Dünya Lideri’nin Almanya ziyareti vesilesiyle bazılarımızın aklına Almanya tarihini de ziyaret etmek geliyor. İbn-i Haldun, “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” diye yazmıştı. Burada birbirinden coğrafi ve kültürel olarak oldukça uzak iki toplum söz konusu olsa da belli ki hızla küreselleşen dünyamızda ekonomi gibi tarih ve tekerrür de artık ulusal sınır tanımıyor.
Bundan tam yüz yıl önce, 1918’de kurulan ve on beş yıl yaşayan Weimar Cumhuriyeti’nin tarihi, aynı zamanda Nasyonal Sosyalist Parti’nin devlet iktidarını ele geçirme sürecidir. Bu sürecin birkaç önemli özelliğine kısaca bakmakta yarar var.
Sağ popülizm ve Çoğunluk Rejimi: Nazi rejimi, demokratik seçim sonuçları ile kuruldu. Onbaşı Hitler’in güçlü bir devlet kurarak toplumu içinde debelendiği sorunlardan kurtarma vaadi, her seçimde hem orta sınıflardan hem de yoksul tabakadan daha çok oy almasına neden oldu. Hitler 1933 yılı başında başbakan oldu. Kısa süre sonra, Ağustos 1934’te bir referanduma giderek “başkanlık sistemi” kurdu. Bundan sonra seçim yapılmadı.
Reichstag Yangını ve Olağanüstü Hal ilanı: 27 Şubat 1933’te Alman Parlamentosu Reichstag’da yangın çıktı ve bir “kalkışma girişimi” olarak değerlendirilerek Nazilerin en önemli rakibi Komünistlerin yasadışı ilan edilmesi sonucunu getirdi. Bu yapılırken, “Olağanüstü Hal” ilan edildi; kişi hak ve özgürlükleri askıya alınarak toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasaklandı.
Başkanlık Yetkileri ve Muhalefetin Yasadışı İlan Edilmesi: Naziler yüzde 33 ila 40 civarında bir nüfusun oyuna sahip olmakla birlikte, geriye kalan geniş kitlelerin gözünde iktidarlarını meşrulaştırmakta zorlanıyorlardı. Bu durumda siyasal muhalefeti şiddet yoluyla baskı altına alma yoluna gittiler.. Hitler, olağanüstü hal yetkilerini kişiselleştirerek “kanun hükmünde kararnameleri” kendisinin çıkaracağı bir sistemin Parlamentodan geçmesini sağladı. Böylelikle seçilmiş milletvekilleri hakkında tutuklama emri çıkarabiliyor ve parlamentoda tutuklanmalarını sağlayabiliyordu. Sosyal Demokrat Parti de bir süre sonra yasadışı ilan edilerek malvarlıklarına el kondu, milletvekilleri ve ardından üyeleri kitleler halinde tutuklandı.
Parti içi tasfiyeler ve Uzun Bıçaklılar Gecesi: Hitler, önce partinin üst kademelerinde kendine rakip olacak isimleri tasfiye etti. Sonra, partisinin iktidara gelişinde kendisine en büyük hizmetleri sunmuş olan SA birliklerinin elebaşlarına yönelik bir operasyona girişti. 30 Haziran-2 Temmuz 1934 arasında gerçekleşen ve Uzunbıçaklılar Gecesi diye bilinen bu operasyonda SA komutanı, Hitler’in başdanışmanları ve Nazi milletvekilleri de dahil olmak üzere onlarca kişi ev baskınlarıyla tutuklandı ve kurşuna dizildi. Hitler, bu operasyonları Alman Genelkurmayı’na yaptırdı. Alman ordusu artık onu başkomutan olarak tanıyordu. Böylelikle Nasyonal Sosyalist Parti de fiilen ortadan kaldırılarak Hitler’in şahsi egemenliği altında yeniden örgütleniyordu.
Yerel Yönetimlere Nazi Kayyum: Naziler, bir federasyon olan Almanya’yı fiilen bir üniter devlete dönüştürdüler. Kendi partilerinden olmayan yerel yöneticileri görevden alıp tutuklayarak yerlerine “komiser” atadılar. Böylelikle bir “ein Volk, ein Reich, ein Führer” rejimi kurulmuş oldu. Tek millet, tek bayrak, tek devlet yani…
Yahudi “sorunu”: Nazi söyleminde 1933’ten itibaren Nazi olmayan herkes “öteki”ydi. Ama en büyük fatura Yahudi halkına biçildi. Yahudilerin, dış mihrakların içerideki işbirlikçileri ya da Alman ırkına karşı komplo içinde olan bir kesim olduğu iddiası, toplumun geniş kesimlerini ortak bir iç düşmana karşı birleştiren bir nefret söylemi işlevi görmeye başladı. Sonuçlarını biliyoruz. Ekonomi, Devlet Yatırımları ve Savaş Sanayi: Nazi rejimi, Alman büyük sermayesi ile işbirliği içinde ekonomiyi düzeltme vaadiyle önce büyük devlet yatırımları ve devlet destekli büyük inşaat projelerine girişti. Böylelikle en büyük toplumsal rahatsızlık olan işsizlik, bir süre yatıştırılmış oldu. Bunun yanında keskin bir militarist söylem eşliğinde devasa bir savaş sanayi kurulmaktaydı. Savaş sanayi, önce bölgesel sonra da kıta çapında saldırgan bir dış politikayı gerekli kılıyordu. Sonuçlarını yine biliyoruz.
Yargı, Üniversiteler ve Medya: Naziler, yargıyı bağımsız olmaktan çıkararak partinin bir organı haline getirdiler. Üniversiteleri “Yahudilerden arındırmak” adına büyük bir tasfiyeye giriştiler. Birçok akademisyen ve bilim insanı ülkeden ayrılmak ya da hapsedilmek seçenekleriyle karşı karşıya kaldı. Medyada ise, propaganda bakanı Goebbels’in operasyonlarıyla tam bir tek seslilik sağladılar. Medya bir iletişim aracı olmaktan çıkarak Nazi propaganda makinesi haline geldi.
Bertolt Brecht, “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi”ni işte bu süreç içinde yazmıştı. Ona göre önlenebilirdi. Peki, aradan geçen yüzyıla yakın zamandan sonra bir başka coğrafyada tekerrürünün hala önlenemiyor hatta resmi davetlerle teşvik ediliyor oluşuna ne demeli?