Kürt sorunu, Türkiye’nin tarihindeki en derin yaralardan birini oluşturan, biçimlendiği dönemlerden günümüze kadar süregelen karmaşık bir meseledir. Bugün, bu meselenin tartışıldığı “çözüm süreci” adı altında gelişen olaylar, aslında bir algı yönetimi mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış güçlere karşı iç barış söylemleri zemininde yürütülen bu süreç, halkın sancılarını ve özlemlerini görmezden gelerek, sadece toplumun umutlarıyla oynamayı amaçlayan sahte bir oyun halini almıştır.
Medya yoluyla yürütülen tartışmalara bakıldığında, gerçek bir çözüm arayışının yerini aldatma taktiklerinin aldığını görmek hiç de zor değil. Çözüm adına söylenen büyük sözler, toplumun huzur arayışını istismar etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Bu tür sahte vaatler hem Kürt hem de Türk halkı için hayal kırıklığını artırmakta ve kutuplaşmayı derinleştirmektedir.
Bir yandan yeni süreç tartışmaları yapılırken diğer yandan mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’ın yok sayılması ve ona yönelik hakaretvari söylemler, sözde çözüm çabalarının sahteliğini daha net gözler önüne sermektedir. Kürt halkının elli yıldır geldiği aşamayı takip eden herkes çok iyi bilir ki, Öcalan’ın fikirlerinin gözardı edildiği bir sürecin başarı şansı bulunmamaktadır. Zira onun düşünceleri ve çözüm önerileri, Kürt meselesinin gerçek çözümüne giden yolu aydınlatacak yegâne kaynaktır.
Abdullah Öcalan’ı, Kürt halkı hem bir önder hem de mücadele sembolü olarak görmekte, gelişebilecek her türlü süreçte önemli bir rol üstleneceğine inanmaktadır. Ancak iktidar sözcülerinin barış söylemlerine rağmen Öcalan’ı yok sayma girişimleri, ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Öcalan’ın fikirlerinin dikkate alınmadığı bir çözüm arayışı ne silahlı çatışmaları sona erdirmeye ne de halklar arasında güven tesis etmeye yeterlidir.
Bununla birlikte barıştan bahseden bir iktidarın, Amed’de Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için düzenlenmek istenen barışçıl mitinge izin vermemesi, iç barış söylemlerinin ne denli sahte olduğunu açıkça göstermektedir. Halkın meşru “Öcalan’a Özgürlük” talebine kulak tıkayan bir iktidarın barıştan söz etmesi mümkün müdür? Bu yaklaşım ve yasaklar, devletin Kürt halkının barış taleplerini baskı ve şiddetle bastırma isteğinde bir değişimim olmadığını ortaya koymaktadır.
İfade özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve halkın alanlarda taleplerini dile getirmesinin engellenmesi, iktidarın gerçek niyetini ele vermektedir. AKP-MHP koalisyonu bilmeli ki, korku ve baskı ile iç barış tesis edilemez; aksine, bu tür yöntemler, halkların birbirine olan güvensizliğini derinleştirir ve gelecekteki barış umutlarını yok eder. Kürt halkının sesini bastırma girişimleri, sadece Kürtlere değil, tüm topluma zarar vermektedir; çünkü özgürlük ve barış, yalnızca belirli bir kesim için değil, tüm halklar için gereklidir.
Unutulmamalıdır ki; barış, yalnızca bir söylem değil, atılması gereken somut adımlardır. Kandırma girişimleri, toplumu kutuplaştırarak ve güveni sarsarak herkese zarar verir. Gerçek barış ve özgürlük, halkların birlikte yürüttüğü kararlı bir mücadele ve adalet temelinde kazanılabilir. Kalıcı bir çözüm için, söylemde değil, eylemde samimiyet gösterilmelidir. Toplumsal barışın tesisi, sahte çözüm süreçlerine değil, halkın gerçek taleplerine dayanan bir siyasetle mümkün olacaktır. Talep ise bir yıldır en güçlü biçimde haykırılmaktadır: Öcalan’ın özgürlüğü.
Sonuç olarak, mevcut barış söylemleriyle halkı yanıltma çabaları, yalnızca Kürt halkını değil, tüm Türkiye’yi kötü bir duruma sürükleyebilir. Barışın sağlanması, yüzeysel sözler ve geçici çözümlerle mümkün olmayacak, derin ve gerçek bir anlayış ile irade gerektirecektir. Hareketsiz geçen her an, daha büyük sorunların ve güvensizliklerin doğmasına zemin hazırlayacak; bu da halklar için ciddi riskler barındıracaktır. Toplumsal barışa giden yolda, karşılıklı anlayış ve muhataplara saygının tesis edilmesi ön koşuldur. Bu bağlamda, çözüm arayışlarının algı yönetiminden gerçek bir dönüşüme evrilmesi, Türkiye’nin geleceği açısından elzemdir.