Yeni Osmanlıcı AKP’nin Alevi taleplerini karşılaması tarihsel arkaplanı açısından da mümkün değil
Hüseyin Kalkan
Babailer, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ordularını defalarca yendi. (Kimi kaynaklara göre 9 kez, kimi kaynaklara göre 12 kez.) Selçukluların düzenli bir ordusu vardı, tam donanımlı bir ordu. Babailer derme çatma silahlarla Kefersud’dan yola koyuldular. Kadın, erkek, çocuklar, koyunlarını, öküzlerini ve köpeklerini yanlarına alarak yola düştüler. Her karşılaştıkları yerde Selçuklu ordusunu perişan ettiler. Selçuklu yöneticiler çareyi paralı askerler kiralamakta buldu. Malya ovasındaki son savaşta kiralık zırhlı Frenk askerini en ön saflara dizdiler. Bu askerlerin zırhlarına ok ve kılıç işlemediği için Selçuklu ordusu yenilgiden kurtuldu. Malya Ovası büyük bir katliama sahne oldu. Kadınlar, çocuklar ve hayvanlar katledildi. Bu isyanın önderlerinden Baba İlyas, Amasya kalesinde asıldı, Baba İshak ise isyan sırasında öldü. Bu isyanın en önemli özelliklerinde birisi Anadolu’da Aleviliğin temellerinin atıldığı bir isyan olmasıdır. İkinci özelliği Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların ve Türkmenlerin birlikte katıldığı bir isyan olmasıdır. Muhafazakâr tarihçilerden Ahmet Yaşar Ocak, Strasbourg Üniversitesi’nde hazırladığı Babailer İsyanı’na dair doktora tezinde, şunları yazar: “Türkiye toplumsal ve dini tarihinin önemli bir kesitinin teşkil eden ve yıllardan beri tartıştığımız Bektaşilik ve Aleviliğin tarihsel ve sosyolojik zeminin hazırlayan bir olaydı. (Babailer İsyanı, Aleviliğin Tarihsel Altyapısı, Ahmet Yaşar Ocak, s. 10/2020)
Ocak, Babai İsyanı’nın nedenleri ile ilgili şunları yazıyor: “Nitekim olay baştan sona kadar dikkatle incelendiğinde, gerçekten de Baba Resul isyanının meydana gelmesinde iktisadi şartların hatırı sayılır bir yeri olduğu, bu hususun belirgin olarak kendiliğinden meydana çıktığı görülür. Ancak her tarihsel olayda olduğu gibi, böyle geniş kapsamlı ve etkileri yüzyıllarca devam eden bir olayı da tek sebeple açıklamak mümkün değildir. Bununla beraber, meselenin ağırlık noktasında iktisadi sebeplerin önemli bir yeri olduğu gözlenebiliyor. Konuya yakından bakıldığında bunların, Anadolu Selçuklu devletinin toprak rejiminin o devirdeki durumuyla oldukça yakından ilgili bulunduğu anlaşılmaktadır.” (Ahmet Yaşar Ocak, age, s.57)
Kaynaklar daha sonra adına Bektaşiliğin inşa edileceği Hacı Bektaş’ın da bu isyan sırasında Anadolu’da olduğunu ve Baba İlyas’ın müridi olduğunu belirtiyorlar. Hatta Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş’in bu isyan sırasında yaşamını yitirdiği kaynaklarda yer alır. Baba İlyas’ın kök torunu olan Osmanlı Tarihçi, Derviş Ahmet Àşıki (Àşıkpaşazade) bu konuda şunları yazar: “Bu Hacı Bektaş, Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi vardı. Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadolu’ya gelmeye heves ettiler. Evvela doğru Sivas’a geldiler. O zaman da Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteği ile gelmişler. Onun dahi hikâyesi çoktur. Bu Hacı Bektaş, kardeşi ile Sivas’a, Sivas’tan Baba İlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseri’ye geldiler. Menteş yine memlekete yöneldi. Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı Sivas’a çıktı. Oraya varınca eceli yetişti, onu şehit ettiler… Hacı Bektaş Kayseri’den Kara Oyüğe geldi. Şimdi mezarı oradadır. (Osmanoğullarının Tarihi, s. 205-206/2021)
Anadolu boş değildi
Türk tarihçilerinin ve araştırmacıların ihmal ettiği önemli bir faktör de Selçukluların sonradan Anadolu’ya gelmiş olmasıdır. Yani kelimenin gerçek anlamıyla işgalci olmalarıdır. Selçuklular gelmeden önce bölgede Kürtler, Ermeniler ve Süryaniler ve Türkmenler yaşamaktaydı. Ki Türkmenler Moğol saldırıları sonucu kendi topraklarını terk edip Anadolu’ya göç etmişlerdi. Selçuklular bu halkların yurtlarını elinden aldı ve vergiye bağladı. İşin bu tarafı kimse tarafından tartışılmak istenmiyor. Babailer isyanına bu kadar çeşitli halklardan insanların katılmasının önemli nedenlerinden biri de budur.
Anadolu Selçuklu Devleti, Babailer ayaklanmasından sonra çok fazla yaşamadı. Zayıflayan devlet, Moğol saldırıları sonucu tarihe gömüldü. Bundan sonra tarihçilerin ‘Beylikler dönemi’ olarak adlandırdığı dönem başlar. Babailer yenilmiş olsalar da Alevilik, Babai dervişleri aracılığı ile Anadolu’da gelişmeye devam etti. Bilindiği üzere beylikler döneminde Osmanoğulları ön plana çıktı. Önce Anadolu’daki beylikleri kendine bağladı. Sonra Rumeli’ye geçti ve ardından İstanbul’u ele geçirdi. Bütün bu süreçte, ll. Beyazıt döneminde başlamak üzere (İlki 1511 yılında olmak üzere) Alevi isyanları yaşandı. Bu dönemde yaşanan Alevi ayaklanmaları ve tarihleri şöyledir: Şahkulu Baba ayaklanması (1511), Nur Ali Halife Ayaklanması (1512), Bozoklu Şah Celal Ayaklanması (1518), Şah Veli Ayaklanması (1519), Süğlün Koca-Baba Zünnun Ayaklanması (1526), Zünnunoğlu Halil Ayaklanması (1527), Kalender Çelebi Ayaklanması (1527)
Osmanlı yükselirken!
Alevi ayaklanmalarının, resmi tarihin ‘Yükselme Devri’ olarak nitelediği dönemde meydana gelmiş olması önemli ve anlamlıdır. Osmanlı yükseldikçe halk çökmüştür. ll. Beyazıt’ın son yıllarında başlayan ayaklanmalar, Yavuz ve Kanuni döneminde devam eder. Alevi ayaklanmalarının önemli ekonomik nedenleri var, halk neredeyse açlık dercesinde kıtlık çekmektedir, ayrıca her talan savaşına her aile insan gücü olarak katkı vermek zorundadır. Bu durum daha da yıkıcı sonuçlara yola açmaktadır. Osmanlı’ya asker olan ya yıllar sonra dönmektedir ya da hiç dönmemektedir. ‘Yükselme dönemi’ olarak nitelenen dönemde, Osmanlı’nın toprakları genişlemiş, hazinesi dolmuş ve genişlemeye ve dolmaya oranla halkın kaybı büyük olmuştur. ‘Muhteşem yüzyıl’ olarak nitelenen Kanuni döneminde hem doğuda hem batıda önemli topraklar işgal edilmiş, Kanuni bol bol ganimet elde etmiştir. Ama aynı dönemde üç ayaklanma meydana gelmiştir. Yine resmi tarihçiler, Yavuz’un Osmanlı hazinesini doldurduğunu ve kendi mührü ile mühürlediğini yazar. Yazılanlara göre ondan sonra gelen hiçbir padişah bu başarıya ulaşamamıştır. (Osmanlı Padişahları, Reşad Ekrem Koçu, Doğan Kitap, s. 154/2002) Hazinenin bu kadar dolu olması tabii ki kendiliğinden olmamıştır. Talan seferleri ve alınan vergilerle hazineyi doldurmuştur. Bu da Anadolu’nun yoksul köylülerinin sırtından sağlanmıştır.
Sünnileşen devlet
Yavuz Selim dönemi aynı zamanda hilafetin Osmanlı oğullarına geçtiği dönemdir. Babasına ve kardeşlerine karşı verdiği taht mücadelesini kazanan Yavuz Selim, hem Kürt topraklarını işgal etmiş, hem de İran, Suriye ve Mısır’ı Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına katmıştır. Hilafet, 29 Ağustos 1516’da Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçti. 16. yüzyılın başlarında, 1517 yılında, Osmanlı Devleti padişahı Yavuz’un Mısır’ı fethedip Memlük Devleti’ne son vermesiyle birlikte halifelik makamı İstanbul’a, Osmanlı oğullarına geçmiştir. Yavuz, Ayasofya’da yapılan törenle, son Abbasi halifesi lll. Mütevekkil’den halifeliği devraldı. Sünni olmayan halklara dini baskılar halifeliğin devralınmasından çok önce başlamıştı. Ama Halifeliğin Osmanlıya geçmesi ile birlikte şeriatın katı yorumu uygulanmaya başlandı. Osmanlı belgelerine göre Yavuz’un yönetime gelmesinden sonra özellikle Alevilere karşı planlı bir katliam uygulandığı görülmektedir. Yavuz Selim’in padişah olarak yaptığı ilk şeylerden biri, Osmanlı Şeyhülislam’ı İbn-i Kemal’e, Kızılbaşların öldürülmesini yasallaştırmak ve haklı göstermek adına yeni bir fetva hazırlatmaktır. Ünlü Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık, Yavuz Selim’in tahta çıkması ve Alevilere yönelik katliamlarına dair şunları yazıyor: “Şah İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce, onun bütün Anadolu’ya yayılmış olan müridlerini ve halifelerini tespit ettirip hapis ve idam ettirdi. Sayılarının 40 bine vardığı rivayet olunmaktadır… Selim sefere çıkarken (28 Şubat 1514) şeyhlerden ve ulemadan Şah’ın bir mülhid ve kâfir olarak katli vacip olduğuna dair fetvalar aldı ve etrafa ilan etti. (Halil İnalcık, Seçme Eserler ll, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 138/2009) Ancak halk zorla dayatılan şeriat yasalarını kabul etmedi. Bütün bu etmenlerin bir araya gelmesi ile ayaklanmadan başka yol kalmadı. Zor da olsa Osmanlı Devleti bu isyanları bastırdı. Yavuz örneğinde olduğu gibi onbinlerce Alevi kılıçtan geçirildi. Cumhuriyet döneminde de Alevilere yaklaşım değişmedi. Alevilerin önemli bir bölümü Kürttü ve Cumhuriyete karşı ayaklanma cesareti gösterdiler. Alevilerin tekrar tarihi sahnesine kendi adları ile çıkmaları 90’ların sonuna rastlar. AKP’nin iktidarı dönemi ise Alevi taleplerinin ete kemiğe büründüğü ve eylem sahasına döküldüğü yıllardı. Bu biraz da AKP’nin Sünni bir parti olmasından ve Alevi taleplerini kabul ve legalize etmeye yanaşmamasından kaynaklanıyordu.
Yeni Osmanlıcılık, AKP ve Aleviler
AKP’nin Osmanlılarla ilişkisi sadece boş bir ‘Ecdadımız’ söylemi değildir. AKP kelimenin tam anlamı ile Yeni Osmanlıcı bir partidir ve bunu programlamıştır. Bu gün AKP’nin Alevilerin temel taleplerini kabule yanaşmamasının arka planında böyle bir tarihsel temel var. Akademisyen Nagehan Tokdoğan şunları yazıyor AKP’nin Yeni Osmanlıcılığına dair: “Yaklaşık yüz yıl boyunca hâkim olan Cumhuriyetçi anlatı ve sembollerin yerine Osmanlı geçmişini yücelten, kolektif gurur ve haz duygularını harekete geçiren alternatif bir milli aidiyet hafızası ikame edildi. Üstelik Yeni Osmanlıcılık, salt stratejik bir politik anlatı olmakla kalmadı, gerek iktidar seçkinleri gerekse toplumsal taban tarafından hevesle kucaklandı, çok çeşitli sembolik araçlar vasıtasıyla gündelik hayat pratiklerine sirayet etti, bu sayede de mütemadiyen yeniden üretilen ve taze tutulan bir duygusal yatırım nesnesine dönüştü” (Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık (Hınç, Nostalji, Narsisizm), İletişim Yayınları, s. 16-17)
AKP’ye böyle baktığımızda Alevi taleplerini karşılamasının da mümkün olmadığını görürüz. Gerçi özellikle son dönem dış politikadaki başarısızlıklar ve Erdoğan’ın atmak zorunda kaldığı geri adımlar, Yeni Osmanlıcılık anlatısında gedik açmışsa da, böyle bir kurgudan büsbütün vazgeçmeleri mümkün değildir. Demokratik ve özgürlükçü bir yaklaşım benimsenmedikçe Alevilerin taleplerini karşılamak mümkün değildir. Kira ve elektrik parası ödemek ise Alevilerin gözünde bir sadaka bile değildir.