Scholz hükümetinin “TSK kimyasal silah kullanıyor” iddiaları ve en son Rojava ile Güney Kürdistan’a yönelik saldırıları karşısında sessiz kalması, aksine şahin Dışişleri Bakanı Baerbock’un “saldırılar orantılı olmalı” demesi, Almanya’daki muhalif kesimler tarafından “ikiyüzlülük” olarak eleştiriliyor. Kanımızca “böyle feminist dış politika mı olur” diye soran sol liberaller fena yanılıyorlar. Çünkü Almanya kendince “tutarlı” davranıyor. Çünkü Alman emperyalizminin Türkiye politikalarında insan hakları, feminizm veya uluslararası hukuka uyulması gibi değerler yer almıyor. Aslına bakılırsa Berlin, Türkiye’nin Suriye topraklarını işgal etmesine ve askeri saldırılarına devam etmesine tahammül göstererek, “tutarlı” davranıyor.
Çünkü Almanya’nın derdi başka. Almanya’nın asıl derdi Rusya üzerindeki baskıları artırmak ve Ankara’nın Moskova bağlantısını olabildiğince baltalamak. Türkiye’nin Rusya ile olan ticareti 2021’de 30 milyar dolar tutarken, 2022 sonunda yaklaşık 72 milyar dolar seviyesine çıkacağı tahmin ediliyor. Rusya’dan 26 milyar dolar değerinde petrol ve doğal gaz alan Türkiye, yaptırımlar sonucu Rusya’dan çekilen Batılı ihracatçıların açığını kapatmaya aday ve nihâyetinde yaptırımlar kapsamında olan Batılı ürünlerin Türkiye üzerinden Rusya’ya aktarılması söz konusu.
AB’nin sekizinci yaptırım paketi Rusya’nın ham petrol ihracatına yönelik olduğundan, Türkiye’nin artan biçimde Rusya’dan ham petrol ithal etmesi sorun olarak görülüyor. Örneğin Türkiye’nin Eylül ve Ekim aylarında AB ve ABD’ne ihraç ettiği petrol ürünleri, Temmuz ve Ağustos aylarındakinden yüzde 85 daha fazlaydı. Türkiye’deki rafinerilerin giderek daha fazla oranda Rus ham petrolünü işlediği ve petrol ürünlerini Romanya’nın Constanta ile Lettland’ın Ventsplis limanlarına gönderdiği biliniyor. Bu ise 5 Aralık 2022’de yürürlüğe girecek olan AB petrol ambargosu açısından Almanya’yı son derece rahatsız ediyor – her ne kadar bu sayede Rus petrolü AB’ne yasal olarak ulaşıyor olsa da.
AB’nin sekizinci yaptırım paketi, Rus petrolünün Avrupalı tekellerin tankerlerince nakledilmesine izin verilmesi için, petrol fiyatının AB tarafından belirlenen fiyatı aşmamasını öngörüyor. Ancak Rusya AB’nin fiyat sınırını kabul etmiyor ve bu nedenle petrolünü satmak için Avrupa dışı ülkelerdeki tanker filolarını angaje etmeye çalışıyor. Bu noktada Rusya’nın henüz çözemediği temel sorun ise sigorta sözleşmeleri. Sözleşmelerin genellikle başta Londra olmak üzere Avrupa’dan verildiği düşünülürse, bu sorunun Rusya’nın petrol ihracatını zorlaştıracağı görülebilir.
İşte Almanya bu çerçevede Türkiye’nin yeni bir karar almasına ön ayak oldu. 1 Aralık 2022’den itibaren İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçecek olan petrol tankerlerinin zorunlu nakliyat sözleşmelerini yaptıklarını kanıtlamaları gerekiyor. Bu da Rusya açısından ciddi bir soruna, dolayısıyla da Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerin limonileşmesine yol açabilir. Rusya’nın Rojava’ya yönelik saldırılara pek fazla söz söylememesi bu çerçevede ayrı bir anlam kazanıyor.
O açıdan Almanya’nın “insan hakları, demokrasi ve barış” demagojisiyle şekillendirdiği “feminist” dış politikasının TSK’nin son saldırıları karşısında sessiz kalmasının temel nedenlerinin başında Rus petrolüne yönelik ambargo geldiğini söyleyebiliriz. Dahası, bizce Alman emperyalizmi Kürdistan’a yönelik ve kanıtlandığı gibi başta sivilleri hedef alan savaşın tarafıdır. Sadece siyasi anlamda değil, TSK’nin kullandığı silah ve gereçler açısından da.
Zaten hafta başında Ankara’da meslektaşı Süleyman Soylu’yu ziyaret eden Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in kimyasal iddiaları ve son saldırılar konusunda tek kelime etmemesi, aksine Türkiye ile olan “teröre karşı mücadele iş birliğini geliştireceğiz” söylemi, bizce hayli anlamlı. Almanya’da yaşayan Kürdistanlılar ve kurumları bu söylemin nasıl bir sonuca yol açacağını çok iyi biliyorlar: Daha fazla kriminalize etme, daha fazla baskı altına alma ve giderek daha fazla Kürdistanlının yurt dışı edilerek, cellatlarına teslim edilmesi.
Feminist dış politikaymış! Hadi oradan, bunu külahımıza anlatabilirsiniz ancak!