Almanya’daki burjuva basınında Türkiye söz konusu olduğunda iki konu öne çıkıyor: Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik kriz ve Erdoğan’ın planlanan devlet ziyareti. Haberlerde krizin derinleşmesi ve Erdoğan’ın Almanya ziyaretinin“ kutuplaştırıcı” etkisinden kaygılanıldığı bildiriliyor. Her ne kadar bugünlerde ABD ve Türkiye arasında süren gerilim önem kazanmış gibi görünse de, satır aralarında Alman emperyalizminin “ellerini ovuşturduğunu” okumak pek âlâ mümkün. Görüldüğü kadarıyla Kaiser Wilhelm döneminden bu yana süren “Alman-Türk kardeşliği” gücünden hiçbir şey kaybetmemiş.
Türkiye ekonomisinin içine düştü kriz girdabının Alman burjuva basınını bu denli kaygılandırmasında anormal bir durum yok. Ne de olsa 6.500’ü aşkın Alman tekeli Türkiye’de üretimlerini sürdürüyorlar. Gerçi Alman tekelleri de, aynı Türkiye’nin büyük sermaye fraksiyonları gibi, Lira’nın değer kaybetmesi ve enflasyon artışı olarak kendisini gösteren konjonktürden ve karşılıklı yaptırımlarla keskinleşen ABD-Türkiye geriliminin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinden pek hoşnut değiller, ama 24 Haziran’la resmîleşen yönetim biçiminin işlerine geldiğini de göstermekten geri kalmıyorlar. Nihâyetinde Türkiye düşük ücretleri, iş yasaları, yatırım kolaylıkları ve vergi politikalarıyla yabancı sermaye için cennet kıvamında.
Yalnız Alman burjuva basınının Türkiye ilgisinin ardında iki farklı neden yatıyor. Birincisi iç politikayla ilgili: 1990’dan bu yana ivmesi artırılarak uygulanan neoliberal dönüşüm politikaları, yıkıcı sonuçları sebebiyle Alman toplumunun tepkisiyle karşılaşıyor ve egemen sınıflar lehine toplumsal rıza üretmek zorlaşıyor. Haklı tepkileri zararsızlaştırmanın bir yolu, bunları on yıllardır sistematik olarak teşvik edilen İslam düşmanlığı ve Türkiye karşıtlığına kanalize etmekten geçiyor ve başarılı olunuyor da. Örneğin Erdoğan, aynı Putin veya Venezuela Başkanı Maduro gibi hedef tahtasına konarak, tepkiler bu hedefe yönlendiriliyor. Sonbaharda Erdoğan’ın Almanya’ya devlet ziyareti yapacağı söylentisi bile tartışmalara yol açıyor, muhafazakârından liberaline, sosyal demokratından yeşiline kadar, kamerayı gören her politikacı “demokrasi havarisi” kesiliyor.
Ancak bu ucuz popülist söylemin kendisi ikilemini hemen dışarıya vuruyor: Bir tarafta politikacısından gazetecisine “Erdoğan gelmesin” veya “Türkiye’nin AB’de yeri yok” derlerken, koydukları virgülün hemen ardından, “ama Türkiye bizim için çok önemli bir partner” deyiveriyorlar. Şansölye Merkel de Türkiye’deki uygulamaları eleştirirken, aynı anda “Türkiye’nin, ki NATO partnerimiz, bizden uzaklaşması dış, güvenlik ve jeopolitik çıkarlarımıza aykırıdır” diyor. Merkel bunları söylerken aklında sadece AB ve Türkiye arasında imzalanan mülteci anlaşması yok elbette.
Merkel’e bunları söylettiren ikinci nedendir, yani Türkiye askerî-sınaî kompleksinin hem Alman silah tekelleri, hem de emperyalist-kapitalist dünya düzeninin öncü güçlerinden olma hedefini güden Alman emperyalizminin stratejileri açısından taşıdığı yaşamsal önemidir. Alman silah tekelleri ihracat yönetmeliği nedeniyle ihtilaf bölgelerine doğrudan Almanya’dan yapamadıkları ihracatı, Türk askerî-sınaî kompleksi üzerinden ve herhangi bir kontrol olmaksızın gerçekleştirebiliyorlar. Ve gerçekten de, Türkiye’nin son yıllardaki ihracat artışı kaydedilen sektörlerine baktığımızda, asıl ağırlığın“ savunma ve güvenlik ürünlerinde” olduğunu görebiliriz. Pek “yerli ve milli” olan Türkiye “savunma sanayiinin” ne kadar bağımsız (!) olduğu, birkaç gün önce Pakistan’a satılamayan Atak helikopterinde görüldü zaten.
Biraz argo olacak ama, gene de o deyimi kullanalım: Bakmayın siz birbirlerine “atarlanmalarına”, hepsi aynı sınıfın “kankasıdırlar”.