İnsanın insana hükmü meselesi nerdeyse üretim araçlarının tarihiyle özdeştir. Bir canlı olarak diğerlerinden bir farkı olmayan, hatta daha da zayıf olan insan ne zaman ki eline taşı veya çubuğu aldı ise o an farklılaşmaya başladı. Beynini ve onun gücünün dışa vurumu olarak ellerini keşfetmişti. Fiziki olarak ulaşamayacağı mesafeye attığı taş belki ilkinde 50 metre ötedeki bir hayvanı korkutup uzaklaştırdı, ama bugün Mars’a kadar fırlatılan bir uzay aracına dönüştü.
Elindeki çubuğu vücudunun uzantısı olarak hayvana vurmada, çukur kazmada, tarım yapmada kullanmaya başlarken aslında günümüzün devasa gemilerini, dozerlerini, tırlarını, hız duvarını aşan uçaklarını, otomobillerini kullanır oldu.
Kendi benliğini fark ettikçe, araçları kullanmaya başladıkça düşünsel, üretsel, kapasitesi, koordine ve kombine etme yeteneği de gelişti. İnsan, bir birey olarak gücünün sınırlılığını fark ettiği gibi koordineli güç birliği, hayvan ve araçların gücünü kullanmayla sınırları kırabileceğini de öğrendi. Nedenleri tartışılmakla birlikte kombinasyonu hiyerarşik mekanizma oluşturarak sürdürdü. Yani ilk gün tesadüf ya da bilerek taşı ve çubuğu eline alan kişi bir nevi kendi hemcinsini de denetimine aldı. Onu kullandı, araçlarını ona kullandırdı ve kendisine fayda sağladı.
Bu mekanizasyon uygarlık tarihi boyunca birçok adlandırmalar aldı. Günümüz itibariyle liberal tanımlara göre dijital 4.0 çağı yaşanıyor. Dijital çağ aslında ilk insanda vücudun bütünleyeni olan taş ve çubuğun şimdi beynin kumandasıyla vücuttan ayrı işlev görmesidir.
Çubuk elimizde iken gerek reflekslerle gerekse düşünerek kullanma amacımızı şimdi bilgisayar ekranına kodlayarak devam ettiriyor, robot denen aracın işletim sisteminin merkezine oturtuyor, yani bir nevi beyni olacak bir erk oluşturuyoruz. Artık o araç etkileşimlere göre insanın yüklediği refleksleri göstermekte, eylemleri gerçekleştirmektedir. Bir nevi insan beninin dışındaki beni oluşmuş oluyor. Mars’a da gitse yaratıcısı insanın bilgi, birikim, merak ve arzularının bir izdüşümüdür.
Her ne kadar kolektif olarak insanın işlevselliği, uygarlığın niteliği, olarak anlatsak da aslında bu mekanizmayı fonksiyonel kılan ve işletenler çok sınırlı sayıda insandır. Bunlar bazı şirketlerin bünyesinde, bazı devletlerin korumasında, çeşitli uluslardan seçilen insanlar eliyle organize edilmektedir. Yüksek maaşlar alır, şirket hisseleri olur, elit bir hayat tarzı sürdürürler. Kariyerleri, titrleri ve unvanlarıyla da topluma yabancılaşmakta, ulaşılmaz olmaktadırlar. Tabii ki hepsinin de seçilmiş, adeta tanrının kutsal evlatları imajıyla donanmış olduğu lanse edilmektedir.
Ancak hepsinin zeki ve üstün olduğu savı geçerli değildir. Güçlü bir çark oluşturulmuştur. Elitler arasında dönen ve kendini yeniden üreten bir mekanizma kurulmuştur. Mesela elit üniversitelerin az sayıda öğrencisi bursludur ve kamuoyuna hep bunlar yansıtılmaktatır. Ama paralı okuyan çoğunluğun sıradan çocukları asıl çoğunluktur. Ardından zengin aileleri sayesinde büyük şirketlerin yönetim birimlerinde yer alarak karar mekanizmalarını ellerinde bulundururken, burslu mezunlar da çalışan ücretli olmaktan kurtulamıyor. Elbet bunların ya da avamın yani halkın arasında buluşlar yapanların sayısı fazladır. Ancak projelerin seçilimi ve hayat bulması faydadan ziyade çıkara ve kazanca endekslendiğinden bu kritere uygun olanlar kabul görmektedir. Dolayısıyla muhakkak elitlerin sermayelerine, hisselerine ve teşviklerine ihtiyaç duyulur. Kısa zamanda büyük sıçrama yapan tüm işletmelerin hissedarlarına bakın, sadece işi fon yönetimi olan, yani tek işi para ile hisse alan ve satanları göreceksiniz. Bunların fonlarıyla çok sıradan bir buluş bütün dünyaya mal olabilirken, insanlık için büyük değer atfeden bazı buluşlar ise maddi desteğe, fona sahip olamadıkları için hiç gündeme gelmeden yok olabilmektedir.
Matematiksel hesaplamalar, algoritmalar, kodlamalar ve dizayn işlerinin merkezinde bu mekanizma var. Zeki ve fayda üretmesinden ziyade ekonomi, finans, teknoloji kontrol altına alınmakta, hiyerarşi sürdürülmektedir. Güvenlik mekanizması da aynı araçlarla ama istihbarat, devlet ve güvenlik birimleri eliyle sürdürülmektedir. İstikrardan ziyade kontrol edilebilir seviyede istikrarsızlık, güvensizlik, dünyanın belli bölgelerinde çatışma ve bölünmelere yol açarak, varlıklarını bir ihtiyaca dönüştürüp baki kılmaktadırlar.
Artık üretim ile ilgilenmiyorlar. Sistemlerine entegre bölge ve ülkelere havale ediyorlar bu işleri. Böylece onlarda geliştikleri düşüncesine kapılarak büyük bir motivasyona sahip olurlar. Toplumsal hiyerarşi, sınıflar arası uçurum, tekniğin tüketiciliği, kentleşme, metropolleşme derken hızla dönüşüm içine giren entegre ülkelerde insanlar toplumsal olarak nereye sürüklendiklerini kavramaktan ziyade hız ve değişimin dinamiklerinden yararlanıp bir şeylere sahip olmanın hırsıyla koştururlar. İş, ev, araba ve elitlerden olma yarışı başlar.