Raa/Reya Heqi-Alevilikten bahsederken tarihsel-toplumsal bir olgu ve gerçekleşimden söz ederiz. Raa/Reya Heqi-Alevi öğretisi; Yol’a, Alevi toplumsallığına aidiyet iddiası olan herkes için bağlayıcıdır. Bir etnik kimliğin mensubu farklı ideolojik motivasyonlarla farklı duruş göstererek farklı programlar etrafında tercihen bir hak ya da gasp mücadelesinin içinde yer alabilir. Farklı etnik kimliklerden gelseler dahi her Alevi, aynı zamanda toplumsal ideolojisi anlamına gelen Alevi öğretisiyle karakterize olur. Çünkü Alevilik zaten bir sıfattır, önermeler bütünüdür, alternatif bir toplumsal model ve yaşam biçimidir, mensupları için bağlayıcıdır. “Gönül kalsın, Yol kalmasın” özdeyişi de bu gerçeğe vurgudur.
Şu halde her dem de her Alevi Yol’un temel düsturlarını, yaşamın her alanına dair önermelerini esas almak zorundadır. Raa/Reya Heqi-Alevilik Rıza Yolu’dur, cümle insan ve varlıkla Rıza temelli bir ilişkilenme ve yaşam biçimi ise temel önermedir.
Zira Alevi öğretisinde buna bağlı olarak inancında, cümle varlık ve cümle can aynı özün hal ve formlarıdır. Evren rıza ve ikrar üzerine kuruludur, Yol bu hakikatin kendisidir, bu bağlamda tüm varlık Yol’un talibidir. Hakk dediğimiz hakikat bütünü ifade eder, bir rıza halidir ve bu manada Hakk da kendi yoluna taliptir. Toplumsallık, kolektif-ahlaki kabuller üzerinde vücuda gelen bir gerçeklik ise Yol’umuz-toplumsal özelimizde ahlaki kabullerimizin temel belirleyeni Razılık-Rızalık yasasıdır. Toplumsal-bireysel yaşamımız ve toplumsal kurumsallaşmalarımız da bu mana üzerinden anlam bulup gerçekleşir.
Alevi toplumsallığı, öğretimizden hareketle, sürekler özelinde ocaklar sistemi ve dergahlar üzerinden vücuda gelmiştir. Rıza yasası üzerine inşa edildiklerinden iktidar olgusunu yadsıyan komünalist toplumsal modellerdir. Rehberlik hizmetini yürüten her ocak mensubu da her talip gibi ocak döngüselliği içinde bir ocağa-pire ikrar verir, musahibi, rayberi ve piri olur. Erk değildir, talibin rızasına tabidir. Bu toplumsal gerçekleşimde “el ele, el Hakk’a” döngüsel sistemiyle talip toplumsallığı inşa edilmiştir.
O halde tarihsel-toplumsal anlamda, “Alevi kurumsallaşması Alevi toplumsallığını” ifade eder. Tahakkümcü-nefsani ideoloji ve oluşumların hedefe koyup sistematik biçimde vurdukları, yitirmekte olduğumuz gerçeğimiz de budur. İnsanlık, eril-tahakkümcü zihniyet ve hegemonik gerçekleşimleri karşısında binlerce yıldan bu yana direniş ve arayışlarını sürdürmüş ve sürdürmekte, razı edilmek istemektedir. Tarihsel-toplumsal gerçekliğimizi, arayışlarımızı ve güncel kurumlaşmalarımızı bu gerçekliği göz ardı etmeden değerlendirmemiz, Yol ve toplumsallığının manasını doğru kavramamız gerekmektedir.
Yaşadığımız çağda, kapitalist modernite küresel bir sistem haline gelmiştir ve Aleviler de bu tahakküm sisteminin bir ayağı olan tek tipçi ulus devletin tahakkümü altında yaşamakta, varlık mücadelesi vermektedir. Tarihsel yaşam alanlarımızdan göçertilmiş, toplumsal kurumlarımız darbelenmiş, büyük oranda işlevsizleştirilmiş olduğundan dernek, vakıf vb. örgütlenme biçimleriyle direnmeye ve Yol’umuzu, toplumsal varlığımızı savunmaya, çeşitli toplumsal hizmetleri karşılamaya çalışmaktayız. Toplumsal ihtiyaçlarımıza cevap olması arayışlarıyla gerçekleştirilen bu örgütlenme biçimlerinde birçok problemle karşı karşıya kalınmıştır.
Bir tahakküm hukuku ve zihniyet dünyasıyla bu kurumlarda rıza hukuku ne kadar tecelli edebilir? Neticede dernek, vakıf ve bunların federasyonlaşması, konfederasyonlaşmasıyla oluşan kurumların çerçevesi tahakküm hukukuyla belirlenmektedir. Bu durum asimilasyon ve ideolojik sızmalar neticesinde zihniyet dünyamızda yaratılan tahribatla birleşince ortaya çıkan tablo ve sonuçların iç açıcı olmadığı görülmektedir. Öncelikle kendi zihniyet dünyamızla buluşup bu kurumlarımızın işleyişini fiili biçimde rıza hukuku üzerine temellendirmedikçe sürece ve dönemsel ihtiyaçlarımıza cevap olamayacağımız açıktır.
Yukarıdaki paragraflarda Alevi öğretisinin aidiyet iddiasını koruyan her Alevi için bağlayıcı olduğunu vurgulamıştık. Bu kurumlarımız tahakküm hukukunun değil, rıza hukukunun esas alındığı “rıza meclisleri” biçiminde karakterize edilirse varoluş mücadelemize azami katkıyı sunabilecektir. Resmi ideolojinin, bu ideolojinin etkilerini taşıyan akımların ve bireysel istikbal hırslarının yaratacağı tahribatlar da bu şekilde dizginlenip aşılabilecektir.
Tüm emek ve direnişlerimizin son tahlilde tarihsel-toplumsal gerçeğimizi savunmak, onunla yeniden buluşmak için olduğu unutulmamalıdır.
Cemevlerimiz çeşitli toplumsal hizmetlerin karşılandığı mekanlar olduğu gibi ocak döngüselliği içerisinde inşa edilen toplumsal sistemimizin bertaraf edildiği, talip-ocak ilişkisinin köreltildiği alanlar değil, bilakis bu ilişkinin yeniden canlandırıldığı mekanlar biçiminde işlevselleşmelidir. Ocak-talip döngüsel ilişkisi Yol’un temel düsturları üzerine inşa edilmiş, iradi ve tahakküm altına alınamaz bir ilişkilenme biçimidir. Talip-ocak, talip-dergah ilişkisinin canlandırılamadığı durumda, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen iktidar dışı toplumsal model sürdürülemeyecek, dört duvar arasına hapsedilmiş bir inanç kimliği ise dejenerasyondan ve sistemin tahakkümünden kurtulamayarak boyunduruğa dönüştürülecektir.
Tarihsel yaşam alanlarından koparılmış durumda olan Aleviler, bulundukları her yerde rıza meclisleri olarak örgütlenmeli, cemevleri ve derneklerimiz de bu meclisleşmelerin mekanı olmalıdır. Bu meclisler toplumsal enerjimizi buluşturup bir sinerji yaratırken geleneksel kurumlarımızla karşılıklı olarak birbirini güçlendirecek, besleyecektir. Toplumsal meselelerimiz, taleplerimiz, toplumsal özelimize ve ülkeye, insanlığa dair önermelerimiz bu meclislerde gündemleşmeli, demokratik mücadele alanlarına yansıtılmalıdır.
Aşk ile