Haydar Ergül, aramızdan vakitsiz ayrılan mücadele arkadaşı ve Barış Grubu üyesi Ali Şükran Aktaş’ı anlattı: Cezaevi yatanlar bilir, küçücük bir hücrede 4-5 kişi kalıyorsun, kaçınılmaz olarak bazı sıkıntılar yaşanır. Ali arkadaşın tutumu tam bir direngen haldi. Sorun çıkaran değil, çözmeye çalışan, kendini eğiten, destek, güç veren bir arkadaştı. Bu nedenler çok sevilen bir arkadaştı
Hüseyin Kalkan
Haydar Ergül’ün, yoldaşı Ali Şükran Aktaş ile ilgili söylediği her cümle altı çizilecek güzellikte. Uzun söyleşiyi maalesef biraz kısmak zorunda kaldım. Kısarken de çok zorlandığımı belirteyim. Ergül, Ali Şükran’ın fedakâr, mütevazi kişiliğine vurgu yapıyor ve arkadaşının geleceğin kişiliği olduğunu belirtiyor. Ali Şükran, Barış Grubu üyesiydi ve zamansız gidişi onu tanıyan herkeste derin bir iz bıraktı. Barış Grubu sözcüsü olan ve birlikte yıllarını geçiren mücadele arkadaşı Haydar Ergül’e sorduk Ali Şükran’ı. Haydar Hoca ile bu hayatın, bu arkadaşlığın izini sürmeye çalıştık. Ben çok fazla bir şey soramadım. Haydar Hoca her şeyi anlattı.
- Nasıl tanıştınız ve birlikte neler yaptınız? Bu arkadaşlığın hikayesini baştan başlayarak dinlesek.
Belçika’da bir yerde 1998 yılında mayıs ayında buluştuk. Birlikte üç ay kaldık. İlk tanışmam oradan oldu. Bende yarattığı ilk izlenim, sakin, sorun üreten biri değil, gücü yettiği kadar sorun çözmeye çalışan, tartışan, soru soran bir kişilikti. Mülayim bir kişilikti.
Oradan ayrıldık, ama zaman zaman buluştuk. Ben o zaman Almanya’da cezaevinden yeni çıkmıştım. Martın sonlarında tahliye olmuştum. Barış Grubu’nda bir araya gelmemiz çok uzun sürmedi. Biz 29 Ekim’de Türkiye’ye geldik. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik başını NATO’nun, ABD’nin çektiği bir komplo düzenlendi. Amerikalılar “Yeni bir Ortadoğu’yu kurmak için PKK Lideri’nin ortada kaldırılması, PKK’nin tasfiye edilmesi gerekir” diyorlardı o dönem.
Sadece Türkiye’nin yürüttüğü bir komplo değildi. Türkiye’nin buna gücü de yetmezdi. Bu tamamen bir NATO operasyonuydu. Başını ABD çekiyordu. O sırada Roma süreci var. Ben o süreçleri yaşadım. Çok çalkantılı bir dönem. Bir yönelim var, saldırılar var. Bunu durdurma dönemi. Daha sonra PKK Lideri Kenya’da alındı. Bunun genel anlamda Kürtlerde yarattığı duygusal sonuçlar oldu. Komplo 15 Şubat 1999’da gerçekleşti. Daha sonra yargılama süreci başladı. Süreç biraz ağır bir süreçti. Belirsizlikler vardı. Ne olacak? Yargılanma nasıl sonuçlanacaktı? Komployu gerçekleştiren güçler dağılmayı bekliyor. Çünkü Öcalan’ı Büyük Ortadoğu projesinin gerçekleşmesi önünde bir engel olarak görüyorlardı. O engel kaldırılırsa bunu rahat gerçekleştireceklerini düşünüyorlardı. Sonra ‘yargılanma’ başladı. Bir tiyatroydu. Öcalan’ın zaten 1993’te başlattığı yeni süreç, diyalog, çözüm arama süreci vardı. Özal’ın önerisi ile Celal Talabani’nin aracılığı ile PKK tek taraflı bir ateşkes ilan etmişti. Aslında bu süreç sonra derinleştirilmek istendi Öcalan tarafından, esaret gerçekleştikten sonra bunu daha da derinleştirme sürecine girildi. Tek yanlı ateşkes, gerillayı sınırların dışına çekme ve Türkiye kamuoyuna güven vermek, bir boyut odur. Hep derler ya ‘Bunlar çözüm istemiyor’, bunu kırmak için atılan adımlardır. Demokratik Cumhuriyet projesi gerçekleşirse, sorunun çözüleceği ve çatışmanın, savaşın biteceği mesajı verilmek isteniyordu.
Ali arkadaşla böyle bir süreçte tekrar Avrupa’dan gelen grup için bir araya gelmeye başladık. Ben grubun sözcüsüydüm. Gelişimiz gönüllülük temelindeydi. Bunun altını çizmek gerekir. Ali arkadaş da gönüllü katılanlardan biriydi. Devlet, “Bunlar çözümde yana değil, bunlara eline verirsen kolunda gider” diyordu. Amaç bu inancı yıkmaktı. Halklarla birlikte sorunları diyalog içinde çözmek amaçlanıyordu. O dönem bu gerçekleşseydi, şimdi bu savaşlar olmayacaktı. Bunu bilmek lazım. Belki Gazze’deki savaş bile olmazdı. Sorunlar çözüm sürecine girerdi. Fakat devlet bunu istemiyordu. İkincisi şuydu; PKK Lideri’nin tutsak düşmesi özel olarak Özgürlük Hareketi’nde, genel olarak Kürt halkında ‘Ne olacak?’ sorusunu derinleştirdi. Üstelik çeşitli spekülasyonlar vardı. İşte Demokratik Cumhuriyet çağrısı Öcalan tarafından yapılınca bazı çevreler, çözümü istemeyen çevreler saldırıya geçti. Kürtlerin kafasını karıştırmak istediler. Grupların gelişinin amacı ‘Hayır bu yeni strateji doğrudur. Bu noktada birleşmek lazım. Çözüm aramak lazım.’ Bunu mesajini Kürtlere vermekti. Bunları tartıştık o dönem. Ali arkadaşla ikinci karşılaşmamız orada başladı. Gelişin amacı, inkârcı cumhuriyeti, tek ırka dayanan, Türklük kimliğine dayanana, onu inşa eden, diğerlerini ret ve inkar eden cumhuriyeti, Demokratik Cumhuriyet ile aşmaktı. 29 Ekim 1999 günü Türkiye’ye gelişimiz bu şekilde gerçekleşti.
- Gözaltı süreci nasıl yaşandı?
Türkiye’ye geldik, 4 gün gözaltı süreci yaşandı. Gözaltı zor bir süreçti. O zaman çok basına yansıtmadık. Amacımız farklıydı. Kamuoyunu yanlış yönlendirmemek için bunu yapmadık. Ama şunu belirteyim yoğun fiziksel bir işkence yoktu. Yoğun bir psikolojik baskı vardı. En çok da grubun sözcüsü olduğum için bana yönelik yapıldı. Dayattıkları şu idi; “Biz pişmanız geldiğimize, bizi zorla getirdi PKK.” Bizim gelişimizin toplumda yarattığı iyimser havayı kırmak istiyorlardı. Eğer pişmanız dedirtirlerse, kamuoyuna bunu yansıtırlarsa, ki başarsalardı kamera çekimleri falan yapacaklardı. Bununla gelişimizi etkisizleştirmek istiyorlardı. Daha sonra Ali arkadaşla birlikte 5 yıla yaklaşık cezaevi sürecimiz var. İlk F tipi uygulaması olan Kartal Cezaevi’ne götürdüler, orada on üç ay falan kaldık. Aynı odada kaldık, daha sonra bizi Gebze’ye götürdüler. Birlikte üç yıl kadar da Gebze’de kaldık. Ben, Ali arkadaş, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak ve Hacı Çelik arkadaştı. 2003 Aralık ayının sonuna doğru da Kandıra 2 Nolu F Tipi’ne götürüldük. Ali arkadaşın tutumu tam bir direngen haldi. Sorun çıkaran değil, sorun çözmeye çalışan, kendine eğitmeye çalışan, destek, güç veren bir arkadaştı. Bu nedenler herkes tarafından çok sevilen bir arkadaştı.
- Tahliyeden sonra neler yaptı?
Çıkar çıkmaz Barış Meclisi çalışmalarına katıldı. Oradaki amaç Türkiye koşullarını barışa hazırlamak, çözüme hazırlamaktı. Demokratik cumhuriyet projesini gerçekleştirmekti. Bunun için çalıştılar. Ali arkadaş bütün çalışmaların içinde vardı. Çabalayan biriydi. Temel özelliklerinden biri buydu. Daha sonra 2012 Kasım ayında ben tahliye oldum. Tekrar sık sık görüşmeye başladık. Ali arkadaşla benim tanışmam 1998 yani 30 yıla yakın bir süreçtir. Çok sık ilişkilendik. Bu anlamda hastalanması, süreçlerini hepsini çok yakında birlikte yaşadık. Birbirimize epey bağlı hale gelmiştik. Birbirini özleyen, sık sık görüşen, çok şey tartışan, paylaşan. Ali arkadaşla hemen hemen tartışmadığım konu yok. Paylaşmadığım konu yok. Genellikle maddi şeylerin paylaşımında söz edilir. Evet onları da paylaştık ama Ali arkadaşla insana dair, doğaya dair, evrene dair, hakikata dair. Akla gelecek, insana dair her konuyu tartıştık.
- Biraz hastalık sürecini anlatabilir misiniz?
İstanbul’da 6-7 ay önce bacağında bir felç olma durumu yaşanıyor. Hastaneye gidiyor, orada doktor beyne bakıyor, diyor çok bir şey değil. Çok uzun sürmedi, tedavi ile eski haline döndü. Ancak sonra kanser teşhisi kondu. Geldi bana dedi ki; ‘Bak bu hastalık bizde biraz ırsi. Henüz testler yapıyoruz. 3-4. derecede çıkarsa ben tedavi olmam. Beni zorlama, tedavi olmam.’ Nedeni aynı hastalığı çeken abisinin tedavi sürecinde çok acı çekmesiydi. Ben, ‘tamam’ dedim, ‘çok çok bizim önerilerimiz olur. Son karar senin. Beden senin. Bu konuda zorlamayız. Doğru da olmaz’ dedim. Fakat tanıdığı bir emekli profesör vardı. Profesör, onu tedavi olmaya ikna etti. O süreçte ablası İzmir’de olduğu için onun yanına gitti. Daha sonra ben kendisini çok sık ziyaret ettim. Giderek ağırlaştı. Kemoterapi uygulanıyordu. Bir ziyaretimde “Bilseydim tedaviyi kabul etmezdim” dedi. Bir aşamadan sonra kemoterapiyi durdurdular. Nedeni de artık etkisi olmuyordu. Ama bu Ali arkadaşa söylenmedi. Ali arkadaş bu durumu kanseri yendiği şeklinde algıladı. Kemoterapiyi durdurunca arkadaş biraz iyileşti. Konuşabilir, sandalyede oturabilir hale geldi. Bize ‘Ben kanseri yendim. Beni yürütün. Bacaklarımı iyileştirin’ dedi. Biz biliyorduk kanseri yenmediğini ama ona söyleyemezdik. Çok hızlı çökmeye başladı. Hayatını kaybetmeden önce benim Wan’da bir işim vardı. Çok ömrünün kalmadığını biliyordum. Yanındaki arkadaşlara dedim ‘Ali arkadaşa sorun, ben Wan’a gidip geldikten sonra yanına uğrasam oluru mu?’ Demiş ‘Wan’a gitsin sonra gelsin.’ Ben yanındaki arkadaşlara sordum. ‘Yetişebilir miyim?’ Dediler ‘Bir şey olmaz, yetişirsin.’ Wan meselesini anlatmadan bir şey eklemem lazım. O nispi iyileşme durumu başlayınca, telefonla sık sık görüntülü olarak görüşüyorduk. En çok istediği şey yürümekti. ‘Beni yürütün’ diyordu. Beni en çok zorlayan şey buydu. Bir yoldaşın ‘Beni yürütün’ diyor. Çaresizsin. Beni çok etkiledi bu. Kanseri yenmediğini, yürüyemeyeceğini ve ömrünün az kaydığını biliyordum. En son Wan’dan döndüm. Acele ediyordum yetişmek için, 4 arkadaş 11 Ağustos Pazar günü ziyaretine gittik. İçeri girdik, ablası vardı içerde. Biz girince albası ‘Aloş bak,’ dedi. Bakıcı ‘Aloş bak’ dedi, bakmadı. Biz dışarı çıktık, ablası ile birlikte. Birlikte gittiğimiz Nihal diye bir arkadaş var, o sık sık ziyaret ederdi. Nihal yanına gidiyor ‘Ali arkadaş, biz geldik, Haydar arkadaş da burada’ diyor. Nihal, bunu söyleyince gözlerini açıyor. Çağırdılar biz de gittik. Son konuşan biziz. Ben ‘Nasılsın?’ dedim. ‘İyiyim’ dedi. Ağrıların olup olmadığını sordum. Konuşurken ağzından kelimeler zor çıkıyordu. Gözlerini zorla açıyordu. Ben dedim ‘Arkadaşların sana çok çok selamları var’. Hafifçe gülümsedi. Dedim ‘ara verelim, sen dinlen sonra görüşürüz’. Dedi ‘Ben perşembe günü biraz daha iyileşirim o zaman konuşalım.’ ‘Tamam’ dedim çıktım. Pazar günü görüşmüştük. Perşembeye yetişmedi. Pazartesi yaşamını yitirdi. Benim görüşüm şu. Artık günler sayılı. Ama 24 saat sürmedi arkadaş hayatını kaybetti. Pazartesi ben içeri girince ablası ‘Ali, Haydar’la sohbet edecek’ dedi ağladı. Beni de zorladı. Gözlerimden yaşlar geldi. Şunu belirteyim. Arkadaş son günlerini beni görmek için kendini zorladı. Görünce artık kendini bıraktı. Yani biyolojik olarak yaşamı önce sonuçlanmıştı. Ama inanç olarak beni görmek için kendini zorladı. Görünce ondan sonra hayatını kaybetti. Burada şunu belirteyim. Arkadaşın inancı vardı. Bağlı oldukları vardı. Bu bağlılıkları arkadaşına, yoldaşına bağlılık, amaca bağlılıktı. İnsan bir amaca bağlı olursa daha uzun yaşayabilir. Sağlık sorunları çözebilir. İnancın insan biyolojisi üzerinde etkilerini çok rahat görebildim.
Barış için bir ömür
Haydar Hoca, arkadaşını anlatırken, söyleşi boyunca mütevazi ve fedakar kişiliğine vurgu yaptı. En vurucu cümlesi ise Ali Şükran’ın geleceğin kişiliği olduğunu belirtmesiydi. Haydar Hoca arkadaşını şu güzel cümlelerle anlattı: “Ali yoldaş, kendisi için çok fazla bir şey istemeyen ama zor durumda olana, mağdur olana sahip çıkan, bunun için de fedakarlıktan çekinmeyen bir kişilikti. Zaten öyle bir kişilik olmasa gelip cezaevine girmezdi. Şu bilinir dünyada hiç kimse kendi iradesi ile cezaevine girmeyi tercih etmez. Ama barış, özgürlük, çözüm, savaş ve çatışmanın dışına çıkmanın bedeli cezaevine girmekse onu bile göze alan bir arkadaştı. Gerekirse kendisinden fedakarlık eden ama başkasını buna zorlamayan, bunun yerine kendisini feda eden saygın bir kişilik. Kendisi Alevi kültüründen geliyor; ‘Sırlanması’, toprağa sırlanması, kişisel olarak artık beraber olmamak benim için büyük bir acıydı. Ama öyle bir arkadaşı tanımak benim için onurdur. İnsanlık yaşadıkça Ali arkadaşın bu idealleri var olacaktır. Anlam dünyasında kendisini sürdürecektir. Fiziksel olarak olmayabilir. Barış Grubu ile gelirken, Barış Meclisi kuruluş çalışmalarıyla, daha sonra Barış Vakfı’nın kuruluş ve çalışmalarıyla Türkiye halklarına çok şey verdi. Şu anda Türkiye halkı Ali arkadaşı çok tanımıyor olabilir. Ama gelecekte Ali Arkadaş öne çıkan bir kişiliğe dönüşecektir. Önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar sonucu mutlak bu coğrafyaya özgürlük gelecektir, mutlaka özgürlük gelecektir. Mutlaka bu coğrafyada inkar edilen bütün farklılıklar Demokratik Cumhuriyet içinde anlam bulacak, bunlar anlam buldukça Ali Arkadaş buralarda yer edinecek. Ali arkadaşın zihniyet dünyası insan merkezli değil. Daha çok evren, doğa, canlı türleri ve insanın iç içe bir yaşamı, komünal, demokratik yaşamı hedefleyen bir yaklaşımdır. Bunun için mücadele etti. Bunun için yaşadı. Güzel yaşadı, iyi yaşadı. Önemli bir eser bıraktı. İlerde bu eserin sonuçları daha iyi görürlecektir ve Ali arkadaş burada yaşayacaktır. Ona yoldaş olduğum için de onurluyum. Tanıdığım için onurluyum. Onun mütevazi kişiliği çok şey anlatıyor. Aslında geleceğin kişiliğidir. Egemen olma hırsı yoktu. Bu çok önemli. Hükmetme hırsı yok, sahip olma hırsı yok. Halkla birlikte yaşama, fedakarlık yapmak ve bunu gerçekleşmesi için de istikrarlı mücadele etmek. Özgürlük, barış için canını veren bir kişilik. Bu anlamda saygın bir kişilik. Bunlar geleceğin kişilikleridir. Bu anlamda Ali arkadaşın kişiliği aslında geleceğin kişiliğidir. Bu altını özellikle çizmek istiyorum.”
Yarın: Kardeşleri Ali Şükran Aktaş’ı anlatıyor