Kenan Kırkaya
Bir zamanlar iktidar yetkililerinin büyük iştahla ve hevesle dile getirdikleri “çözüm yöntemiydi” Sri Lanka modeli. O model uygulanacak, Kürt halkının demokratik ve özgürlük talepleri, askeri ve operasyonel yöntemlerle bastırılacak, Türkiye bu sorunu çözdüğü için uçuşa geçecek, iç ve dış düşmanlarından kurtulacaktı!
Ne yazılar yazıldı vaktiyle, ne teoriler üretildi. Bu modele bel bağlayanlara göre Sri Lanka, dünyada pekala askeri yöntemlerle hak ve özgürlük taleplerini bastırılabilir, halk hareketlerini yenilgiye uğratabilirdi. Türkiye ile Sri Lanka, Kürtler ile Tamiller arasında kıyaslamalar yapıldı, tartışmalar yürütüldü, askeri stratejiler bunun üzerine kuruldu. O günden bugüne Sri Lanka modeli ülkeyi yönetenlerin hayallerini süslemeye devam ediyor. Ama o zaman da doğru soru sorulmamıştı bugün de sorulmuyor. Gerçekten dünyanın en güzel ada ülkelerinden olan ve sadece Tamillere karşı yürütülen son temizlik harekatında 40 bin sivil Tamil’in katliama uğratıldığı Sri Lanka mı Türkiye modelini uygulamıştı, Türkiye mi Sri Lanka modelini uygulamaya çalışıyordu? Sri Lanka modeli dedikleri aslında bir yerde çözümü askeri yöntemlerde arayan, asimilasyon uygulayan, inkâr ve imha politikasını vazgeçilmezi sayan Türkiye modeli değil miydi? Birbirini besleyen, birbirinden ilham alan iki ülke gerçeğinden bahsediyoruz aslında. Sri Lanka’da Tamiller yenilgiye uğradı ya da dünya bunu öyle kabul etti; burada ise Kürt halkının mücadelesi kesintisiz bir şekilde devam ediyor, buna rağmen ülkeyi yönetenlerin, varlığını Kürt varlığının inkârı üzerine kuran milliyetçi çevrelerin askeri başarı hayali, hak ve özgürlük taleplerini şiddetle bastırma yöntemi devam ediyor. İki ülkenin uyguladığı stratejiler aynı ama sonuçlar farklı. Çünkü ülke şartları, tarihsel koşullar, coğrafi ve kültürel gerçeklik, birebir aynı şekilde uygulanan iki modelin farklı sonuçlar doğurmasına neden oldu. Buna rağmen her iki ülkede uygulanan tıpatıp aynı stratejiler askeri açıdan aynı sonuçları doğurmasa bile siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak aynı sonuçları doğurmaya başladı.
Bütün zenginliklerine rağmen uygulanan savaş politikaları nedeniyle Sri Lanka tarihinin en büyük ekonomik ve siyasi buhranını yaşıyor. Sri Lanka halkı yaşadığı açlığa, yoksulluğa, savaş gerekçesiyle iktidarın bir yönetim biçimine dönüştürdüğü rant ve yolsuzluğa karşı isyan ediyor. Tamil halkına karşı mutlak zafer ilan eden yönetim ülkeyi bırakıp kaçmak zorunda kaldı; arkasında derin bir yoksulluk, ülke için geleceksizlik ve siyasal olarak büyük bir kriz bırakarak. Türkiye’de durum farklı mı? Elbette değil, hatta gittikçe Sri Lanka’dan daha beter krizler yaşanıyor. Aradaki tek fark henüz kimse ülkenin battığının farkında değil. Farkında olanlar da şimdilik seslerini çıkarmıyorlar.
Bütün işaretler, Cumhuriyetin yüzüncü yılına yani AKP’nin mutlak zaferini ilan etmek istediği ve rejimini kalıcılaştırmak istediği 2023’e Türkiye’nin bugünkü koşullardan çok daha ağır koşullarla gireceğini gösteriyor. Sri Lanka’yı bile mumla arar hale gelebilir Türkiye. Peki bütün bunlara sebep olan, Türkiye’yi bu hale getiren, bütün bu krizlerin baş sorumlusu olan iktidar nasıl oluyor da ayakta kalabiliyor, varlığını ve iktidarını sürdürebiliyor? İktidarın şansı kendisine muhalefet ettiğini ileri sürenlerin verdiği destekte ve özellikle ulusalcı kesimde. Çünkü ulusalcılar dahil olmak üzere bu çevrelerin tamamı hala ısrarla AKP’nin savaş siyasetine açık destek veriyor, bu politikanın sonuç vermesini umuyor, daha doğrusu tek muratları bu politikanın başarıya ulaşması. Ülke uçuruma gitmiş, geleceği kararmış, 2023’te o bayraklaştırdıkları Cumhuriyet’ten, “muasır medeniyetler seviyesi” hayalinden geriye bir şey kalmamış, umurlarında değil. Bunların tamamı muhalif postuna bürünmüş kripto AKP’liler. Muhalefet adına konuşuyor, muhalefet adına hareket ediyor ama iktidara çalışıyorlar. İktidar dedikleri “Kürt anasını görmesin” anlayışının iktidarı. Savaş ittifakında buluşarak her gün ülkenin ruhuna Fatiha okuyorlar.
2023’te de her şeye rağmen bir kez daha bu iktidar seçimi kazanırsa, bunu Kürt düşmanlığını her şeyin önüne koyan ulusalcıların sayesinde kazanacak. Daha şimdiden iktidarın kazanması için ellerinden geleni yapıyorlar. Ülkede kilit konuma gelen, seçimin ve dahi ülkenin kaderini belirleyecek stratejik güce dönüşen Kürt seçmeni muhalefet cephesinden uzaklaştırmaya çalışmak, Kürt seçmende “gelen gideni aratır” duygusu yaratmak, iktidarın kazanması için kendisine verilen en büyük destektir. Bir Kürt seçmen olarak hemen her gün HDP’ye etmediği hakareti bırakmayan, Kürtlerin hak ve talepleri konusunda AKP’den daha geri bir dil ve söylem tutturan bu kesimleri gördükçe, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimindeki olası tercihimi sorguluyorum. Zihniyet aynı olduğu sürece ha Ali ha Veli ne fark edecek?