1 film 1 yönetmen
Çeviri-Derleme: Tolga Er
Yönetmen Sarah Polley, merkezinde kendisinin de yer aldığı bir olay örgüsünü diğer tanıkların anlatılarıyla hikâyeleştirdiği “Stories We Tell” adlı belgeseliyle hikâye anlatıcılığına bambaşka bir noktadan yaklaşır.
Hafıza ne demek, ya da hatıraların yıllar içerisinde başkalaşması veyahut başka anılarla eklemlenmesi? Peki ya bir hatıranın tanıklarından hangi biri bunu diğerlerine anlatmakla mükellef? Hikâye anlatıcılığı için kim daha yetkin veya nostaljinin şekillendirdiği bir geçmiş hakikatin ne kadarlık bir yansıması?
Kanadalı Sarah Polley’in yönetmenliğini üstlendiği “Stories We Tell” veya Türkçe adıyla “Anlattığımız Hikâyeler”, önce beden dili, ardından resim, sonra dil ve devamında türevleriyle sürdürülen hikâye anlatıcılığına dair bu sorulara doğrudan bir yanıt vermiyor belki ama bir hikâyenin asli unsurları üzerine düşünmeye, yukarıdaki soruları irdelemeye yöneltiyor.
Yönetmen bunu, yarı yarıya gerçek hayattan görüntülerden faydalandığı, kişisel hikâyesine dayanarak kurguladığı bir belgesel aracılığıyla yapıyor.
Polley’nin hikâyesinin merkezinde 1990 yılında hayatını kaybeden annesi Diana Polley var.
Belgesel hikâyeyi dolandırmadan başlıyor; Polley bizlere sırasıyla hikâye anlatıcılarını tanıtıyor: Babası, kardeşleri, annesinin arkadaşları ve dostları. Her biri bu hikâyenin bir parçası, fakat biz bunu ve hikâyedeki rollerini zamanla, adım adım, sıraları geldiğinde öğreniyoruz.
Polley, bu anlamda hikâye anlatıcılığını başka bir anlama taşıyor. Yıllara yayılan olay örgüsü her bir tanığın, katılımcının kendi dilinden anlatılırken, hikâye anlatıcıları da beraberinde sürükledikleri bizlerle beraber geçmişi yeniden deneyimliyor.
Anlatılara ek olarak, Polley’nin yarısı arşivden olmak üzere geçmişe atfederek eklediği videolar, tüm bu hikâye anlatıcıların arasında çoğunlukla suskun kalan Polley’nin de hafızasında dönüp duran düşünceleri bizlere gösteriyor.
Belgeselin her bir ilerleyen aşamasında, Polley, anlatıcıyla izleyici arasındaki rolünü ustaca kullanarak, hikâyenin geride bırakılan kısmını başka bir bağlama itecek, geri kalana başka bir gözle baktıracak bir yol izliyor.
Aşağıdaki söyleşide ise yönetmen Sarah Polley, nasıl bir hikâye anlatıcılığı kurguladığını, anlatıyı hangi bağlamda kurduğunu ve izleyiciye yaşatmayı amaçladığı deneyimi anlatıyor.
Sarah Polley
Bu belgeseli yapmak için yola çıktığınızda, bu anlatıyı ortaya koymak açısından projede nasıl bir değer gördünüz?
Benim için hikâyenin kendisi, hakkında film yapmak için yeterli değildi. Hayatımda meydana gelen bu olayların hayatımdaki insanlar ve benim için gerçekten çok etkili olduğunu hatırlıyorum, fakat bir hikâye veya bir film olarak bunu birçok kez görmüş hissediyorum. Bence benim için keşfetmenin ve belki de bunun hakkında film yapmanın heyecanlı yanı, hepimizin bunun hakkında hikâyeler anlatıyor oluşuydu.
Hepimiz bunun hakkında ya yazıyor ya konuşuyorduk ve hikâye her anlatıldığında daha da değişiyordu. Arkadaşların arkadaşlarından bana üçüncü veya dördüncü el olarak ulaşanlar içerisinde hataların da yer aldığı tamamıyla başka hikâyelerdi fakat bazen aynı hikâyeydi; sadece insanlarda neyin yankı uyandırdığına göre çeşitli bölümlerde tamamıyla farklı vurgular vardı. Beni büyüleyen de bu oldu; neden hikâye anlatıyoruz, neden hayatımızdaki karışık olaylardan bir hikâye yaratmak istiyoruz ve bu nasıl bir temel insan ihtiyacıdır gibi sorular…
“Anlattığımız Hikâyeler”de, bir nevi kendi bakış açınızı dahil etmeden bu aile olayına dair herkesin aktarımlarını öne çıkarıyorsunuz – en azından fimin sonuna, kendi katkınızı açıklayana kadar. Bu hikâye kardeşlerinizden birinin başından geçiyor olsaydı ve bir film yapmanızı isteyecek olsaydı, yine yapar mıydınız veya bu sizin hikâye ile bakış açınızın bir bileşimi mi?
Bence hikâyenin kendisi, filme çevirmek için yeterli bir güdü sağlamıyor – Ben yeterli olmadığını düşündüm. Dahil olan insanlar açısından iyi bir hikâye, fakat iyi bir film olacağını düşünmedim. Buradaki güdü, bunun etrafındaki hikâye anlatılıcılığıydı: Yaşandıktan sonra, olayın ortaya çıktığı bir yıl içerisinde hepimizin arkadaşlara ve birbirimize hikâyeler anlatıyor oluşu gerçeği…
Bazılarımız bununla ilgili yaratıcı şeyler yapmaya çabalıyordu – mesela yazmaya, tıpkı babam ve Harry gibi – ve bu hikâyelerin birbirinden nasıl ayrılmaya başladığını görmek ve hikâyenin üçüncü veya dördüncü elden versiyonunu dinlemek benim için çok ilginçti. Biri bir partide yanınıza geliyor ve “Hey, senin hakkındaki şu hikâyeyi duydum” diyor. Sonra size gerçekten başıma gelenle çok az benzerlik taşıyan bir hikâyeyi anlatıyor veya farklı detaylara vurgu yapıyor. Fazlasıyla kafa karıştırıcı detaylar yığınından bir anlatı oluşturmaya dair insan güdüsü ve bunun nasıl derine işlediği – hayattan bir anlam çıkarmak istediğimizde bir anlatı yaratma ihtiyacımız gibi- benim çok ilgimi çekti.
Buradaki hikâye anlatıcılığına nasıl yaklaştınız, arşiv görüntüsü olarak ne kullandınız ve röportajları böyle yerleştirmeye nasıl karar verdiniz?
Sanırım ana düşüncem; bazıları birbiriyle çelişen, daha önceden ortayan çıkan detayı tamamıyla farklı bir bağlama oturtan ve farklı anlamlar ortaya çıkaran bilgileri duydukça ve bu detayları ortaya çıkardıkça hissettiğimin bir benzerini izleyiciye deneyimletebilmekti.
Hayatımdaki hikâyeyi sorup soruştururken hiçbir zaman sağlam bir temele oturtabildiğimi hissetmedim ve duyduklarımın hakikat mi yoksa geçmişe özlemle ile dolu bir hatıra mı olduğunu hiç bilmedim. Benim deneyimlediğim neydi? O yüzden filmin yapım aşamasında izleyiciye benimkine benzer bir deneyim sunabilmek için olabildiğince çok yol arıyordum. Gördükleri hakkında sorular olsun istiyordum. Ve gördüklerinin doğrusal ve doğrudan olması durumunda, onlara o ana dek gördükleri neredeyse her şeyi sorgulatacak bir parça bilgi sunmayı istediğimi hissettim.
Stories We Tell (2012)
Yönetmen: Sarah Polley
Oyuncular: Michael Polley, John Buchan, Mark Polley
Tür: Belgesel
Puanlamalar: IMDB: 7.6, Metascore: 93, Rotten Tomatoes: 94
Ben Kenber, Charlie Schmidlin ve Drew Mcweeny’nin yönetmen Sarah Polley ile gerçekleştirdiği röportajların bir bölümü Türkçeleştirilmiştir.