İnsan/sızlık tarihi, Ander Gunder Frank’ın deyimiyle tarih; bir olaylar yığını olması gerçekliğiyle özetlenmekte iken insanın adı olmayan bir tarihi çağrıştırıyor. Sistem içileştirilen insan, artık silikleşen bir olgudan öte veya M.Foucult’un betimlediği kapitalist modernitedeki birey sadece “sistem taşıyıcısı” konumundadır. Öyle ki eldeki tarih, insanlığın evriminden bugüne bilimlerin pozitivizme boğdurulması ile kendisinden başka doğruyu kabullenmeyen dogmatikleştiren zihniyetin yaratımı olan ulus-devletin çatışma kültürü, “tek”lik üzerine bir mantık içerirken, kazanana kadar zirvede yalnız bir zirve sahibi olmasını gerektirmektedir. Hal buyken meşrulaştırma aracı haline gelen hukuk, iktidar-sermaye için üreten pozitivist bilim, iktidar için tanrı-kul kavramlaştırılmasında kul=insan ve hıncahınç soluksuz fethedicilikle saldırılan doğa.
Ve bugün sermaye yaratımı tüketilecek, yok edilecek misyonu yüklenmiş doğa. Doğrusu yaratılan sistemde seçeneksiz bırakılmış bir konumda iken insan, sermaye için can simidi olabilmektedir. Bir fabrikada ürettiği kadar dahi tüketimine izin vermeyen ama buna rağmen yaratılan ihtiyaç fetişizminde hep savaşması ve hep kazanması, kazandıkça tüketmesi karşılığı yaşamasına izin verilen birey. Ve bu birey bir zirve amacı taşırken, nirvana zirvesine taşıyan o hiçlik, insan olma makamı değil zirve tam tersine, bu yolda gözüne çarpan herkesi, her şeyi yok etmeye yeminli olan herkesleşen birey. Bazen de bir son umut olacak; titreyiş halinin yarattığı, vicdan sızısı…
Son süreçte yaşanan salgın durumu yaratılan bireyde bir sorgulama ve arayış geliştirdiği açık fakat bir zihniyet halini alır mı meselesi tartışılmakta iken tarihi kent olan Hasankeyf tekrardan gündeme oturunca herkes bir günah çıkarırcasına hiç dile gelmeyenler dile gelmiş oldu.
Doğrusu bu ölüm döşeğinde ecel teri döken insanın artık tüm kötü edimlerde bulunduğu eylemlerin itirafını sağlarken öte taraftan bu edimlerden etkilenen insanlarla bir helalleşme, bağışlanma davranışında bulunmasına ne kadar da benziyor. Tarihsel süreçte icatlar hâlâ tartışmalı durumda iken, Edison ve Nikola Tesla arasında geçen bir mesele çokça bilinmektedir, Edison’un elektrik icadının aslında kendi fikri değil Tesla’nın olduğu gerçeği karşısında, ölümünden önce yatağa mahkûm olan Edison; Tesla’yı çağırarak, bir helalleşme isterken, Tesla “böyle durumlar için ayıracak vaktim yok” diyerek gitmemiştir. Hal buyken iş işten geçmiştir…
Meseleye gelirsek Anadolu Ajansı’nın, Hasankeyf’in artık yeni yüzüyle misafirlerini beklediği haberi tekrardan Hasankeyf’i ülkede gündemleştirmeye başlamış oldu. Ve biraz dile getirilenlere gelince, Hasankeyf’in şimdiki iktidar partili belediye başkanı “benim de içim sızlıyor” diye bir açıklamada bulundu. Öncesinde ise çarşı esnafından olan insanlar bu yıkıma TOKİ’de verilecek evler ve iş yerleri için yıkıma ses çıkarmazken, sona yaklaşınca kendilerini yakmaları durumunu da gördük. Bunun yanında UNESCO diye bir uluslararası kurum hâlâ neden engelleyici olmadığının yanında AİHM’in dosyayı incelemeye bile yanaşmaması, sonrası doğa savunucularının mesele “Hasankeyf” iken çokça bir eylemsel pratikte bulunmaması ve bizler/hepimiz…
Ve bugün hâlâ kurtarılacak onlarca saldırı altında olan alan, talan edilen ekosistem, yok edilen ormanlar, bahçeler, surlar, dağlar, dereler, nehirler, ovalar varken buradan başlayabiliriz, yok edilmeden önce sızlayacak bir vicdan ancak kurtarabilir bunca güzelliği. Ya da en yakın bugünden başlayalım, Dersim’den, ülkenin dört bir yanına ölümleri için ihale edilen yaban keçileri var, bunun için hazırlanan bir yasal düzenleme var, başlayacaksak buradan başlayalım…
Ve son olarak A.Hicri İzgören’den bir dizeyle:
Ruhun ve zihinselin dikenli tarlasında,
Yalınayak dolaşan bir vicdan aranıyor…