Ne garipti, hepimiz Halit Ayarcı’nın elinde bir kukla gibiydik. O bizi istediği noktaya getiriyor ve orada bırakıyordu. Ve biz o zaman, sanki evvelden rolümüzü ezberlemiş gibi oynuyorduk. İçimizde ona karşı hiddet, kin, isyan ve hayranlık birbirine karışıyordu.
“Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü yazmak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın onyıllarını aldı. Cumhuriyet tarihinin mürekkep yalamış tabakası içinde Hayri İrdal’ın buruk ve ironik öyküsünü bilmeyen yoktur. Ama romanın en çarpıcı ve baştan çıkarıcı karakteri hiç kuşkusuz Halit Ayarcı’dır. Ayarcı, zaman atlıkarınca gibi döngüsel mi yoksa bisiklet gibi çizgi şeklinde mi sorusu çerçevesinde yürüyen nazarî tartışmayı, saat, mekân ve insan mefhumlarını ekleyerek pragmatik bir boyuta taşır: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı ise insandır.” O halde aslolan “ayar”dır. Ayarcı, böylelikle etkilediği Hayri İrdal’ın başkanlığında Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü kurar. Saatlerin ayarında standartlaşma zarureti, kısa sürede bütün devlet ve toplum tarafından benimsenir. Enstitü, adeta milli iradenin sembolü haline gelerek yükselir.
Geçtiğimiz günler, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yeni bir başkanlık makamının oluşumuna sahne oldu: “Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Başkanlığı”. Bu yeni yapının görevleri arasında, devlete karşı yürütülen algı operasyonlarına karşı faaliyetlerde bulunmak da belirtilmiş. Resmi Gazete’de yayınlanan metne bakıldığında strateji ve kriz terimlerinden başlayarak “afet, olağanüstü hal, seferberlik ve savaş”, “psikolojik harekat”, “manipülasyon ve dezenformasyon” gibi kavramlar, kapsamlı bir görev tanımı fikri oluşturuyor. Ama hayır; başkanlık bunları yapmak üzere değil, bu operasyonlara karşı faaliyetler yürütmek amacıyla kurulmuş. İleri derecede paranoyak bir ülke ve dünya algısı üzerine kurulu olan bu görev tanımı ile belli ki Saray’ın dört bir yanını kuşatmış olan “düşmanın” bu “iç ve dış tehdit” silahlarına aynı stratejik araçlarla karşılık vermek amaçlanıyor. Tanpınar’dan bozarak söyleyecek olursak iletişimin özü “ayar” yani “algı operasyonu” oluyor. Başkanlığın, örneğin vaka ve olguların çarpıtılmasına karşı kamuoyunu doğru bilgilendirme gibi bir görevi yok; başlıca görevi kamuoyunun algısına “ayar” vermekten ibaret. Bu nedenle, muhalif medyada ortaya çıkan Nazi Propaganda Bakanlığı çağrışımı hiç de haksız değil.
***
Antik Yunan mitolojisinde Panoptes, 100 gözü olan bir devdir; o, her şeyi görendir. Modern zamanlara geçiş sürecinde, İngiliz düşünür Jeremy Bentham tarafından yeniden ele alınır ve Panopticon adlı bir modern hapishane projesinin ilham kaynağı olur. Bentham’ın projesi hayata geçmez ama 20. Yüzyıl’ın en çok okunan romanlarından biri olan George Orwell’in 1984’üne “Büyük Birader Seni Gözetliyor” sloganı ile girer. Yakın geçmişte Fransız düşünür Michel Foucault, Panopticon’u içinde yaşadığımız dünyanın bir metaforu olarak yeniden ele alarak bizi modern kontrol toplumu kavramı üzerine düşünmeye davet eder.
Yine geçtiğimiz günlerde, İçişleri Bakanı bir “müjde” beyan etti: “Türkiye’nin bütün kameralarını cumhurbaşkanlığına aktarabileceğimiz olağanüstü bir mekanizma ortaya koyuyoruz”. Yani, müjde: Cumhurbaşkanın artık seni gözetliyor; çünkü o, postmodern zamanların bu totaliter coğrafyasında Panoptes’in reenkarnasyonudur: O, her şeyi görendir.
Oysa Orwell’in, ölümüne yakın bir zamanda bu ihtimalin farkına vardığı ve “Ben 1984’ü bir eleştiri metni olarak yazmıştım, diktatörler için bir kullanma kılavuzu olarak değil” dediği rivayet olunur.
***
Beştepe, gittikçe daha çok Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nı andırıyor. Akut paranoya, geçmişin Hafiye şebekesi muadili yapılar üretiyor. Son mahsuller olarak tek merkeze bağlanmış yaygın ve derin bir gözetleme ağı ile bir “algıları ayarlama enstitüsü” artık hizmetimizde.
Ama Tanpınar’ın romanında devran döner ve Halit Ayarcı’nın projesi gün gelir geri teper. Zenginlik, itibar ve şöhret bir anda buharlaşır gider. Ayarcı, bu absürt enstitüyü tasfiye etmek zorunda kalır ve kısa süre sonra bir araba kazasında hayatını kaybeder.