Sinemamızın sırtını kendi halkının gerçekliğine yasladığını söylemiştik. Kürt filmlerinin gerçek ve gerçekçilikle kurduğu ilişkinin benzer olmasının hem biçim ve estetik hem de içerik ve hikaye açısından filmlerin benzer bir ton taşımasına sebep olduğundan ve bu durumun bir çeşit sıkışmışlık hissi yarattığından da bahsetmiştik. Kürt sineması deyince birçoğumuzun aklına gelen tematik ve estetik karakteristiklerden bahsediyorum.
Sınır, yurt ve ona özlem, ölüm, devlet şiddeti gibi hikâyeleri kuşatıp şekillendiren, görsel dili belgesel diline yakınlaştıran estetik tercihleri…
Kürt sinemasının gerçeklere ve gerçekçiliğe olan bağlılığını anlamak mümkün mümkün olmasına da neden başka bir gerçekçilik yaklaşımı mümkün olmasın ki? Bu ve benzeri sularda yüzen soruları veya sesli düşünmeleri Ali Kemal Çınar sineması üzerinden tartışabilir miyiz?
Çeşitli alamet-i farikalara sahip, kendi sesini bulmuş Ali Kemal Çınar filmlerinin gerçekçiliğe olan yaklaşımı yarattığı biçimde ve estetikte de vücut bulur. Fantastik filmler yapan Çınar sinemasının gerçekçiliği eğip büktüğü, parçalarına ayırdığı ve böylece anlamları, gerçekleri çoğalttığını söyleyebilir miyiz?.. Kurte Film (2013), Veşartî (2015) ve Beriya Sevê (2022) filmlerinde bu iç içe geçmişlik belirgindir. Bunlar, farklı anlatı stillerini ve perspektifleri yan yana getirme biçiminde kendini gösterir. Çınar kişisel anıları, tarihi olayları ve oyuncul kurgusal unsurları bir araya getirerek bir nevi tekil ve tutarlı bir yoruma direnen melez bir anlatı yaratır. Üstelik filmlerindeki hikayelerin çeşitliliği bir yana, imzası olarak görülebilecek tarz ve üslup da bir devamlılık arz ediyor…
Başka bir deyişle, bu filmlerdeki çok parçalı ve bölümlü anlatım, farklı perspektiflerin dans ederek, birbirlerinin içinden geçerek veya dokunarak anlattığı hikâyeler bizi farklı gerçeklere, farklı anlamlara çeker. Filmlerindeki parçalı anlatı, Kürt filmlerinde bildiğimiz geleneksel anlatıdan başka bir yere düşer. Üstelik bunu yaparken çok gerçekçi! Zannımca zaten politik bir eylem olan bu tercih, Kürt sinemasının zaten sahip olduğu politik damarı başka bir noktaya, başka bir düzleme taşıyor.
Çınar’ın sanatsal vizyonu
Bu ve bu gibi sebeplerden dolayı, Kürt sinemasının yeni bir soluğa ihtiyacı var mı? Bu soluğu arıyor mu? Onu buldu mu? gibi soruları sorarken Ali Kemal Çınar filmleri konuşulması gereken ilk filmlerden biri olabilir.
Filmlerinde gerçeklik, karmaşık ve çok katmanlı bir şekilde ele alınarak gerçekliğe ve gerçekçiliğe de aslında başka bir boyut kazandırır Kürt sinemasında. Çınar’ın sanatsal vizyonu, hem kişisel hem de toplumsal gerçeklikleri keşfederken, geleneksel anlatıların sınırlarını işte böyle zorlar. Geleneksel gerçekçi anlatımın ötesine geçerek izleyiciye çok katmanlı bir gerçeklik sunarak ve böylece Kürt kimliğinin de nüanslı bir temsilini sunarak.
Kürt sinemasının diğer baskılanmış gruplar da dahil olmak üzere Kürt kimliklerinin ve deneyimlerinin çeşitliliğini kabul eden, hikaye anlatımında daha kesişimsel bir yaklaşım benimsemesi gerektiğinin neredeyse bir ihtiyaç olduğunu önceki yazı da belirtmiştim. Ali Kemal Çınar filmleri bu ihtiyacı da karşılıyor. Bir “Mem û Zin” uyarlaması olarak da görülebilecek Veşarti, otuz yaşına geldiğinde bir kadına dönüşeceğini öğrenen Ali Kemal’i takip eder. Sevgilisi Berfin’le evlilik arafesinde olan Ali Kemal, babasının da benzer bir kadere sahip olduğunu ve otuz yaşından sonra ailesini neden terkettiğini öğrenir. Kafası daha fazla karışan Ali Kemal, erkek arkadaşını bir kadın olarak kabul edip edemeyeceğini düşünen Berfin ve baba etrafında dönen hikaye güçlü bir toplumsal cinsiyet eleştirisidir. Filmin feminist ve queer lensleri neredeyse her sahneye sinmiştir. Film aynı zamanda politik filmlerin kişisel alanı saklamak zorunda olmadığının ispatı niteliğindedir, belki de sıklıkla atladığımız bir “gerçek”.
Sur direnişi ve film
Çınar’ın filmleri, karakterlerin içsel dünyalarını ve dışsal gerçekliklerini bir araya getirerek, izleyiciyi tek bir hikaye yerine bir dizi olasılık ve yorumla baş başa bırakır.
Bir nevi, “her metin başka bir metne atıfta bulunur ve her anlam başka bir anlama işaret eder”. Ne gerçeklik sabitlenir, ne de anlam. 2022’de çektiği üç bölümden oluşan (anne, baba, Gulbîn) son filmi Beriya Sevê Amed’de Sur direnişi esnasında kenti saran bomba ve silah seslerinden kurtulmaya çalışan, sesin eve girmemesi için çareler arayan anne, amnezi belirtileri gösteren, yıkılıp dökülen şehirle beraber hafızasını yavaş yavaş kaybeden baba ve bir nevi anlam arayışı içinde olan ressam kız Gulbîn’e odaklanır. Dönüşümlü olarak ele alınan karakterler birbirlerinin hikayelerinde kadraj içinde değil, dışındadırlar. Yalnızca seslerini duyarız. Çınar, konuşan karakteri kadraj dışında tutar, bizi karakteri dinleyen başka bir karakterin yüzünde tutar, böylece izleyici olarak dinleyen pozisyonunda kalırız. Filmdeki bu parçalı anlatım, izleyiciye mekanı ve zamanı parçalı bir anlatıya çağırırken, gerçeklerin çokluluğu zengin bir okuma için bir sürü alan yaratır. 2016’daki Sur direnişi her ne kadar arka planda metne hizmet eder bir yerde konumlanıyor gibi görünüyorsa da, aslında kadrajın en orta yerine patlama ve çatışma sesleri yoluyla sürekli kendini hatırlatır.
Çınar’ın filmlerindeki absürd mizahsa Kürt sinemasında birçoğumuzun aradığı kontrastı yaratır. Hikayelerimiz ve acılarımız başka bir gerçekçilikle anlatılamaz mı? O gerçek çok da gerçekçi olmasa olmaz mı? Nedir bu gerçekçilik? Gerçeklikleri parçalarına ayırmayı öneren Ali Kemal filmleri, ona gülebileceğimizi de söyler ve rafine bir mizahla filmlerine hem eleştirel bir derinlik hem de erişilebilirlik katar.
Meydan okuyan tasvir
Filmlerinde zamansal ve mekansal oyunlar sıklıkla görülür. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki sınırlar bulanıklaştırılarak, filmlere zamansal ve mekansal oyunlar ihtiva eden bu yaklaşım, izleyicinin zaman ve mekan algısını bozarak, postmodern bir gerçeklik anlayışını yansıtır. Bu dil seyirciyi metnin yüzeyinin ötesine bakmaya teşvik eder. Çınar, gerçeklik/kurgu, varlık/yokluk ve merkez/çevre gibi ikili karşıtlıkları bulanıklaştırarak, Kürtlerin deneyimini basit kategorizasyonlara meydan okuyan bir şekilde tasvir eder.
Hikayeleri ve estetiği, farklı perspektiflerden okumalara sürekli kapı aralayan Ali Kemal Çınar filmlerini tek bir yazıya sığdırmak zor. Ama bitirmeden şunu söylemek gerek, kısa sürede rüştünü ispatlayan bu sanatsal anlayışın, Kürt sinemasında başka ayrıksı seslere de alan açacağı şüphesiz. Ne gerçekler ne de gerçekçilik biriciktir. Sadece zıtlıklar değil, üçüncü yollar da mümkündür.