Örgütlü kötülük; kamplaşma ve ittifakları, çelişki ve çatışmaları, gasp ve el koyma yarışlarıyla dünyayı kan revan içinde bırakmış, tüm insanlığı yarattığı vahşet sarmalına mahkûm etmiş durumdadır. Kadın, emek, doğa ve insan düşmanlığı adeta “an”a damgasını vurmaktadır. Yine hak ve emeği gasp edilen cins, sınıf ve halkların direnişleri de sürmektedir fakat cümle insan ve varlıkla barışık, hak temelli bir zihniyet ve örgütlülük düzeyine ulaşılamadığı, özgün örgütlülükler üzerinden kolektif öncülük yaratılamadığı sürece başarı şansı da olmayacaktır.
Toplumsallık/Komünalite, insanlığın kendini var ediş biçimi olmuştur. Eril zihniyet edilgenleştirmek, kullaştırmak, azami tahakküm ve sömürüye açmak için insanlığın kendini var ediş biçimine, toplumsallığa saldırmış, tahakküm, cinsiyetçilik ve sınıflaştırmayla insanlığı nesneleştirmiştir.
Tarihteki kayıtlardan, direniş gerçekliklerinden bildiğimiz üzere insanlık çağlar boyunca toplumsallıkta, komün temelli yaşam biçiminde ısrar etmiş, etmektedir. İnsanlığın bu kendini var ediş biçiminin günümüze ulaşan süreklerinden birinin de Raa/Reya Heq/Alevi Yolu olduğunu özgüvenle söyleyebiliriz. Zira Rıza Yolu ve Rıza Toplumsallığı kavramları açıklandığında bu gerçeği net olarak görebilmekteyiz.
Kapitalist modernite güçleri ve yerel sac ayaklarının kolektif kötülükleri, insanlığı kaos ve krizlerle manipüle eden gündemleri içerisinde adeta pusulasız bırakabilmektedir. Direniş insanlığın direnişi ise, Alevi halklar da vurgulanan karakteristikleri üzerinden insanlığın kendini gerçekleştirme biçimlerinden biriyse, buradan yükseltilecek direnişte insanlığın bir direnişi olmaktadır. Bu vurgumuz içe dönük bir vurgudur. Sistematik şiddet ve asimilasyonun Alevi canlarda yarattığı savrulmalara, özellikle politize olmuş canlarımızca toplumsal varlığımızı savunmanın, yaşatmanın “tali bir mesele” olarak görülmesine bir kez daha dikkat çekmek içindir.
Alevi halklar, ağır bedeller pahasına olsa da bilinen tarihleri boyunca kendi tarihsel-toplumsal gerçekliklerini savunmayı, yaşatmayı başarabilmişlerdi. En sistematik ve süreklilik arz eden şiddet biçimleriyle ulus devlet döneminde karşı karşıya kaldılar. Cumhuriyet’e varan süreçte Koçgiri, sonrasında Dersim ve günümüze kadar süregelen katliamlar silsilesiyle tarihsel yaşam alanlarından koparılmış, Ocaklar sistemi ve Dergâhlar üzerinden yaratılan kurumlaşmalarla inşa edilmiş olan toplumsallık parçalanmış, asimilasyonla aidiyet bilinci ve duygusu ağır biçimde darbelenmiştir. Çözülme sürecine konulan Aleviler, ulus devletin beyaz İttihatçı ya da yeşil İttihatçı iktidar kliklerine eklemlenmeye zorlanmış, kırk katır ile kırk satır arasında kalan Aleviler ağırlıkla beyaz iktidar kliğinin toplumsal tabanı durumuna düşürülmüştür.
Katledilen, çok yönlü bir şiddet kıskacına alınan Aleviler bir sessizlik döneminin ardından devrimci-demokratik muhalefetin gelişmesiyle bu muhalefet yelpazesinde konumlanmış, bu mücadele içerisinde ağır kayıplar vermiş, fakat kendi özgün örgütlülüğünü yaratamamıştır. 1980 faşist cuntasıyla devrimci-demokratik muhalefetin ağır bir yenilgi alması Alevileri bir kez daha yalnızlaştırmış, etnik-dinsel temizlik saldırıları daha da derinleştirilmiştir. Ardından yükselişe geçen devrimci-demokratik Kürt muhalefeti tüm mazlumlar için yeni olanaklar yaratmışsa da Aleviler, sürece cevap olabilecek bir örgütlülük biçim ve düzeyine henüz ulaşamamış, demokratik cumhuriyete gidecek mücadele birliğine, tarihsel misyonlarına, potansiyellerine denk düşen bir katkı sunamamışlardır.
Oysa toplumsal varlığımız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar tehlike altındadır. Emperyalistlerin ve Türkiye hakim sınıflarının Anadolu ve Kürdistan’a biçtiği rolde Aleviliğe ve Alevilere yer yoktur. Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında halklar boğazlaştırılmakta, adeta kavimler göçü yaşanmaktadır. Bu toprakların Alevi’si, Kürd’ü, devrimci-demokrat Türk’ü, Türkiye hakim sınıfları ve emperyalist merkezlerin ortak projesi olarak dünyanın dört bir yanına sürülmekte, oralarda elimine edilmek istenmektedir. Halihazırda en örgütsüz ve en tehlikede olanlar Alevi halklardır. Dernek ve vakıflar biçiminde ki örgütlülükler bir dönemin ihtiyacı idiyse de bu sürece asla cevap olabilecek örgütlülük biçimleri değildir. Yeterli bir direnç geliştiremezsek yakın bir gelecekte Terolar örneğinde olduğu gibi tarihsel yaşam alanlarımıza el konulacağını, kalıcı demografik değişimlerin yaratılacağını göreceğimiz açıktır.
Belli bir aydınlanma düzeyini tutturmuş fakat halk gerçeğimizle arasına mesafe koymuş, halkımızın en dinamik kesimini oluşturan canlarımız ve hala bir ayağını sistem içerisinde tutan kimi kurumlarımız bu somut durumu bir kez daha değerlendirmelidir. Halklar, insanlık direniyor, insanlık ailesi içinde ki yerlerine sahip çıkıyor. Aleviliğin demokratik komünal özü, cümle insan ve varlıkla barışık felsefesi, Rıza toplumu önermesi evrenseldir, günceldir. Bizi insan kılan, insanlık ailesi içinde ki yerimizi belirleyen hakikatimize sahip çıkalım. Aşk ile