızı radikal önlemlerle gidereceğiz, buna karşılık siz Türkiye’yi AB’ye kabul edecek misiniz?”
Ardından şöyle devam ederdim: “Biz iktidara geldiğimizde, NATO ile Rusya ve Çin askeri güçlerini dengelemek için Avrupa Birliği’nin bağımsız bir askeri savunma örgütü kurmasını destekleyeceğiz. Buna karşılık siz Türkiye’yi AB’ye kabul edecek misiniz?”
Mesela bunları, CHP’nin Genel Başkanı olsaydım, Yunan başbakanıyla ana muhalefet lideri olarak konuşurdum. Ona, “Biz iktidara geldiğimizde Kıbrıs’ta iki bölgeli federal sisteme geçilmesi için radikal adımlar atacağız. Buna karşılık Yunanistan Ege sorununda hakkaniyet ilkesiyle çözüme razı olacak mı ve bizim AB üyeliğimizi destekleyecek mi?” diye sorardım.
Bütün bu konuşmalardan sonra AB üyesi hükümet başkanlarından ve Yunanistan başbakanından AB üyeliği ile ilgili alacağım olumlu cevapları bir basın toplantısı ile halka duyurur ve “on ay sonra seçimi kazandığımızda Türkiye AB üyesi olacak” derdim. “AB üyesi olarak AB’nin imkanlarından yararlanarak ekonomik krizi aşacağım, enflasyon, işsizlik düşecek, herkesin cebinde hapı yutan TL yerine Avro olacak, Türkiye vatandaşları Almanlar, Fransızlar, Hollandalılar gibi AB vatandaşı olacak, vizesiz istediği gibi Avrupa’da dolaşabilecek, çalışabilecek ve eğitim görebilecek” diye eklerdim. Sonra devlete döner şöyle derdim: “Bizim iktidarımızda Kürtler ana dilde eğitim ve yerellerde özerklik hakkını elde ettikten sonra AB üyesi Türkiye’den ayrılmayı, bölmeyi devlete karşı silah kullanmayı akıllarının ucundan bile geçirmeyeceklerdir. Çünkü Kürtler de en az Türkler kadar akıllı bir millettir. En iyisi siz devlet olarak şu savaşa son verin de AB yolumuz açılsın…”
En sonunda iki milyonluk bir miting yapardım. Mitingde, yalnızca şunu sorardım: Ey halk, Türkiye AB üyesi mi olsun yoksa Rusya ya da Çin’in başını çektiği Şanghay örgütü üyesi mi? Seçim bunun referandumu olacak”…
Ne olurdu?
Ne olacak, seçimi kazanırdım.
Madem seçim böyle kazanılacak, Altılı Masa neden Strasbourg’a, Brüksel’e, Atina’ya heyetler yollayıp, yapacağı reformlar sonunda AB hükümetlerinden “Türkiye’nin AB üyeliğine destek sözü” almaya çalışmaz?
Erdoğan kanlı bıçaklı olduğu bütün başkentlerde dün ak dediğine bugün kara diyerek dolanıyor. Siz neden dolanmıyorsunuz?
Dolanamazlar. Korkarlar. Devlet onlara uluslararası politika alanının bu kısmını, “dış mihrakla konuşmayı” yasaklamıştır. Bir konuşmaya kalksınlar başlarına çorap örülür.
Hatırlayın: İBB Başkanı İmamoğlu bir elçiyle yemek yediği için ne oldu? Belediye başkanlarının kendi kararlarıyla elçilerle konuşması yasaklanmadı mı?
Ama bundan önemlisi de var. Bugün savcılar “casus avına” çıkmıyorlar mı? Amerikalı Barkey hadisesi nedir? Avrupa’nın bütün liberalleriyle, demokratları ve sosyal demokratlarıyla çok iyi ilişkiler kurmuş olan Osman Kavala hapisteyse, bilin ki ona yapılanlar aynı zamanda Altılı Masa’ya gözdağı vermek içindir. Konuşanı casus diye çarmıha çivileriz demek istiyorlar.
Eh, Altılı Masa da çok şükür tepeden tırnağa “yerli ve milli” olduğu için devletin dış politika yasağına bir de “casus” damgası yeme korkusuyla kayıtsız şartsız teslim oluyor.
Hepsinin yüreğinde “AB üyeliği” pır pır ettiği halde, Ergenekoncuların Şanghay İşbirliği Örgütü programına AB programıyla karşı çıkamıyor ve Erdoğan’a bir NATO, bir ŞİÖ arasında cambazlık yapma fırsatı veriyorlar.
Quto “Veysi abe, yoksa sen de mi AB’ci oliysin?” diye sordu. Ona “yazının sonuna geldiğimi, gelecek yazıda sorusuna yanıt vereceğimi” söyledim.
Kerata zor soru sorar. Yazının sonuna gelişim bahane. Yanıt için zaman kazanmam gerekti. İşin içinden çıkabilirsem gelecek yazıda bu konuya devam ederim.