PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın düşünce ve fikirlerinden etkilendiği için Türkçe ve Kürtçe öğrenerek kitaplarını çeviren Reimar Heider, Ortadoğu ve dünya halklarının bu fikriyata ihtiyacı olduğunu söyledi
İmralı’da 23 yıldır ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı okuyarak etkilenen ve kendi deyimiyle “İnsanın aklını başından alıyor” diyen Alman akademisyen ve hekim Reimar Heider, uzun yıllardır Öcalan’ın kitaplarının Almanca’ya çevirmekle meşgul. Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış Uluslararası İnisiyatifi Sözcüsü Heider, Öcalan’ı daha iyi anlamak ve anlatmak için Kürtçe ve Türkçe öğrenmekle çalışmalarına başladığını anlattı. Ortadoğu ve farklı coğrafyalarda politik akımları ve düşünceleri takip eden, özel olarak Kürt sorunuyla yakından ilgilenen Heider, 23 yıllık ağırlaştırılmış tecridin sadece Öcalan’ı hedef almadığını, dünya tarafından Kürt halkına vurulmuş bir ket olduğunun altını çizdi. NATO eksenli devletlerin Kürt sorununda oynadığı olumsuz politikalara dikkati çeken Heider, Almanya için “Devasa bir sorun yarattı ve Kürtlerin, Öcalan’ın özgürlüğünün ve barışa giden yolun önünü tıkadı” belirlemesinde bulundu. Heider, Öcalan’ın 73’üncü doğum günü öncesinde Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Gözde Çağrı Özköse’nin sorularını yanıtladı.
Öcalan ile tanışmanız nasıl oldu, kendisiyle yüz yüze geldiniz mi?
Ne yazık ki yüz yüze tanışma fırsatımız olmadı. 90’larda Kürdistan ile dayanışma gruplarında çok aktiftim. Fakat o dönem çevrilmiş materyali yok denecek kadar azdı. Bu nedenle Öcalan’ın fikriyatıyla ilgili bir şey öğrenmek çok mümkün olmuyordu. Almanca’ya kırk yılın başında bir rapor ya da bir röportaj çevriliyordu ama bu da çok sık olan bir şey değildi. Öcalan’ı tanımak için Türkçe öğrenmem gerekti. Bu da çok uzun bir zaman aldı. Öcalan’ın uluslararası komployla kaçırılması sonrasında ilk savunmalarıyla beraber yazılı metinleri daha dikkatli takip etmeye başladım. Savunmaların tamamını okudum. Daha sonrasında da bulabildiğim tüm kitaplarını okudum. Yani önce fikriyatını öğrendim sonra yazılarıyla kendisini tanıma fırsatı buldum. Kürt arkadaşlardan da çok dinledim, onunla tanışma fırsatı olanlardan, onun eğittiği insanlardan.
Öcalan ile tanışan arkadaşlarınızın anlattıklarından aklınızda kalan bir hikaye var mı?
Bir hikaye var aslında. Çok uzun zamandır hikayenin sahibine bunu yazması gerektiğini söylüyorum. O nedenle anlatıp hikayesini mahvetmek istemiyorum ama şunu söyleyebilirim. Avrupa’dan Suriye’deki akademiye Öcalan ile görüşmeye gidenlerin içinde Almanların da olduğu bir grup vardı. Burada basına yansıtılan imaj kendisinin çok sert, disiplinli, sürekli eleştiren, emirler yağdıran biri olduğu yönündeydi. Bu nedenle genelde insanlar Öcalan’ı korkutucu buluyorlardı. Giden ve tanışma şansı bulan arkadaşlar ise tamamen farklı bir hikaye anlatıyordu. Geldiklerinde bize asla öyle biri olmadığını, çok anlayışlı, arkadaş canlısı bir insan ve iyi bir dinleyici, tartışmalarda son derece aktif ve anın içinde var olan bir insan olarak anlatıyorlardı.
Öcalan’ın fikirleri sizin için ne anlama geliyor? Bu fikirleri Ortadoğu başta olmak üzere bölgesel ve küresel sorunlar bağlamında nasıl değerlendirebiliriz?
Öcalan’a ait metinleri okumaya başlar başlamaz en ilginç bulduğum şey, 20’nci yüzyılın sorunlarını ve çeşitli devrimci hareketlerin yenilgilerini, sosyalist teoriyi ve ideolojiyi tartışırken ne kadar ciddi olduğuydu. Bu yenilgileri incelerken nasıl daha iyisinin yapılabileceğini, neden söz konusu hareketlerin yenilgiye uğradığını ya da sönümlendiğini, bunun olmaması için nasıl alternatiflerin geliştirilmesi gerektiğini, sorunların tarihsel köklerini tartışıyordu. Bir ideolojiyi tartışırken ve derinleştirmeye çalışırken en değerli bulduğum şey bu bakış açısıdır.
Beni etkileyen bir başka şeyse, sorunların derinine inmesi oldu. Örneğin, belirli bir sosyalizm stratejisini ya da bir örgütlenme sorununu tartışırken, incelerken, kazdıkça kazıyor ve gidebildiği kadar sorunun derinine gidiyor. Altında yatan nedenleri görmeye çalışıyor. Bu nedenlerin tarihsel köklerini inceliyor. Ne kadar geriye gittiklerini inceliyor. Bunları analiz ederken çok, çok geriye gidiyor. Yazılı tarihin başına, hatta onun da gerisine gidiyor. Bunu çok etkileyici ve çok önemli buluyorum. Sosyalist ve devrimci düşünceye çok önemli katkılarda bulunduğunu düşünüyorum. Özellikle kadın sorununu ve cinsiyet eşitliği konusunu her analizinin odağına koyması çok önemli ve aynı zamanda da benzersiz. Tarihte bunu yapan başka bir erkek düşünür yok. Belki birkaç sosyalist feminist yapmıştır. Bu yüzden Öcalan’ın ideolojisinin yalnızca Orta Doğu’da değil dünyanın geri kalanında da birçok insana sunacağı çok şey olduğunu düşünüyorum. Orta Doğu’da elbette siyasi bir lider olarak, Kürtlerin, Türkiye ve çevresinde çatışma içinde olduğu diğer devletlerle olan ilişkileri anlamında en önemli politik aktör ama Öcalan’ın ideolojisi ve rolü küresel ölçekte önemli.
Öcalan’ın fikriyatı ve paradigması Avrupa’da nasıl karşılanıyor?
Avrupa’da nüfusun çoğunluğu Öcalan’ın fikirlerini bilmez. Zaten çözmeye çalıştığımız sorun da bu. Bu fikri yaymaya, duyurmaya çalışıyoruz. Kitaplarını pek çok dile çeviriyoruz, bastırmaya çalışıyoruz. Öcalan’ın sözünü insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz çünkü Öcalan’ı okuyan, tanıma fırsatı olan herkes, istisnasız herkes, bu fikirlerden etkileniyor. Bunu söylerken de tek bir demografik gruptan bahsetmiyorum. Örneğin Avrupalı genç aktivistler Öcalan’ın metinlerini ideolojik olarak çok ilgi çekici buluyor. Bu metinlerden kendi mücadelelerinde faydalanıyorlar. Bunun dışında devrimci düşüncenin tarihiyle ilgilenen akademisyenler, Öcalan’ın metinlerini çok ilgi çekici buluyor. Düşüncesinin derinliğinden çok etkileniyorlar. Siyasetçiler ve siyasetle ilgilenen kişiler de öyle. Orta Doğu’da barış anlamında ne kadar yapıcı fikirleri olduğunu gören, barış ve birlikte yaşam hakkındaki düşüncelerini, farklı etnik grupların, dini grupların bölgede nasıl barış içinde yaşayabileceğine dair düşüncelerini öğrenenler bu düşünceyi benimsiyor ve kendi alanında uyguluyor. Bu nedenle Öcalan’ın gerçekten her kesime sunacak bir şeyleri var ve bu fikirleri okuyan ve öğrenen herkes ondan çok etkileniyor.
Öcalan’ın kitapları birçok dile çevriliyor. Bunlardan bazılarını da siz çevirdiniz. Sizi uluslararası komployla Türkiye’ye teslim edilen bir liderin kitaplarını çevirmeye iten şey neydi? Bu çevirilerden sonra yaşamınızda ne tür sonuçlarla karşılaştınız?
İmralı’da görülen mahkemedeki savunmasını okudum. Sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) savunmasını okudum ve Öcalan’ın metinlerini çevirmeye karar verdim. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı yayınlandı. İki büyük ciltti. Bunları okuduktan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nde ne kadar tartışıldığını gördükten sonra çevirileri yapmaya karar vermiştim. O dönem ateşkes de ilan edilmişti. Uzun süren bir ateşkesti ve savaş sürmediği için de Avrupa’da Kürt sorunu tartışması sona ermişti. Kimse bu konuda yazmıyor, düşünmüyordu. Ama aynı zamanda, görüyordum ki Kürtler arasında çok ciddi tartışmalar sürüyordu. Nasıl bir barış istiyoruz, barış nedir, bunca sorun nasıl çözülür gibi sorular vardı. Öcalan’ın kitaplarında medeniyet, devlet ve kapitalizm hakkında sorduğu son derece zor sorular tartışılıyordu. Bütün bunlar nasıl ele alınabilir, Kürdistan bu sorunların çözümü anlamında nasıl bir odak haline getirilebilir? Çünkü kitapta yaptığı şey bu. Öcalan insanlara bu kitabı vererek küresel sorunların kodlarını vermiş oluyor ve çözümü için de önemli ipuçları sunuyor. Bu benim ilgimi çok çekti. Gördüm ki bu çok önemli tartışmaların hiçbiri Avrupa’da bilinmiyordu. Kürdistan’da bu çok önemli sorunların çözümü tartışılıyordu. Avrupa’daki Kürtler ve orada ne olduğuyla ilgilenen kişiler dahi bu tartışmalardan habersizdi. Bu durum beni bu çevirileri yapmaya motive etti. Küresel anlamda bir önemden bahsediyorum ve bu tartışmaların bilinmesi gerektiğini düşündüm. Daha sonrasında da Özgür İnsan Savunması’nı Almanca’ya çevirdim.
Beni çevirirken neyin etkilediğine gelince… Benim etkilenmem çevirirken olmadı çünkü çok zor bir süreçti. Alt başlıkların da alt başlıkları vardı. Çok fazla bilgi sahibi olmayı, çok araştırma yapmayı gerektiriyordu. Neden bahsettiğini ve bahsettiklerinin içinde bulunduğu tarihsel süreci tam olarak anlamak için çok araştırma yapmam gerekti. Ben asıl okurken etkilendim. Düşüncelerinin, fikirlerinin sınırsız büyüklüğü ve önemi insanın aklını başından alıyordu.
Sonuçlara gelirsek, en önemli sonucu, bu fikriyatın benim hayatımın çok önemli bir parçası haline gelmesi oldu. Kendimi bu kitapları çevirmeye, insanlara okutmaya, öğretmeye adadım. Olumsuz bir sonuçtan bahsediyorsan, öyle bir şey olmadı…
Öcalan’ın kitapları Avrupa’nın bazı üniversitelerinde ders olarak okutuluyor. Bu kitapların alınıp okunma sayıları nasıl? Bu fikriyattan etkilenmeler ne düzeyde? Kitaplara dair bir engelleme ve sansür söz konusu mu?
Çevirilerle ilgili herhangi bir sorun hiç yaşanmadı. Öte yandan Türkçe olan kitaplar Kürt kurumları basıldığında bir saldırıya maruz kalabiliyor. Tabi burada hedef alınan kitapların kendisi değil Kürtler, Kürt kurumları. Üniversitelere gelince, çok yaygın olmamakla birlikte bazı okullarda bu kitaplar tartışılıyor ve okunuyor. Bu çok kıymetli. Yalnızca Avrupa’da da değil örneğin Meksika’da bazı üniversitelerde okutuluyor, üzerine dersler veriliyor. Fakat bu çok daha geniş bi perspektif üzerinden gerçekleşiyor. Bu derslerde örneğin yeni politik teoriler ve modeller tartışılıyor. Rojava örneği üzerinde çok duruluyor. Rojava modelinin arkasındaki demokratik konfederalizm teorisi çok tartışılıyor. Bu anlamda evet, kitaplar üniversitelere kadar yolunu buldu diyebiliriz. Ama bana kalırsa bu durum olması gerektiği kadar yaygın değil henüz.
İmralı Cezaevi’nde 23 yıldır süren ağırlaştırılmış tecritle devam etmek istiyorum. Öcalan’dan bir yıldır hiçbir haber alınamıyor. Ulusal ve uluslararası sözleşmelerin ihlali olan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tek kelimeyle korkunç bir durum. Bu konuda bir şeyler yapabilmenin bu kadar zor olması da inanılmaz derecede sinir bozucu. Dediğiniz gibi iç hukuka da uluslararası hukuka da aykırı ama bu tür yasaları Türkiye’de uygulatmak inanılmaz zor şu anda. Hatta Avrupa’da bile öyle. Son dönemde bu konuya ilişkin pek çok olumlu karar verilmiş de olsa nihai bir çözüme çok yakın mıyız, bilemiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu kararların uygulatılmasına dair kararları var. Çok uzun ve meşakkatli bir süreç. Ama bu durumun genel süreçle de bağlantılı olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Yani bu tecrit yalnızca Öcalan’a uygulanmıyor. Bu çok ekstrem, muhtemelen benzeri olmayan bir tecrit. Dünyada bu koşullarda tutulan ikinci bir siyasi tutuklu yok. Bu aynı zamanda Kürt halkına, Kürt örgütlerine ve Kürt kurumlarına uygulanan bir tecrit. Öcalan’a uygulanan tecrit ve halka uygulanan tecrit el ele diyebiliriz. Bu durum Rojava’ya kadar uzanıyor. Pek çok ülkenin hala Rojava yönetimiyle çok kısıtlı bir iletişimi ve ortak çalışması var. Tüm bunlar gelip Öcalan’a uygulanan tecride dayanıyor. Evet, burada Öcalan’ın şahsına bir saldırı var ama bu çok daha geniş bir tecrit sorunu. Öcalan’ın savunduğu her düşünceye ve fikre tecrit uygulanıyor. Geçtiğimiz birkaç sene içinde bu konuya daha fazla dikkati çekmeyi başarabilmek mümkün oldu. Artık daha çok insan bu korkunç uygulamanın farkında. Pek çok aktivist artık bunun asla kabul edilemez olduğunu sokaklarda bağırıyor, tecridin derhal sona erdirilmesi gerektiğini savunuyor ama sesleri, sesimiz, henüz bu durumu değiştirmeye yetecek kadar güçlü çıkmıyor.
Son yıllarda bu konuya daha fazla dikkat çekilebildiğinden bahsettiniz. Bunun nedeni nedir?
Kürtlere olan ilginin artmasındaki ana nedenlerden biri kesinlikle IŞİD’e karşı mücadelesi. Artık daha fazla insan bu konuda yazıyor. Farklı dillerde yazıyor. Daha fazla insan duyuyor. Daha fazla insan soru soruyor. Neden böyle? Bu nasıl oldu? Kimsenin karşısında duramadığı, direnemediği IŞİD’e karşı Kürtler nasıl böyle bir zafer kazanabildi? Bu ülkelerin ordularıyla Kürt güçlerinin arasındaki fark ne? Tüm bu soruları sorduktan sonra konu otomatik olarak zaten Öcalan’ın fikirlerinin Rojava’daki direnişi nasıl şekillendirdiğine, oradaki direnen insanları nasıl eğittiğine geliyor. Son zamana kadar Öcalan ve Kürt hareketi hakkında ana akım medyada anlatılanlardan başka bilgiler alabilmeye başladı insanlar. Bu çok önemli bir faktör. Bir başka çok önemli faktör de şu anda Öcalan’ın ideolojisine dair insanların ilk elden bilgi sahibi olabilmeye başlamış olmaları. Bundan 20 yıl önce Öcalan ve ideolojisi ile ilgili kendinizi bilgilendirmek isteseniz, bu bilgiyi ya onun ne kadar kötü bir adam olduğu üzerine kitap üzerine kitap yazan Öcalan’ın düşmanlarından ya da Kürtlerin kötü insanları olduğunu söyleyen ana akım medyadan alırdınız. İnsanların nesnel ve gerçek bilgiye erişmesi neredeyse imkansızdı. Bu durum artık değişti. Kitapların onlarca dile çevrilmesi, kısa versiyonlarının, broşürlerin, makalelerin pek çok dilde yayınlanması, bilgi sahibi olan insanların konuyu daha derinden araştırmak istemesi, Kürdistan’a bizzat gidip gerçek kaynaklarla yüz yüze görüşmeler yapılması, Kürtler ve Öcalan hakkındaki fikirleri değiştirmeye başladı.
Öcalan üzerindeki bu tecrit halinin son bulması ve özgürlüğüne kavuşması için Avrupa’da ne tür çalışmalar yürütülüyor? Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Bu duruma dikkati çekmek üzere pek çok çalışma yapılıyor. Pek çok eylem, yürüyüş, miting düzenleniyor. Elbette ki katılım daha çok Kürtlerden oluyor ama son dönemde bu da değişti. Avrupa’nın dört bir yanından pek çok genç bu eylemlere katılıyor. İmza kampanyaları düzenleniyor. Bu kampanyaların insanları tecrit konusunda bilgilendirmek açısından çok faydalı olduğunu söyleyebilirim. Hükümete ve devlet kurumlarına Türkiye’ye bu konuda sorular sorması, yaptırımlarda bulunması adına baskı yapılıyor ama yapılanlar yeterli değil. Bunun yanında destek gün geçtikçe büyüyor. Örneğin bazı şehirlerde ve kasabalarda Öcalan’a fahri vatandaşlıklar verildi. Bu kampanya daha ziyade İtalya’da güçlü. Bu kampanya ile Öcalan barış ve özgürlük konusundaki çabaları ve çalışmaları için onurlandırılmış oluyor. Bunun dışında daha ziyade İngiltere’de güçlü olan sendikal çalışmalar var. Bu sendikalar dünyadaki başka sendikalarla dayanışma örgütlüyor. Ama bütün bunlar bilgilendirme düzeyinde çalışmalar diyebiliriz. Çünkü insanlar Kürtleri ve Kürt sorununu bilse de Öcalan’ı ve tecrit sorununu o kadar derinlikli bilmiyor. Yani daha bilgilendirmemiz gereken çok fazla insan var.
Tecrit konusunda Batılı devletlerin nasıl bir sorumluluğu var. Bu sonucun ortaya çıkmasında ne tür dâhilikleri var? Özelikle Almanya’nın politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çok geniş değerlendirilebilecek bir konu. Öcalan’ın uluslararası komployla kaçırılmasından da önce, NATO’da örgütlü ülkeler Öcalan’ın Avrupa’da kalmasını engelledi. İtalya’da kalabilirdi, Hollanda’ya gidebilirdi, Almanya’ya gidebilirdi, Almanya’da bir mahkemede yargılanmaya hazırdı. Hakkında çıkarılmış bir yakalama kararı vardı. ‘Tamam’ dedi, ‘Gelip Almanya’da mahkemede ifademi veririm.’ Bu ülkeler Öcalan’ın Avrupa’ya gelmesi ve Avrupa’da kalmasının önüne geçti. Yani kaçırılma olayının kendisinden de önce, bu ülkelerin Kürt sorununun çözümsüzlüğünde çok büyük rolü var. Kürt sorununun çözülmesini istemediler. Öcalan’ın Kürtleri ve Kürtler’in özgürlük hareketini temsil etmesini istemediler. Siyasi bir çözüm de istemediler. Bu durum devam etti. Kaçırılma sürecinde de, sonrasında ve hala da devam ediyor. Bunun sonrasında da Avrupa’daki Kürtleri yargılamaktan başka senelerce hiç bir şey yapmadılar.
Bu ülkelerin başını da Almanya çeker. Öcalan’ın Türkiye devletiyle görüşmelerinde bir miktar destek geldi denebilir ama aslında olan Türkiye Devleti’ne tam destek sağlamamalarıydı. Yani gerçek bir barışçıl çözüm için destek verilmedi. İki tarafın uzlaşması adına bir çaba harcanmadı. Bence bunun nedeni Türkiye Devleti’nin destek istemesiydi. Bu bağlamda Avrupa biraz desteğe benzer bir şey vermiş olsa da bu destek Öcalan’ı dışarı çıkarmaya, tecridi sonlandırmaya ve Öcalan’a doğuştan sahip olduğu insan haklarını sağlamaya yetecek bir destek değildi. Birleşik Krallık ve Almanya’da bu olumsuz sürecin başını çekiyordu. Bunun sonucunda da Almanya ve Türkiye arasında, hükümetlerden bağımsız bir ittifak doğmuş oldu. Şu anda Almanya’da bu durum öyle bir hal aldı ki, Öcalan’ın fotoğrafları Almanya’nın pek çok kentinde yasaklandı. Kamuya açık alanda Öcalan fotoğrafı yasak, inanabiliyor musunuz? Yani bir eylem yapıyorsunuz ya da bir miting düzenliyorsunuz. Bu kişi üzerindeki tecrit bitsin istiyoruz diyorsunuz ama o kişinin fotoğrafını gösteremiyorsunuz. Bu çok absürt bir durum ve bu konu üzerine çalışan insanların ne derece zorluklara maruz kaldığının da ilanı gibi. Almanya devasa bir sorun yarattı ve Kürtlerin, Öcalan’ın özgürlüğünün ve barışa giden yolun önünü tıkadı.
Nelson Mandela için dünyanın birçok ülkesinde yaygın kampanyalar yapıldı, uluslararası ilişkilerde, diplomaside çokça yer edindi. Mandela için harekete geçen, çaba harcayan o günkü gerçeklik, dinamik bugün Öcalan için harekete geçmekte neden bu kadar tutucu davranıyor?
Bu çok önemli bir soru ve pek çok boyutu var. O dönem dünya şu anda olduğundan daha farklı bir durumdaydı. Küresel olarak sosyalist solun anti-apartheid hareketine çok ciddi desteği vardı. Zaten o dönemde, solun kendisi de şu ana göre çok daha güçlüydü. Bir diğer boyutu ise ırkçı apartheid rejimi açık ve net bir şekilde global bir problemdi. Yani Güney Afrika’yla hiçbir bağlantısı veya alakası olmayan insanlar bile ‘Bu ırkçılıktır, bu beyaz faşizm rejimidir’ diyebiliyordu. Bu dünyadaki tüm siyah insanlar ve tüm ezilen halklar için çok büyük bir sorundu. Dolayısıyla anti-apartheid hareketi ile çok ciddi bir özdeşleşme hali vardı. Bu da hareketi çok güçlendirdi. ABD gibi ülkelerde bile güçlendirdi çünkü orada da ırkçılıkla ilgili çok ciddi sorunlar yaşanıyordu. Eylemler kalabalık ve güçlüydü. Ve ilginçtir, o zaman da apartheid rejiminin son ana kadar en büyük destekçileri yine Almanya ve Birleşik Krallık’tı. Artık savunulacak hiçbir tarafı kalmayana kadar ifşa olmuşken, tüm dünya tarafından dışlanmışken bile apartheid rejimini savunmayı sürdürdüler.
Öte yandan bu konuda iyimserliğe olanak verebilecek pek çok benzerlik de var. Mandela rejime karşı silahlanmayı başlatan kişi olmakla birlikte, sorunun barışçıl çözümü için de önde gelen isimdi. Öcalan ile bu anlamda çok ciddi benzerlik gösteriyor Mandela. Her ne kadar silahlı mücadeleye liderlik etmiş kişi de olsa, bugün Öcalan’ı yıllarca Türkiye devleti ile müzakere etmiş, ateşkese çağırmış ve barışçıl bir çözüme davet etmiş bir lider olarak görüyoruz. Ve bu durum da Kürt hareketi üstündeki etkisini, barışçıl bir çözüm anlamında samimiyeti ve barışın tesisindeki yetkinliğini görmek anlamında son derece yeterlidir. Tüm bunlar kanıtlıyor ki Öcalan, hareketi barışçıl bir çözüme ulaştırabilecek tek kişidir. Bu anlamda Öcalan’a özgürlük yalnızca Öcalan için değildir, kolektif Kürt kimliğinin özgürlüğü anlamına da gelir. Milyonlar diyor ki, Öcalan bizim temsilcimiz ve liderimizdir. Eğer bizle anlaşmak istiyorsanız Öcalan ile konuşun. Bir halkı temsil eden bir lider olarak da bu müzakere sürecinde özgürlüğü kesinlikle elzemdir.
Kürtler Öcalan’ın özgürlüğü için uluslararası diplomaside nasıl bir faaliyet yürütmeli?
İnanılmaz şeyler başarmış bir halktan bahsediyoruz. Türkiye devletinin saldırılarına direnmiş, IŞİD saldırılarına direnmiş, onlarca devlet tarafından desteklenen çeşitli başka cihatçı grupların saldırılarına direnmiş, Güney Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da inanılmaz bedeller ödemiş bir halktan bahsediyoruz. Onlara şunu şöyle yapmalısınız demek kimsenin haddi değil. Avrupa diplomasisi anlamında, daha önce de söylediğim gibi, sık sık altını çizmemiz ve vurgulamamız gereken bir nokta var o da Öcalan’ın milyonlarca insan tarafından lider olarak görüldüğü gerçeği. Bunun yanında içinde bulunduğumuz yüzyılda görmezden gelinemeyecek bir insan hakları mevzusu da var. Bu kişinin görmezden gelinemez insan hakları var.
Kürtler 4 Nisan’da Öcalan’ın doğum gününü kutlayacak. Buna dair paylaşmak istediğiniz bir mesajınız var mı? Sizin Avrupa’da buna dair bir çalışmanız olacak mı?
Evet. Senelerdir Öcalan’ın doğum gününün önemine dikkati çekmeye çalışıyoruz. Avrupa’da, özellikle Kürt kadınlar, Kürt kurumları kutlamalar düzenleyecek. Burada vurgulamamız gereken daha önemli bir nokta olduğuna inanıyorum. O da tecritte geçirdiği süre ve Öcalan’ın yaşı. Ve zaman geçtikçe bu konuya dikkati çekmek daha da hayati bir öneme sahip olmaya başlıyor. Elbette hiç kimsenin bu kadar uzun süre böyle ağır bir tecrit koşulunda yaşamaması gerekiyor ve zaten böyle bir tecrit de dünyanın pek çok ülkesinde yasalara aykırıdır. İster 25 yaşında bir insan olun ister 70 yaşını geçmiş bir insan olun. Fakat bu tecrit hali, tecritte geçen zaman ve Öcalan’ın yaşını hesaba katınca, bu durum her geçen gün de değil, her geçen saat daha korkunç bir hal alıyor. Bence bu doğum günü, 23 yıldan fazla süredir maruz bırakıldığı bu kesinlikle korkunç durumu hatırlamak için bir vesile olmalıdır.
HABER MERKEZİ