Osmanlı Devleti’nin 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması ve parçalanması, Türk tarih yazımında “Almanlar yenildi, biz de yenilmiş sayıldık” şeklinde değerlendirilir. Bu kalıplaşmış ifade hem paylaşım savaşında Osmanlı’nın yenilgisi hem de bu yenilginin sorumlusu olarak Almanların gösterilmesi nedeniyle bir hayli sorumlu olsa da bir bakış açısını göstermenin yanında sorumluyu kendi dışında arayan yaklaşımın ürünü olarak geniş kitlelerin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından yapılan kimi değerlendirmeler de artık “ata”sözü haline gelmiş bu “yenilginin tarih yazımı” söylemini hatırlatmaktadır. Seçim sonrasında burjuva muhalefetin adayının kazanamadığının açıklanması başta Emek ve Özgürlük İttifakı olmak üzere muhalefetin de yenilgisi sayıldı ve propaganda edildi.
Bu ifade elbette sorunludur. Çünkü ilerici devrimci muhalefette “Yürü be Kemal” denildiği gibi, hakim sınıf klikleri arasındaki bu göstermelik seçim oyununda taraf olmayan ve “hiçbir burjuva adaya oy yok” diyenler de vardı. Bu nedenle seçim sonrasında özellikle muhalefetin aldığı ilan edilen sonuçlara dair yapılan değerlendirmelerde genellemeci bir yaklaşımdan kaçınmak gerekir.
Elbette resmi olarak açıklanan sonuçlardan hareketle başta Yeşil Sol Parti olmak üzere halk saflarında bulunan partilerin seçim öncesinde açıkladıkları hedeflere ulaşamadıkları ve dahası önceki seçimlere göre belli oranda oy kaybı yaşandığı açıktır. Bu anlamıyla seçim sonuçları itibariyle bir başarısızlıktan söz etmek gerekir. Ancak bu başarısızlığı ana muhalefet başta olmak üzere düzen muhalefetinin yenilgisiyle aynı koşullar içinde değerlendirmemek gerekir. HDP’nin kapatılma davasından, seçimlere yeni bir partiyle girilmesine, baskı, tutuklama ve gözaltı saldırılarından aday tercihlerine, halktan uzaklaşmaya kadar bir dizi etkenin seçim sürecinde istenilen hedeflere ulaşmasında engel olduğunu bir kez daha ifade etmek gerekir.
Bu anlamıyla devlet örgütlenmesinin bütün imkan ve olanaklarını kullanan Erdoğan iktidarı karşısında ilerici ve devrimci muhalefetin ağır bir yenilgi aldığı değerlendirmesinde bulunmak hakkaniyetli olmadığı gibi, seçim sonrasında iktidar merkezli devreye sokulan ve “İletişim Başkanlığı” tarafından sürdürülen propagandaya da hizmet etmektedir. Seçim sonrasında özellikle sosyal medyada eleştiri adı altında yapılan kimi değerlendirmelerin bu mahiyette olduğu açıktır. Bu değerlendirmelerden bazıları doğrudan Kürt hareketini hedeflediği gibi kimileri de seçimlerde burjuva muhalefetin adayını desteklemeyen devrimci hareketi kapsamaktadır. Üstelik de seçim öncesi ve sırasında faşizme karşı mücadeleyi sadece sandıkla sınırlamamak gerektiği, seçim ve sandık süreçlerinin faşizme karşı mücadelede kullanılabilecek araçlardan sadece biri olduğu ve esasını oluşturmadığı gibi değerlendirmelerin yapıldığı koşullarda bu türden eleştiriler yapılmaktadır. Açıktır ki eleştiri adı altında yapılan bu gibi değerlendirmelerin bazıları “şekere bulanmış mermi”lerdir. Ortada kapsamlı bir ideolojik tasfiye saldırısı vardır ve “herkesin Reis karşısında hazrola geçmesi” hedeflenmektedir. Bunun için de tıpkı “Almanlar yenildi, siz de yenildiniz” kalıbı devreye sokulmaktadır.
Bu türden değerlendirmelerin sadece iktidar mahfillerinden yapılmadığı da ortadadır. Örneğin ana muhalefet partisinin bir yetkilisi de seçim başarısızlığının faturasını “Kürtlerin bizi desteklemesi kazanmamızı engelledi” minvalinde değerlendirebilmektedir. Elbette bu türden değerlendirmelere dair çok şey söylenebilir. Ancak seçim sonuçlarının da gösterdiği üzere iktidarı ve muhalefetiyle bütün hakim sınıf klikleri ilerici ve devrimci hareket karşısında ittifak halinde hareket etmektedir. Bu klikler, bir madalyonun iki yüzü gibi davranmakta, “beka sorunu” adı altında Kürtleri ve devrimcileri “terör” yaftasıyla kriminalize ederek, kendi saflarını tahkim etmektedirler. Seçimler sırasında iktidarın sahte video montajları ve el ilanlarının yanında muhalefetin de ırkçılığı ve şovenizmi besleyen politikaları ortadadır.
Bu anlamıyla İslamcısı, Kemalisti, Türkçüsü, İttihatçısıyla her renkten hakim sınıf kliği karşısında, bir “üçüncü yol”dan değil de ikinci yoldan bahsetmek ve bunu propaganda etmek gerekir. Hakim sınıfların şu veya bu kliğinin politikalarına yedeklenmeden, halkın kendi gündemi doğrultusunda ikinci bir yol örgütlemek gerekmektedir.
“Almanlarla birlikte yenilmemek” için kitlelerin örgütlü gücüne daha fazla ihtiyacımız vardır. Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı en önemli ders budur.