Yerel seçime çok kısa bir süre kala ittifaklar ve aday belirleme süreçlerinde sona doğru gelindi. Şehirlerin özgünlüklerine göre partiler strateji geliştirmeye çalışıyor. Halk ise olan bitenin sonucunda tercihini yapacak. DEM Parti, özgün yapısı ile toplumun ötekileştirilmiş tüm kesimlerini içine alabilecek bir program ve söyleme sahip. Yeter ki doğru araçlarla bu kesimlere gidilebilsin. Özellikle Aleviler ve kendini siyasi yelpazenin solunda hisseden, emek ve özgürlüklerden yana olan herkes DEM’in potansiyel seçmenidir. Geçmiş seçimlerde Alevilerin bir kısmı CHP’ye oy verdi. Bunun nedenleri iyi irdelenmeli ve bu simbiyotik ilişkinin çıkmaz sokak olduğu doğru anlatılmalıdır.
Resmi ideoloji ve Aleviler
Bu simbiyotik ilişkinin tarihsel bir arka planı olduğu unutulmamalı. Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte, Kemalist ideolojinin savunucuları şöyle bir analiz geliştirdi; Kemalist Cumhuriyet ve M. Kemal, şeriat devletini engelledi. Böylece Aleviler şeriat baskısı altında yok olmaktan kurtuldu. Bunu gerçekleştiren de Kemalist ideolojiye bağlı ordudur. Türk ordusu, bu ülkede Alevilerin rahatça yaşamasının teminatıdır.
Öyle bir algı ki bu, sanki ordu Aleviler için özel kurulmuş bir yapılanmaydı. Tek amaçları da Alevileri korumaktı. 1960’lardan itibaren ise CHP Alevilerin teminatıdır, CHP’yi güçlendirmek, iktidara taşımak Alevilerin kurtuluşu ile eşdeğerdedir propagandası yapılmaya başlanıldı. Hatta bunun için tarihi çarpıtarak, M. Kemal’i Dersim Katliamı’nın sorumluluğundan azade etmeye çalıştılar ve hala çalışıyorlar. Daha önce, Dersim Katliamı ve Umumi Manzara adlı yazımda uzunca bu konuyu işlediğim için tekrara girmeyeceğim. Özellikle sistemle içli dışlı ve kendilerine Dede diyen bazı Alevi düşkünleri, resmi ideolojiye sığınmanın Aleviler için tek yol olduğunu savundular. Kürt Hareketi’nin gelişmesi ile birlikte yine bu isimler Alevi Kürtler öz be öz Türk’tür retoriğini işlediler. Tutmadığı yerlerde Alevi Kürdü Ermeni yaptılar. O da tutmayınca, Zazaca konuşan Alevi Kürtlerin Zaza denilen bir milletten olduğuna kanaat getirdiler. Tüm bu psikolojik harbin nedeni, merkezden dışlanan Türk ve Kürt Alevilerinin, Kürt siyaseti ile temas kurmasına bariyer olmak içindi. Hatırlarsınız, Madımak Katliamı’ndan hemen sonra, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel alelacele İzzettin Doğan’ı makamına çağırmış, ne yap et Alevileri Kürtlerden uzak tut demişti. Çok geçmeden de İ. Doğan bu telkini yerine getirerek, CEM Vakfı’nı kurmuş, Kürt Alevilerinin Türk olduğu saçmalığını bu vakıf adı altında işlemeye başlamıştı.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesine baktığımızda, Kemalistlerin söyledikleri ne kadar doğru, ona bir bakalım. Kemalist ideolojinin ilk yaptığı şeylerden biri tekke ve zaviyelerin kapısına kilit vurmak oldu. Bu yasak en çok Alevileri vurdu. Önce, 1924 yılında Diyanet kuruldu ve çıkarılan tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı sonucu bütün Alevi dergahları kapatıldı. Kapatılan hiçbir cami olmadığı gibi, Diyanet yoluyla Sünni bir İslam modeli egemen hale getirildi. Demek ki Aleviler Kemalist ideoloji ile özgürleşmediler, özgürleşmedikleri gibi ellerindeki dergahları da kaybettiler. 1921’de Koçgiri ve 1937’de Dersim Katliamı ile binlerce Alevi, Seyyid Rıza ile birlikte öldürüldü. Alevilerin bir kesimi, sorunu görmek yerine, sanki olan biteni kanlı şekilde bastıran bir başka ülkenin ordusuymuş gibi davrandı. Maraş Katliamı ile yine yüzden fazla Alevi katledildi. Darbeyi yapan cunta şefi Kenan Evren, ordunun iktidara el koyması için Alevileri çok rahat gözden çıkarabilmişti. Sivas Madımak Katliamı sırasında otel etrafında konuşlanan askerlere, hiçbir subay havaya ateş açın dememişti ve katliam seyredilmişti. 1995 Mart ayında Gazi Mahallesi’nde Alevilerin taranması işinin içinde devletin Alevi polis müdürü Hüseyin Kocadağ olduğunun ortaya çıkmasından bu yana çok zaman geçti. Sahi Gazi Katliamı bir askeri darbe senaryosu değil miydi? Bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen, bir kesimin hala ulusalcı paşalara sempati duyması da yukarıda bahsettiğim tarihsel yanılgının farkına varılmamasından kaynaklanan bir durum. Alevi toplumu eskisi kadar olmasa da hala dedelere önemli derecede saygı duymakta. Dede denilen bu kişilerin birçoğu ise Kemalist statüko ile belli çıkar çerçevesinde ilişki yaşamakta. Bu ilişki bir toplumu feda ettirilebilecek kadar patolojik. Tarihi bir başka okuyorlar ve kendilerine saygı duyan Alevi toplumuna da bu zehri şırınga ediyorlar. İnsan merak ediyor, neden birçok Alevi dedesi CHP ve AKP saflarında yer alıyor? Katiline aşık kurban pozisyonunun altında elbette kirli ilişkiler yatıyor. Dersim’de Kürt değiliz Zazayız, Adıyaman ve Malatya’da Kürt değil Horasan Türkmeniyiz diyenlerin sayısı çok olmasa da, az da değil.
CHP’den toptan bir kopuş gerçekçi mi?
1921 Koçgiri Katliamı, 1937-1938 Dersim Katliamı, 1938 Zini Köyü katliamı, 1978 Maraş Katliamı, 1980 Çorum Katliamı, 1993 Sivas Madımak Katliamı, 1995 Gazi Mahallesi Katliamı… Cumhuriyet tarihi boyunca ne çok Alevi öldürülmüş. Ya devlet eliyle ya da devlet gözetiminde. Kimisi sürgün edilmiş, kimisi sürgüne gitmiş. Birçoğu devlet veya mahalle baskısı ile Sünnileştirilmiş. Ders kitaplarında hakarete maruz kalmışlar. Resmi dilde adları ‘Alevi kardeşlerimiz’ olmuşlar ama bürokraside yok sayılmışlar. Osmanlının katliamlarını unutmadıkları için, Cumhuriyet kurulunca Atatürk’ün CHP’sine sığınmışlar. Şeriattan kurtulduk derken, Kemalizmin tunç elinden çıkan kurşunlara, bombalara tutulmuşlar. Şeriat ve tunç eli arasında çaresizce tunç eline tutunmuşlar. Zamanla bazı gençler buna isyan edip, sosyalist hareketlere katıldılar. Kimisi dağların yolunu tuttu. Ama büyük çoğunluk, CHP’den başka gidecek yer olmadığını düşündü. Bunda kendilerine göre haklıydılar. Ne zaman Alevi katliamı olsa: Muhafazakâr sağdan, katliamı kitlesel olarak kınayan bir tepki ortaya hiç konulmadı. Bu onları daha da ürkütüp, CHP’ye sarılmak zorunda bıraktı. Hani bazen Alevi olmayan dostlardan, ‘sizinkiler CHP’de ne buluyor’ gibi sözler duyarız ya, işte Alevilerin CHP’ye sığınmasının etmenlerinden biri olduklarının farkına varmazlar. Elbette diyalektik işliyor. Zaman değişiyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaşıyor. Kürt ve Türkmen Alevilerinin hapsedildiği çember yarıldı. Kürt siyaseti bu çemberin yarılmasında tartışmasız tek aktör olarak varlığını kanıtladı.
Aleviler, CHP’nin iktidar veya iktidar ortağı olduğu dönemlerde katledildiler. Sağ-muhafazakâr iktidarlarda ise asimile edildiler, hakarete uğradılar, devlet bürokrasisinden silindiler. Ne CHP iktidarlarında hak elde ettiler, ne de sağ iktidarlarda huzur buldular. Bu ülkede Kürtler, Ermeniler ne yaşadıysa, Aleviler de bir eksik, bir fazla aynı zulmü tattı. Ermeniler direnmeye çalıştılar, başaramadılar. Toplu kıyımdan geçirildiler. Kürtler direndiler, olmadı, bir daha direndiler. Özgürlük için hiçbir zaman vazgeçmediler. Aleviler ise Koçgiri’den sonra direnmediler, direnemediler. Dersim’de kendilerini korumaya çalıştılar, büyük ihanetlere uğrayıp, kıyama uğradılar. Sonrası uzun sessizlik ve ölüm oldu.
Alevilerin adresi neden DEM Parti olmalı?
Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Kürtlerin, işçilerin, Alevilerin, siyaseten sömürülen Müslümanların, kadınların, gençlerin, azınlıkların, cinsel yönelimi farklı olanların yani herkesin özgürlüğünü dert etmiş bir geleneğin son temsilcisi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) var. Alevileri sürekli Sünniliğin bir alt sınıfı gibi göstermeye çalışan ürkek CHP siyasetinden, hiçbir hakları olmayan Alevilere bir fayda gelmez. CHP bu ülkenin kurucu partisidir ve geçmişi Alevi katliamları ile doludur. Evet, siyasetçiler değişti, yeni kuşaklar geldi ama CHP geçmişinde Alevilere yaşattığından dolayı bir özür bile dilemedi. Dersim Katliamı’yla bile yüzleşmedi. Yerel yönetimini kazandıkları birçok yerde cadde ve sokaklara Ergenekoncu, ulusalcı isimler koydular. İş Alevi isimlere gelince ürkek davrandılar. Yıllar önceki bir seçimde, Adıyaman’da yaşanan bir olayı anlatmıştı Sırrı Süreyya Önder. Bir yerde yaşlı bir Alevi amca ile karşılaşır. Oyunu kime vereceksin diye sorar. Yaşlı amca, oyumu sizin adaya (Kürtlerin adayı Alevi olan Veli Büyükşahin’di) versem belki fazladan bir Alevi milletvekili olur ama ben oyumu Kılıçdaroğlu’na vereceğim ki Alevi bir Başbakanımız olsun. Bir kesim Alevi bu motivasyonla son dönemlerde CHP’ye oy verdi. Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’nı kaybetmesi sonrası, parti içinde Alevilere karşı bir tasfiyenin olduğu sır değil. Üstelik, devlet aklının Alevi Kürt birinin ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı olmasına müsaade etmeyeceği de, resmi ideolojiyi bilenler için kahinlik gerektirmeyen bir saptama olsa gerek. Keza Meral Akşener’in “Benim Alevi Kürt birinin Cumhurbaşkanı olacağına izin vereceğimi mi zannettiniz?” sözleri orta yerde duruyorken. Kürt ve Türk, bütün Alevilerin sistemle kopuşu için artık bir neden kalmamıştır. “Şeriat isteriz” sloganlarının yükseldiği, ana sınıf çocuklarına din dersi verilmeye çalışıldığı bu dönemde elbette AKP-MHP (Türkmen Alevileri arasında MHP’ye oy verildiği bilinmekte) bloku da Alevilerin adresi olamaz. DEM Parti, Alevilerin önündeki tek kurtuluş yolu. Çünkü Kürtlerin kurtuluşu Alevilerin, Alevilerin kurtuluşu da Kürtlerin özgürlüğü demektir.
DEM Parti geleneği, Kürt Alevilerle kucaklaşmasını tam gerçekleştirememiş de olsa, kısmen bunu başardı. Elbette yukarıda yazdığım birçok neden, devlet aygıtının psikolojik harbi, tam kucaklaşmanın sağlanamamasının önünde engel olarak duruyor. Mücadele, pratik bu engelleri süreç içinde yerle bir edecektir. Amed nasıl geçmişte Gültan Kışanak’ı bağrına basıp belediye başkanı seçtiyse, Alevi toplumu da yaşadığı her yerde, özgürlük ve demokrasiyi savunan DEM’li adaylara mezhebine bakmadan oy verecektir. Türkmen Alevilerini Kürt siyaseti ile buluşturma noktasında bazı sıkıntıların yaşandığı biliniyor. Özellikle Türkmen Alevileri arasında Türklük duygusu işlenerek, kendilerine herhangi bir alan açmayan, fişlenmiş muamelesi yapan sağcı partilere oy vermesi sağlanmakta. Özellikle Batı’da Türkmen Alevileri mahalle baskısı ile daha kolay asimilasyona uğramakta, Sünnileşmektedir. Buralarda elde edilecek küçük mevziler, ilerideki büyük dönüşümün önünü açacaktır. Alevilerin büyük uyanışı işte o zaman gerçekleşecektir. Bu uyanış, gerçek bir demokrasinin teminatı olacaktır.
Sol, Dersim ve İttifaklar tartışması üzerine birkaç not…
Şimdi gelelim “Sol, Dersim ve İttifaklar” adlı yazım üzerinden yaşanan tartışmalara. Öncelikle, gazeteyi bu tartışmanın tarafı yapmamak için, yazının muhatapları tarafından yapılan açıklama ve paylaşımlara sosyal medya üzerinden cevap verdim. Yine de sözcüklerimi özenle seçerek, yeni bir tartışmaya yer vermek istemediğimi belirtmek isterim. Evrensel’de Yusuf Karadaş iki günlük mini bir yazı dizisi ile cevap yazdı. Yazımda söylediklerime cevap yerine, en iyi solcunun kendileri olduğunu, benim ise sosyalistlerin Kürdistan’da örgütlenmesine, seçime girmesine karşı olduğumu ifade edip, fedakârlık yarıştırmış vs… Lenin’in ulusal sorun üzerine alıntıladığım saptamasına karşı, kendince farkında olmadan Marx’ın Britanya üzerine yazdığı belirlemeleri boca etmiş yazının içine. M. Suphi’yi kim öldürttü? Kemalist kopuş niye yaşanmıyor? Dersim, Kürtler için tarihsel anlamda niye Amed kadar önemli? Neden sosyalistler, işçi sınıfı ile 100 yıldır güçlü bir bağ kuramıyor? Bu soruların cevabı yok. Ama bitirirken “Hiçbir kanıt gösteremeden kolayca “Kemalistlik” ile suçladığı sosyalistlerle yürünecek yolun sonuna gelindiğini ilan etmek için fırsat kollayan Durgun’a, hemşehrisi Mehmet Metiner’den başlayarak son 20 yılda Kürt özgürlük hareketinin sosyalistlerle ittifak kurmasına karşı çıkanların bugün nereye savrulduklarına dönüp bakmasını tavsiye ediyoruz” diyor. Tavsiyesini kendisine saklamasını salık veririm. Karadaş, bakmış yazısında bir şey yok, bari Adıyamanlılık üzerinden Metiner ile vurayım. Sol, Dersim ve İttifaklar yazısından hiçbir şey anlamamış olduğu bu paylaştığım paragraftan kendisini ele veriyor.
Son parlamento seçimlerine kadar kendilerine sol, Türk Solu diyen ve Kürtlerle seçim işbirliğine açık olan partilerle ittifakları hep savundum, yazdım, yer yer tepki görsem bile. Son seçimlerde TİP’in faydacı tavrı ve Antep’te olan bitenlerden sonra bu tür ittifakların ‘ilkesel’ olmaktan çıkmaya başladığı kuşkusu oluştu. Elbette partiler seçim ittifakı yapar. CHP yeri gelir MHP ile, DEM yeri gelir CHP veya AKP ile, TİP veya EMEP başka partilerle seçim işbirliğine gidebilir. Reel politiğin getirdiği siyasal iklime göre bunlar olur veya olabilir. Kürt Özgürlük Hareketi sol-sosyalist parti ve çevrelerle yapılan ittifaklara, ilk günden ‘İlkesel İttifaklar’ adını koydu. Bu ne demek? Kapitalizme, sömürgeciliğe, dikta rejime karşı sokakta, alanlarda, seçimlerde yoldaşlık temelinde, birlikte hareket etmek. Yazımın hiçbir yerinde, bu ittifaklara gerek yok, evli evine, köylü köyüne dönsün yaklaşımı mevcut değil. Yazı özelde Dersim’deki gelişmeler ve oradaki ittifaklar üzerineydi. Tekrar belirtmek gerekirse, Dersim ve Alevilik meselesi ilk bölümde de yazdığım üzere, KÖH için tarihsel önemdedir. Dersim küçücük bir yer coğrafi ve nüfus olarak. Belediyecilik açısından da küçük bir ilçe etkinliğinde. Fakat tarihsel ve siyasal etkisi Kürtler için hayatidir. Devletin, Kürt Alevilerini Kürtlerden koparmak için yüzyıldır sürdürdüğü sıcak ve psikolojik harbin ana merkezi Dersim’dir. Güncel söylemle söylersek, Dersim Kürtsüz, Kürt Dersim’siz olmaz, olamaz. İlkesel İttifak kuruluyorsa, Kürtlerle dayanışma sergileniyorsa, Dersim’de DEM Parti çatısı altında bir araya gelinmeli. Bu birliktelik aynı zamanda Hüseyin Aygün ve AKP tehlikesini de bertaraf eder. Sınıf mücadelesi adına Dersim’de bu kadar ısrarcı olmamak gerekir. Sınıf mücadelesinin ve ulusal mücadelenin dinamiklerinde yer yer önemli farklar vardır. Bunu anlamak gerekir. Ulusal mücadelenin olduğu yerlerde, farklı aktörlerle sınıf temelli mücadeleyi başarıya ulaştırmak pek mümkün değildir. Ulusal mücadeleyi yürütenler ancak sınıf mücadelesini eşgüdümsel olarak örgütleyerek ileriye taşıyabilirler. Özünde Kürt hareketi, baldırı çıplaklar, topraksız köylü, kadın, işçi ve işsiz hareketidir. Bu yönüyle zaten sosyalisttir. Keşke ikisi bir arada başarıya ulaşsa. Zaten o anda devrim olur. Kızmadan, hakaret etmeden oturup bunları düşünüp, tartışmalıyız. Elbette herkes istediği yerde örgütlenir, siyaset yapar. Yoldaşlık hukuku gereği birbirinin ayağına basmadan.
Son söz yerine
Sonuca gelirsek, Dersim’in Kürtlerin ortak hafızasındaki değerine vurgu yaparsak, ilkesel ittifak bu hafızadaki ortak değere istinaden DEM’siz bir Dersim düşünüyorsa o zaman bu ittifaklar ilkesel olmaktan çıkar. O vakit de herkes kendi kanadıyla uçmalıdır dedim. Belirtmeliyim ki, ilk günden çözüm sürecindeki metodolojinin yanlış olduğunu belirterek Kürt Hareketi’ne eleştiri getirmiştim. Altan Tan gibi isimlerin aday gösterilmemesi gerektiğini yazıp, bunun yerine sosyalistlerle ittifakı savunmuştum. Olması düşünülen Kürt Ulusal Kongresi sürecinde, bunun gerçekleşmesinin bu süreçte mümkün olmadığını dile getirip, KDP ve Barzani’nin son anda bu işe girişmeyecekleri saptamasını yaptım. Bütün bunları Özgür Gündem geleneğinden gelen gazetelerde yazdım. Özgürce yazdım. Kimse bana orda dur demedi. Bunları, yazdıklarımda haklı çıktım anlamında yazmıyorum. Kürt basınında yazdığım yazılar sadece beni bağlar. Sol, Dersim ve İttifaklar yazımdan dolayı, sanki bu kurumsal bir düşünceymiş gibi eleştiri getirenlere hatırlatmış olayım. Ne DEM Parti’de, ne Yeni Yaşam gazetesinde herhangi bir görevim ve yetkim yok. Son olarak, EMEP Genel Başkan Yardımcısının dediği gibi ne ittifak iltihaktır, ne de güçbirliği biattır. Ama yoldaşlar arasındaki ittifak, kabul edersiniz ki ilkesel olmalıdır.