Uyguladığı politikalarla toplumun genel çıkarları arasındaki çelişki arttıkça AKP, gerçekleri çarpıtıp izlediği politikalara dair, “halkın yararınaymış ve hatta halkın isteğiymiş” algısı yaratarak tepkilerin önünü almaya çalışıyor. Örneğin partisinin Meclis Grup Toplantısı’nda Erdoğan, “sokak hayvanlarını itlaf etme (katletme) yasası”nı savunurken, bunun ülkenin dört bir yanındaki yurttaşların isteği, beklentisi olduğunu söylüyor; halkın bu yasaya destek vermediğine dair tüm araştırma sonuçları ve sokaklara taşan tepkilere rağmen…
Gelir dağılımının -tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar- bozulmasına, yoksulluğun artmasına neden olan ekonomi politikalarından en fazla etkilenen emeklilerin durumu için de tavır değişmiyor. Aynı Meclis Grup Toplantısı’nda Erdoğan, emeklilerin sorunlarına ilişkin olarak da -eşine benzerine az rastlanır- bir algı oyunu ile yıllardır tek başına iktidar koltuğunda oturan kendisi değilmiş gibi emeklilerin sorunlarını çözmediği için muhalefete yükleniyor.
Bununla da yetinmiyor Erdoğan, “…ömrünün en güzel yıllarını; ailesine, ülkesine, milletine hizmet etmek için harcayan emeklilerimizin hakkını ödeyemeyiz. Hayatlarının ikinci baharında emeklilerimizin yanında yer almayı asli görevimiz olarak görüyoruz” sözleriyle emeklilere methiyeler düzüyor. Ardından da “Son 21 yılda emeklilerimizin hayat kalitesini yükseltecek birçok adım attık. Bizden önce emekli maaşları gerçekten insani standartların çok altındaydı” diyor; 2008’de çıkartılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (SSGSS) ile emeklilik yaşını yükseltip, aylıkları neredeyse yarıya düşüren kendi hükümeti değilmiş gibi…
Erdoğan, tüm bunların üzerine bir de en düşük emekli aylığının 12 bin 500 TL’ye yükselttiklerinin müjdesini(!) veriyor. Büro Emekçileri Sendikası Araştırma Merkezi (BES-AR)’ın Temmuz 2024 verilerine göre açlık sınırının 26 bin TL’yi, yoksulluk sınırının 72 bin TL’yi aştığı bir dönemde 12 bin 500 TL’nin müjde(!) olarak açıklanması üzerine ne söylenir, bilemiyorum. Bu hususta kelime dağarcığım yetersiz kalıyor maalesef!
Erdoğan’ın Meclis Grubu’nda aylıkları, açlık sınırının yarısına, yoksulluk sınırının beşte birine bile ulaşamayan -Mehmet Şimşek’in ekonomi programının yarattığı sefalet ortamının simgesi haline gelen- emeklilerin durumuna dair bu “veciz” söylevi neden yaptığını anlamak için bu konuşmadan birkaç gün önce Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılı dolayısıyla gittiği KKTC’den dönüşte yaptığı açıklamayla birleştirmek gerekiyor. Uçakta bir gazetecinin “Basına yansıyan bazı haberler var, emeklilik sisteminde köklü değişiklik içeren yeni bir hazırlık yapılıyor diye. Bu konuyla ilgili görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?” sorusuna Erdoğan, “… yeni yasama döneminde inşallah bu konuyu gündeme alacağız” yanıtını veriyor.
İşte Erdoğan’nın emeklilere methiyeler düzmesi; gerçekleri çarpıtarak, iktidarları döneminde emeklilerin durumunu düzelttiklerini söylemesi; emekli aylığının açlık sınırının yarısına yükseltilmesini müjde(!) olarak sunması ve -akıllara zarar bir yaklaşımla- muhalefeti emeklilerin sorunlarını çözmemekle suçlaması, emeklilik sisteminde hazırlığı yapılan köklü değişikliğin zeminini oluşturmak için gerçekleştirilen bir algı operasyonudur.
Yeni yasama döneminde emeklilik sisteminde değişiklik yapılması ve değişikliklerin içeriğinin ne olacağı sürpriz değildir. Yapılması planlanan değişiklikler, geçtiğimiz Eylül ayında açıklanan 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) ve yine geçtiğimiz Ekim ayında Meclis’te onaylanan 12. Kalkınma Planı’nda belirlenen hedefler doğrultusunda olacaktır. Söz konusu belgelerde belirlenen hedefler, -daha önce bu köşede birçok kez değindiğimiz gibi- “kamusal emeklilik sisteminin tamamen işlevsiz hale getirilerek, sistemi özelleştirmek”tir. Bu bağlamda, öncelikle emeklilik sisteminin mali sürdürülebilirliği gerekçe gösterilerek, “aktüeryal dengeyi sağlamak” gerekçesiyle emekli olma koşulları daha da ağırlaştırılacak ve aylık bağlama oranı -istihdamda kalmanının teşvik edilmesi de gerekçe gösterilerek- daha da düşürülecektir. Şimdiden açlık sınırının yarısını bile bulmayan aylıkları daha da düşürülecek olan emeklilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için ise “sosyal yardımlar” devreye sokulacaktır. Böylece işçi sınıfının en temel haklarından biri olan emeklilik hakkı, siyasi iktidara biat etme koşuluna bağlı olan yardım mekanizmasına dönüşecektir. Öte yandan Bireysel Emeklilik Sigortası (BES)’nın zorunlu hale getirilerek yaygınlaştırılması, Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’yle tamamlayıcı emeklilik sistemi’nin kurulması ve Tamamlayıcı Uzun Süreli Bakım Sigortası’nın devreye girmesine çalışılacaktır.
Emeklilik hakkının ortadan kaldırılmasına yönelik dönüşüm 90’lı yıllarda başlamış; AKP döneminde uygulanan neoliberal yapısal uyum programı ile kamusal emeklilik sisteminin işlevsizleştirilerek, tasfiye edilme süreci hız kazanmıştır. Hükümet yeni yasama döneminde kamusal emeklilik sistemine son noktayı koymayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşıldığı taktirde, emekli aylığı ile geçimin olanaksız hale gelmesi nedeniyle orta ve üst gelir grubunda olanlar, kamu emeklilik sistemi ile emekli olduklarında mevcut yaşam standartlarını devam ettiremeyecekleri için özel sigorta şirketleri ve/veya tamamlayıcı emeklilik sistemi üzerinden emekli olmaya çalışacaktır. Elde ettiği gelirle ancak geçimini sağlayabilen (ya da geçimini bile sağlayamayan), özel emeklilik sigortasına pay ayıramayan milyonlarca düşük gelirli ise sosyal yardıma muhtaç hale düşecek ve -siyasi iktidara biat etmenin karşılığında- yaşamını sefalet sınırlarında sürdürmeye çalışacaktır.
Netice itibariyle, Erdoğan’ın yaptığı algı operasyonuyla zemini hazırlanan emeklilik sistemindeki köklü değişim, sadece emeklilere değil tüm emekçilerin ve -BAĞKUR’lu- serbest çalışanların haklarına yönelik bir saldırıdır. Bu saldırı, emeklileri açlığa mahkûm etmekle kalmayıp, halen çalışmakta olanları ve gelecekte emek piyasasına girecekleri de hedeflemektedir. Dolayısıyla bu saldırı sadece emekli örgütlerinin mücadelesi ya da emeklilerin seçim sandığındaki tepkisiyle durdurulamaz! Bunun için tüm emekçilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin ve muhalefet partilerinin bu “saldırı”ya karşı örgütlenerek ortak bir mücadele yürütmesi gerekir.