Alman Yeşiller Partisi’nin dönüşümü tamamlandı. Ama bu transatlantikçi şahinler sadece kendi partilerini dönüştürmekle kalmadılar. Aynı zamanda egemen siyasetin ve emperyalist Alman devletinin belirleyici koordinatlarını da dönüştürdüler. Emperyalist yayılmacılığı “değerlere dayalı uluslararası düzeni korumak”, militarizm ve silah tekellerinin çıkarlarını savunmayı “insan ve kadın hakları için feminist dış politika”, sermaye lehine atılan adımları “iklim koruması ile rekabet yetimizi güvence altına alan iktisat politikası” veya küresel hegemonya sağlama çabalarını “demokrasi ittifakının barış misyonları” olarak, kulağa hoş gelen, ama asıl özü değiştirilmiş söylemler hâline getirenler Yeşiller oldu ve bürokrasiyle diğer burjuva partileri de aynı söylemi kullanmaya başladılar.
Yeni Alman sağı, aynı eski milliyetçi-muhafazakâr sağ veya ırkçı-faşist akımlar gibi, sermaye çıkarlarınca yönlendirilmektedir. Alman sermaye fraksiyonları arasındaki çıkar çelişkileri, genel olarak sermayenin kendi öncülüğünde olanaklı olan en geniş toplumsal mutabakatı sağlamak için yeni toplumsal müttefikler aramasına neden olmuştu. Bunun sosyo-ekonomik çerçevesini üretim süreçlerindeki değişimler belirlemektedir. Örneğin robotik, nano, bilişsel teknolojiler, eklemeli üretim işlemleri ve yapay zekâ gibi yeni teknolojiler üretim süreçlerini şimdiye dek görülmemiş hızda değiştirmektedirler. Değişim ise büyük bir sermaye birikimine – ki Corona döneminde kapitalist devletlerin buna nasıl masif bir destek verdiklerini gördük – neden olmuştur. Birikim fazlasının yol açtığı krizler bilindiğinden, değinmemize gerek yok. Bu nedenle Alman sermayesi uzun zamandır egemenliğinin meşruiyetini sürdürebilir kılmak için yeni ideolojik temel arayışındaydı ve dışlayıcı, açık ırkçı, milliyetçi ve faşizan ideolojilerin, çoklu kriz dönemlerinin zorlaştırdığı toplumsal rıza üretimine yetersiz kaldığını fark etmişti.
İşte tam da bu nedenle otoriter karakteriyle sermaye çıkarlarına hizmet eden Alman devleti, “Political Correctness” anlamında fanatik olmayan, kapsayıcı görünümde ve “dünyanın iyileştirilmesini hedeflediğini” iddia eden, ama uyguladığı siyasetle toplumun büyük bir çoğunluğunu iktisadi, siyasi, kültürel ve toplumsal yaşamdan dışlayacak bir iktidara ihtiyaç duymaya başladı. Nitekim 1998’de kanıtladıkları gibi, otoriter neoliberalizme kolayca eklemlenen Yeşillerin biçilmiş kaftan oldukları görüldü.
Bugün ise Yeşiller, aynı 1999’da Yugoslavya savaşını olanaklı kıldıkları ve 2003’te Almanya’nın savaş sonrası tarihinin en büyük sosyal hak kısıtlamasının gerçekleştirilmesinde olduğu gibi, muhafazakâr partilerin uygulamaya sokmakta zorlandıkları tüm saldırgan politikaların gerçekleştirilmesine katkı sunmakta, hatta öncülük etmektedirler. Dahası ortağı oldukları federal ve eyalet hükümetlerinde faşist terör örgütü NSU araştırmalarını engellemektedirler. Örneğin Hamburg’ta NSU araştırma komisyonu kurulmasını isteyen karar tasarısına onay veren bir Yeşiller milletvekili meclis grubundan aforoz edildi. Yeşiller ortakları SPD ve CDU ile, ırkçı-faşist AfD gibi, faşist terör örgütü bağlantılarının açığa çıkmasını engellediler. 2021’de de Hessen’de NSU dosyalarının kamuoyuna açıklanması CDU-Yeşiller hükümetince engellenmişti.
Kendilerini önceleri pasifist, özgürlükçü veya solcu diye tanımlayanların süreç içerisinde savaş kışkırtıcısı, sermaye taraftarı ve yasakçı zihniyet temsilcisine dönüşmelerinin niyet veya soyut değerlerle alakası yoktur. Aksine bu, tarihin gidişatının sınıf çıkarlarınca belirlendiğini kanıtlamaktadır. Yeşiller, toplumsal tabanları olan ve kitlesel yoksullaşmadan faydalanan varlıklı kesimlerin sınıf çıkarlarını temsil etmektedirler. Yeşillerin savundukları politikanın içeriği artık tamamıyla sağcı pratiğin tüm karakteristik yanlarını taşımaktadır. Yeşillerin “liberal demokrasisi” ve “değerler birliği” emperyalist saldırganlığa ve yayılmacılığa giydirilmiş yeni bir elbiseden başkası değildir.
Sonuç itibariyle, emperyalizmin yeşili (veya Alman ordusunun üniforma rengi olan zeytuni) Almanya’nın yeni sağının rengi olmuştur.