Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden 20 Mart 2021’in ilk saatlerinde bir gece yarısı çıktığını duyurdu. Cumhurbaşkanı’nın kararı ile çıkılmasının hukuk açısından doğru yöntem olmadığına, Türkiye’de halen sözleşmenin yürürlükte olduğuna dair karşı argüman ise epey karşılık buldu. Ve buna dayanarak Danıştay’a yürütmenin durdurulması ve kararın iptali için onlarca dava başvurusu yapıldı. Danıştay her iki talebi de reddetti ve bu yılın başında Cumhurbaşkanı’nın kararının iptalini onayladı.
Sözleşmenin feshine giden süreçte iktidardaki faşist ittifak kadar muhalefetten de feshi canla başla savunanlar oldu. Bunlar temel argümanlarda tamamen ortaklaştılar. Devlet Bahçeli, 30 Mart 2021’de MHP grup toplantısında “Sözleşmenin toplumsal cinsiyet kimliğine ilişkin hükümleri aileyi tehdit etmiştir” derken ismini Sivas Katliamı’ndan beri iyi bilmediğimiz (Kuşkusuz halk düşmanlığı daha önceye dayansa da Türkiye ve Kürdistan’da katliamla bilinen bir isim haline geldi.) Temel Karamollaoğlu sözleşmenin kadına yönelik şiddeti artırdığını iddia ediyordu. “Son 15 yılın rakamları ortaya atıldığında bu şiddetin 10 misli kadar arttığına şahit oluyoruz. Bunu kabullenmemiz değil… Sadece kanun yaparak, sadece hukuki düzenlemelerle bu konunun üstesinden gelmek mümkün değil. Kanunlar çıkardık, İstanbul Sözleşmesi’ni kabul etti Türkiye. Ne oldu? Kadına şiddet 10 misli arttı… Aileyi korumadan kadına şiddeti önleyemezsiniz. Aile toplumun çekirdeği, temeli” diyordu 10 Mart 2021’de.
Biri iktidar ortağı diğeri muhalefet ittifakından iki genel başkan, İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi hedef aldığını söylüyordu. Sözleşme, aileyi nasıl hedef alıyor sorusunun iki temel cevabı var: Birincisi, cinsel kimlik ve yönelimlere yönelik maddeleri ile devletin en küçük temel hücresi ailenin heteroseksist yapısını toplumsal bir temel olarak tanımlamayışı. İkincisi ise aile birliğinin kadın, çocuk ve lubunyaların sağlığının üzerinde tanımlamayışı.
Aile birliğinin direği baba, erkektir demeyen, cinsel kimlik ve yönelimlerin yaşamını güvenceye alma sorumluğu veren bir sözleşmenin feshi, aynı zamanda erkek ittifakı olan Cumhur İttifakı için ortaklaşılan bir karar. Fakat bizlere “AKP’siz günler” vaat eden Millet İttifakı içinden farklı sesler geliyor. DEVA ve Gelecek bu meseleye dair ne söylüyorlar, kamuoyunda pek bilinmez. Babacan, “İktidara gelince ilk icraatımız sözleşmeye dönmek olacak” derken Davutoğlu “Aile yapımızı bozan sözleşme değil” diyor. Demokrat Parti de sözleşmeden çekilmeyi doğru bulmuyor. CHP ve İYİP’in seçim vaatleri arasında en parlak olanı belki de sözleşmeye dönüleceği. Buraya kadar Altılı Masa’da birlik var gibi görünebilir. Masa’nın aile açmazı da burada başlıyor.
Fatih Portakal’ın kulis bilgisi olarak duyurduğu Altılı Masa’nın bakanlık pazarlıklarında bir nokta dikkat çekiyor. SP ve İYİP, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı istiyor. Saadet Partisi yetkilileri doğrudan Erdoğan’a İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesini istediklerini açıkça ifade etmişti.
Altılı Masa, SP dahil, AKP’siz günlerin ne kadar demokratik, eşitlikçi, özgür günler olacağı, ekonominin düzeleceği vaadi ile hareket ediyor. Özünde bize bir program sunmuyor ama vaatlerinin gerçeklik değerini anlamamızı sağlayacak denklemler sunuyor. Bakanlık pazarlığı da bunlardan biri. Bütün partilerin Şehircilik ve Çevre Bakanlığı’nı istemesi örneğin, rantiye düzenine, beşli çeteye, uyuşturucu mafyasına hesap sorma vaadinin ardından bu pazarlık ile anlıyoruz ki kendilerinin olmayan rant ile hesaplaşacaklar. Benzer bir denklem de Aile Bakanlığı meselesinde açığa çıkıyor. Kadın cinayetlerine, cinsel şiddete, çocuk istismarına savaş açan bu ittifak, bakanlığı biri faşist diğeri siyasal İslamcı iki partinin arasında bırakarak kendi pratiğinin ne olacağını anlatıyor. Açılan savaşta LGBTİ+’lara yönelik şiddetin bayraklaşmamış olması yine bir gösterge.
Altılı Masa’ya artık temelsiz vaatlerin kadınlarda karşılığı olmadığını anlatmamız mümkün görünmüyor. Kadınların ve lubunyaların ölümü gösterip sıtmaya razı edilemeyeceğini anlamazlar. Çünkü burası da bir erkek ittifak. Bütün yaşamımızın o sıtma ile geçtiğini, artık her ikisini de istemediğimizi onların anlamasına gerek yok. Biz, gelecek günlerin gökten başımıza düşmeyeceğini biliyoruz. Birlikte mücadelemizle açtığımız ortak yolumuzdan yürümeye, kendimizi kerhen anıldığımız, oy hesabıyla dikkate alındığımız sandıklara bağlamıyoruz. Kadın, lubunya mücadelesi, feminist mücadele Altılı’nın hesaplarından büyük. Dayanışma ve örgütlülüğümüzle, öfkemizi kimseye kaptırmadan devam edeceğiz.
*HDK Kadın Meclisi Üyesi